Onyıllardır fizik, matematik, iktisat, tarih, siyaset, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi pek çok alanda kitap yayımlamakta olan ve Boğaziçi’nin atanmış rektörü Naci İnci’nin kararıyla kapatılan Boğaziçi Üniversitesi Yayınları’nın bastığı bazı kitaplar…
Adam Bly
Açık Bilim: Ahlakın Temelleri, Hakikatin Doğası, Bilginin Sınırları
çev. Nıvart Taşçı
Bilim artık uygar dünyanın temel itici gücü durumuna gelmiştir. Bugün bilim; toplumsal, siyasal, ekonomik, estetik ve fikrî alanları geçmişe nazaran çok daha fazla dönüştürmektedir. Son on yıl içinde, insan genomu ve kozmik mikrodalga arka planı haritalandırıldı. Karanlık enerjinin varlığı doğrulandı, evrenin genişlediği anlaşıldı ve yaşı belirlendi. Mars üzerindeki okyanuslara dair bulgulara eriştik ve ilk defa başka bir gezegenin, Satürn’ün ayına indik. Büyük Patlamayı taklit edebilecek bir makine inşa ettik ve daha önce insanlık tarihinde elde edilmiş tüm verilerden daha fazla veriye ulaştık. Bilim, kimiz ve nereden geliyoruz sorularına dair anlayışımızı yeniden biçimlendiriyor; değerler sistemimizi, dünyaya ve birbirimize bakışımızı modernleştiriyor. Bugün bilim, uygarlığımızın değişiminde başat ve evrensel fail durumuna gelmiştir.
Artık dünyaya yeni bir gözle bakmamız lazım. Şu kanaati perçinlemeliyiz: Bilgi iyidir, daha fazla bilgi daha da iyidir. Tıpkı on beşinci ve on altıncı yüzyıl Rönesansındaki gibi, geleceğimizi şekillendirecek unsur; bilgi toplama, sentezleme ve topluma uygulama yöntemlerimizdeki devrimlerdir. Bir kez daha bilim, bizim için ürünlerinden, yani ilaçlardan ve teknolojilerden daha fazlası anlamına gelecek; bilim, yönetilmesi gereken bir şey olmanın ötesine geçip, yönetmenin ve düşünmenin yöntemi olacak. Açık Bilim, bilimsel devrimin ön saflarında dolaşan fizikçilerin, yazarların, tasarımcıların, mimarların, genetikçilerin fikirlerini sohbetlerle aktarıyor.
Daniel C. Dennett, Douglas R. Hofstadter
Aklın G’özü: Benlik ve Ruh Üzerine Hayaller ve Düşünceler
çev. Füsun Doruker
Zihin nedir? Ben kimim? Madde düşünebilir ya da hissedebilir mi? Ruh nerededir? Aklın G’özü, akıl, yapay zekâ, zihin-beden ilişkisi konularında ileri sürülmüş çarpıcı felsefi ve bilimsel düşünceleri tartışmaya açan kült bir eserdir. Edebiyatıyla geçtiğimiz yüzyılı derinden etkilemiş J. L. Borges’ten, evrim kuramının çağımızdaki en etkili savunucularından Richard Dawkins’e, bilimkurgunun önemli isimlerinden Stanislav Lem’den, yapay zekânın olanakları üzerine söyledikleriyle çığır açmış zihin ve dil felsefecisi John Searle’e uzanan XX. yüzyılın etkili düşünürlerinin metinleri, Dennett ve Hofstadter’in yaptıkları yorumlarla farklı bir boyut kazanıyor. Benlik ve bilincin anlamının edebiyat, psikoloji, felsefe ve diğer disiplinlerin perspektiflerinden incelendiği bu kitap, yazarlarının deyimiyle, okurlarını kışkırtmak, huzurunu kaçırmak, allak bullak etmek, anlaşılır olanı tuhaflaştırmak, belki de tuhaf olanı anlaşılır hale getirmek üzere tasarlanmıştır.
Eric R.Kandel
Belleğin Peşinde: Yeni Bir Zihin Biliminin Doğuşu
çev. Mehmet Doğan
Zihin dünyamızı bir bütün kılan, belleğimizdir. Bizi biz yapan, öğrendiklerimiz ve hatırladıklarımızdır. Beyin anıları nasıl yaratır? Nobel ödüllü bilimci Eric R. Kandel Belleğin Peşinde’de, zihin biliminin tarihi ile belleği anlama konusundaki bireysel merakının öyküsünü birleştiriyor. Bilişsel psikoloji, sinirbilimi ve moleküler biyolojiyi bir araya getiren zihin bilimi, farklı ülkelerden bilimcilerin sordukları sorular ve attıkları adımlarla şekillenmiş yeni ve güçlü bir bilim dalı.
Belleğin beyindeki nöron devrelerine nasıl işlendiğini ortaya koyarak zihin bilimi alanında çığır açan Kandel, çalışmalarına ilham veren ve onu yönlendiren bilim insanlarının çalışmalarını anlatısına katarak, 20. yüzyılın zihin araştırmalarının geniş bir özetini de sunuyor.
Anılar ile tarihi, modern biyoloji ile davranış araştırmalarını sürükleyici bir anlatımla işleyen Belleğin Peşinde, Kandel’in Nazi işgali altındaki Viyana’da geçen çocukluk günlerinden başlayıp, 20. yüzyılın önde gelen bilimcileriyle birlikte başardığı keşiflere yol alıyor. Kandel hem bireysel hem de bilimsel hayatında belleğin izinden giderken, okuru da bilimin renkli ve sürprizli dünyasıyla buluşturuyor.
Sandra Blakeslee, V. S. Ramachandran
Beyindeki Hayaletler: İnsan Zihninin Gizemlerine Doğru
çev. Levent Öztürk
İki yüzyıldır süren araştırmalara rağmen, Yüzleri nasıl tanırız? Niçin ağlarız? Neden güleriz? Neden rüya görürüz? Neden müzik ve sanattan zevk alırız? gibi insan zihni konusundaki en temel sorulara cevap veremiyoruz. Çok daha büyük bir soru olan “Bilinç nedir?”in de hâlâ bir yanıtı yok. Ne var ki yeni deneysel yaklaşımlar ve görüntüleme tekniklerinin gelişimiyle birlikte insan beynine dair anlayışımız da yavaş yavaş değişmekte.
Sinirbilimin Sherlock Holmes’u V. S. Ramachandran’ın bu kitabı, birçok nöroloji hastasının gerçek yaşam öykülerinden oluşuyor. Ramachandran; hayalet uzuvlar, beden imgesi ve benliğin aldatıcı doğasına dair bulgularından bahsettiği bu kitabının her bölümünde okuru şaşırtıyor, ve birbirinden ilginç vakalar üzerinden insan doğası ve zihninin bizden sakladığı bazı yönlerini aydınlatıyor.
Omzunun üzerinden arkaya bakıp da kökeni hakkında sorular soran, bu kılsız ve çocuksu primatta kesinlikle tuhaf bir şey var. Daha da tuhafı, beynin başka beyinlerin nasıl çalıştığını keşfetmesi değil yalnızca, aynı zamanda kendi varlığıyla ilgili sorular da sormasıdır: Ben kimim? Ölümden sonra ne oluyor? Zihnimin kökeni beynimdeki sinir hücreleri mi? Eğer böyleyse, özgür iradenin amacı ne? İşte nörolojiyi büyüleyici yapan, bu soruların –beyin adeta kendini anlamak için mücadele etmektedir– özgün ve kendini yineleyen niteliğidir.
Aptullah Kuran
Bir Kurucu Rektörün Anıları: Robert Kolej Yüksekokulu’ndan Boğaziçi Üniversitesi’ne
Boğaziçi Üniversitesi’nin kurucu rektörü Aptullah Kuran, Robert Kolej Yüksekokulu’nun üniversiteye dönüşmesinin perde arkasında meydana gelen olayları anlatmak ve döneme ilişkin yazışmaların büyük ölçüde kaybolmuş olmasının yarattığı boşluğu doldurmak amacıyla bu anıları kaleme almıştır. Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluş yıllarını, tuttuğu notların, yaptığı konuşmaların ve hafızasında kalan olayların yardımıyla yeniden biçimlendiriyor. Böylece Boğaziçi Üniversitesi’nin unutulmaya yüz tutmuş 1970’li yıllarının tarihini kayda geçiriyor.
Rodrigo Quian Quiroga
Borges ve Bellek: İnsan Beyniyle Karşılaşmalar
çev. Ferit Burak Aydar
Sinirbilim uzmanı Rodrigo Quian Quiroga, belleğin bilişsel yapısı konusundaki araştırmalarını Jorge Luis Borges’in çeşitli öykülerinde bellek üzerine giriştiği edebi keşiflerle ilişkilendiriyor. Bu öykülerin başında “Bellek Funes” geliyor. Öykünün kahramanı Funes, yaşadığı her şeyi tüm ayrıntılarıyla hatırlayan, daha doğrusu hiçbir şeyi unutamayan biridir, ama algıladıklarını soyutlayıp kavramlara ulaşamaz. Oysa belleğin işleyişi bunu gerektirir: Beyindeki belli nöronlar somut ayrıntıları göz ardı ederek ve soyut kavramlara tepki vererek belleği oluştururlar. Bu nöronların algıladığımız şeyleri uzun süreli belleğe dönüştürme konusunda kilit bir rol oynadıklarını araştırmalarında ortaya koyan Quiroga, aksi takdirde sonumuzun Funes gibi olacağını belirtiyor.
Borges ve Bellek bizi sinirbilim çalışmaları, “olağanüstü beleğe sahip” kişilerin yaşamöyküleri, beynin anatomisi, görme mekanizmasına ilişkin çağdaş kuramlar, Borges’le aynı konulara eğilmiş William James, Gustav Spiller, John Stuart Mill gibi düşünürler arasında renkli bir yolculuğa çıkarıyor.
Steven Pinker
Boş Sayfa: İnsan Doğasının Modern İnkârı
çev. Mehmet Doğan
Dil ve zihin konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan Steven Pinker, Boş Sayfa’da insan doğası tartışmasını ve bunun ahlaki, duygusal, siyasal renklerini irdeliyor. Kendine özgü bir mizah duygusuyla ele aldığı konular hakkındaki düşüncelerini berrak bir şekilde ifade eden Pinker, geçen yüzyılda birçok aydının kabul ettiği ve zihnin doğuştan gelen özellikler barındırmadığını söyleyen “boş sayfa” öğretisinin, “insanlık” dediğimiz ortak değerlerimizi ve bireysel tercihlerimizi inkâr ettiğini öne sürüyor. Pinker ayrıca, “boş sayfacıların” toplumsal sorunları nesnel bir şekilde çözümlemek yerine avutucu sloganlarla yetindiklerini; siyaset, şiddet, çocuk yetiştirme ve sanat anlayışlarımızı çarpıttığını savunuyor. Tarafların karşılıklı olarak birbirlerini suçladıkları “insan doğası” tartışmalarına soğukkanlılık ve akılcılık şırınga eden Pinker, bilim ve sağduyuya dayalı bir insan doğası anlayışını dürüstçe kabul etmenin önemini vurguluyor.
Vyvyan Evans
Dil Miti: Dil Neden Bir İçgüdü Değildir
Mehmet Doğan
Dil, yaşamımızda temel bir öneme sahip. Kimi bilimciler, dilin doğuştan geldiğini ve eşsiz bir insani “içgüdü” olduğunu ileri sürmüştür. Bu görüş, dünyada 7.000 civarındaki dilin tümünün altyapısını meydana getiren dilbilgisinin esasen aynı olduğunu iddia eder. Kısacası insanlar beyinlerinde dilbilgisi için uzmanlaşmış bir modülle doğar ve dil edinme yetileri bu kalıtsal modül sayesinde mümkün olabilir. Vyvyan Evans, bu yaygın kabulün aslında bir mit olduğunu gösteriyor.
Evans, dilin başka hayvan iletişim biçimleriyle bağlantılı olduğunu, dillerin çarpıcı bir çeşitlilik sergilediğini, anadilimizi öğrenirken doğuştan gelen “evrensel” bir dilbilgisinden ziyade, insan zihninin genel özelliklerinden, becerilerinden yararlandığımızı, dilin özerk değil zihinsel evrenimizin başka özellikleriyle yakından bağlantılı olduğunu ve son olarak, dil ile aklın, insanlarla iletişim kurma biçimimizi yansıttığını gösteriyor.
Evans’a göre dil, sanıldığının aksine çaba sarf edilmeksizin, kendiliğinden ortaya çıkmaz. Öncelikle, maruz kaldığımız dil girdisinden doğar. Bu girdiden hareketle anadilimizi kullandığımız ölçüde inşa ederiz. Doğuştan gelen, Evrensel Dilbilgisi değil, anadilimizi edinmemizi sağlayan çeşitli genel öğrenme mekanizmalarıdır.
En yeni araştırmalara dayanan ve dilin zihinle ilişkisini gösteren bu çalışma, yaygın kabule karşı güçlü bir seçenek olma niteliği taşıyor.
Fred Feldman
Etik Nedir?
çev. Ferit Burak Aydar
Çoğumuz ahlaki görüşler hakkında epeyce eksik bir sınıflandırma yaparız. Belli türdeki davranışların ahlaken doğru olduğuna, belli türdeki davranışların ise ahlaken yanlış olduğuna inanırız. Bazı davranış türleri hakkında ise ne düşüneceğimizi bilemeyiz. Fakat nedenler sıralamamız gerektiğinde, bazen daha baştan kafa karışıklığı sergileriz. Bir mesele hakkında düşünürken, görüşümüzü genellikle bir ilkeye başvurarak desteklemeye çalışırız. Başka bir mesele hakkında düşünürken ise görüşümüzü farklı bir ilkeye göndermede bulunarak savunuruz. Ama maalesef başvurduğumuz ilkelerin çoğu zaman tutarsız olduğu anlaşılır. Böyle bir durumda, ahlak felsefesi incelemesi son derece yararlı olabilir. Zira ahlak ilkelerini incelediğimizde, bazı ilkelerin diğerleriyle çeliştiğini görürüz. Dolayısıyla ahlak felsefesinin büyük bir değeri varsa o da bu ilkeleri açıklığa kavuşturmamızı ve tutarsız ilkelere sahip olmaktan kurtulmamızı sağlayacaktır.
Eğer tutarsız ahlak ilkelerine sahip olmaktan kaçınmak ve sahip olduğumuz ilkeleri anlamak bizim için daha iyiyse; eğer ahlak ilkelerimizin sonuçları hakkında net olmak ve gelip geçici modalar olan ahlak ilkeleri hakkında şüpheci olmak daha iyiyse, o zaman ahlak felsefesinin dikkatle incelenmesi daha iyi insanlar olmamıza yardımcı olabilir.
Fakat yine de ahlak felsefesinden bazı ilkelerin yanlış olduğunu göstermesinden daha fazlasını beklememek gerekir.
Eva Jablonka, Marion J. Lamb
Evrimin Dört Boyutu: Yaşam Tarihinde Genetik, Epigenetik, Davranışsal ve Simgesel Değişimler
çev. Mehmet Doğan
Moleküler biyolojinin ulaştığı bulgular, Darwin kuramının gen merkezli yorumuna, yani adaptasyonların sadece şansa dayalı DNA varyasyonlarına dayandırılmasına meydan okuyor. Çünkü günümüzde kalıtım ve evrim görüşlerinde büyük bir devrim yaşanıyor. Bu devrimin peşinden giden ve kalıtımda genlerden başka unsurların da olduğunu ileri süren Jablonka ile Lamb, evrimin “dört boyutu”nun, yani evrimde rol oynayan dört kalıtım sisteminin izini sürüyorlar. Bu sistemler; genetik, epigenetik (ya da özellikleri, DNA temelli olmayan hücresel aktarım sistemleriyle geçirmek), davranışsal ve simgesel (dil ve diğer simgesel iletişim sistemleriyle aktarım) olarak isimlendirilmektedir. Bugün geniş çevrelerce kabul görmüş gen merkezli ve tek boyutlu görüşe kıyasla zengin ve karmaşık bir evrim görüşü ortaya koyan Jablonka ile Lamb’in yeni sentezi, tetiklenmiş ve edinilmiş değişikliklerin de evrimde rol oynadığını açıklığa kavuşturuyor. Jablonka ile Lamb, önce her kalıtım sistemini ayrıntılarıyla ele alıp daha sonra da tüm bu sistemlerin nasıl bir etkileşim içinde olduğunu göstererek parçaları birleştiriyorlar.
Wolfgang Rössler
Fizik için Serenad: Büyük Fikirler ve Yaratıcıları
çev. Mehmet Doğan
Fiziğin de kendine has bir tarihi var. Bu tarih başarılara ve hezimetlere, umutlara ve yıkılan hayallere, kırgınlıklara ve kıskançlıklara, cömertliğe ve güçlü karakterlere, yaratıcı düşünceye, kısacası insana dair her şeye sahne oldu.
Wolfgang Rössler, büyük buluşları, fizikte çığır açan fikirleri, tarihî dönüm noktalarını anlaşılır bir dille özetlerken, bunlara imza atan büyük fizikçileri tanıtıyor. Kitabın geniş kapsamı içinde Newton ve Galileo da yer alıyor, Einstein, Feynman, Fermi ve Bohr da. Faraday ve Maxwell’den Schrödinger, Dirac, Heisenberg ve Pauli’ye uzanan geniş bir yelpazede, antik dönemde bilim alanında ortaya atılan ilk fikirlerden uzay ve zamanın, ışık ve ısının doğasına uzanan bütün temel fizik soruları ilişki içinde sunuluyor. Atomun keşfinden kuantum mekaniği formüllerine, yıldızlı gökyüzünde yapılan basit gözlemlerden modern astronomi ve kozmoloji keşiflerine giden yol neden-sonuç ilişkisi içinde ortaya konuyor.
Fikirler zaman zaman soyut olsa da, dünyayı anlamanın en etkili yolu olan fizik her açıdan yaşamı ve insanlığı yansıtır. Fizik İçin Serenad bu mucizevi gerçekliği gözler önüne seriyor.
Richard Holmes
Merak Çağı: Romantik Dönem Kuşağı Bilimin Güzelliğini ve Dehşetini Nasıl Keşfetti?
çev. Mehmet Doğan
Merak Çağı on sekizinci yüzyılın sonunda Britanya’yı kasıp kavuran ve bilime Romantik bir ufuk açan İkinci Bilimsel Devrime dair bir anlatı.
On yedinci yüzyılda gerçekleşmiş olan Birinci Bilim Devrimi çoğunlukla Newton, Hooke, Locke ve Descartes’la ve Londra’da Kraliyet Cemiyeti’nin, Paris’te de Bilimler Akademisi’nin neredeyse aynı zamanda kuruluşuyla bağdaştırılır. İkinci devrim ise öncelikle astronomi ve kimya alanlarındaki bir dizi büyük buluştan ilham almıştı. On sekizinci yüzyıl Aydınlanma akılcılığından doğan, fakat bilimsel çalışmalara keşif yapma idealini katarak onu dönüştüren bir hareketti.
Richard Holmes’un Merak Çağı dediği zaman aralığı simgesel olarak, iki ünlü keşif yolculuğuyla belirlenmiştir. Bunlar, Kaptan James Cook’un Endeavour’la dünyanın çevresini ilk kez dolaştığı yolculuk (1768) ile Charles Darwin’in Beagle’la Galapagos adalarına yaptığı yolculuktur (1831). Astronom William Herschel ve kimyager Humphry Davy bu döneme keşifleriyle damga vurmuştu. Kitapta başka şahsiyetler de yer alıyor; Romantik dönemin ruhuna özgü bilimsel girişimlerden ve balon yolculuğu, keşifler, hayalet avcılığı gibi heyecanlı serüvenlere dair birçok olaydan söz ediliyor.
Romantizm genellikle bilimin düşmanı sayılır: Romantik öznellik ile bilimsel nesnellik idealleri birbiriyle bağdaşmaz bir karşıtlık olarak görülür. Richard Holmes durumun her zaman böyle olmadığı ya da bu terimlerin birbirini dışlamadığı görüşünde. Merak kavramının, bir zamanlar öznellik ile nesnelliği birleştirdiğini savunuyor.
Richard Holmes, bilim kültürünü sürdürmemizde üç şeye gereksinim duyduğumuza dikkat çekiyor: Kişisel merak duygusu, umudun gücü, dünyanın geleceğine dair canlı ama sorgulayan bir inanç.
Ian Watt
Modern Bireyciliğin Mitleri: Faust, Dan Quijote, Don Juan, Robinson Crusoe
çev. Mehmet Doğan
Özgün hikâyelere bakıldığında, Faust, Don Quijote ve Don Juan karakterlerinin nihai kaderleri, kendi dönemlerinin bireycilik karşıtlığını yansıtmaktadır: Faust ve Don Juan, cehennem ateşinde kavrulmakla cezalandırılırken, Don Quijote elaleme maskara olacaktır. Bu üçü, bireyciliğin ilerici dürtüsünü temsil etmektedir; ki bu dürtü, toplumun onaylamayışı yüzünden, bireyciliği baskı altına sokmuştu. Aradan geçen yüzyılın ardından bu kez de Defoe’nun Robinson Crusoe’su bireyi daha çok öne çıkartacaktı; gerçi o da Crusoe’nun yalnızlığının, aslında babasına karşı geldiği için bir ceza olduğunu söylüyordu.
Ian Watt bu kitapta, çağdaş dünyanın dört mitini irdeliyor; bu mitlerin hepsi XVI. ila XVIII. yüzyılda yaratılmıştır, yani tarihsel bakımdan yeni olan bir toplumun seçkin eserleridir. Watt, Faust (1587), Don Quijote (1605) ve Don Juan’ın (yaklaşık 1620) özgün hikâyelerinin, bu üç karakteri hiç pohpohlamadığını söylerken, bir yandan da, iki yüzyıl sonra ortaya çıkan Romantik dönemde, bu karakterlerin takdire şayan kişiler, hatta kahraman olarak nasıl yeniden yaratıldığını gösteriyor. Robinson Crusoe (1719) ise dinî, ekonomik ve toplumsal yeni tutumların temsilcisi olarak görülüyor.
Söz konusu bu dört mit de, çoğunlukla büyük yazarlar (Rousseau, Goethe, Byron, Dostoyevski) tarafından dönüştürülmüş ve bu yazarların bireyciliği öne çıkarmasıyla birlikte tüm dünyada daha çok talep görmeye başlamış; böylece bu ibret masalları, halk arasında rağbet gören seküler mitlere dönüşmüştü. Bu değişikliğin sebebi kısmen bireyciliğin kültürel ve siyasi ürün haline gelmesidir, fakat mitin kendisinin bir kavrama dönüşüp, insanları yönlendirme becerisine kavuşması da aynı derecede önemli bir sebeptir. Günümüzde bu dört mit şahsiyeti itibarlarını korumakta; ancak kitlesel eğlence endüstrisi (radyo, televizyon, filmler) zaman ve etki bakımından bunlara epey rakip doğurduğu için güçleri de azalmaktadır.
Bu dört şahsiyet, modern dönemin bireycilik sorunlarını göz önüne sermektedir: yalnızlık, narsisizm, benlik ile toplum çatışması. Bunlardan hiçbiri ne evlidir ne de kadınlarla uzun süreli ilişkiler yaşar; en yakın arkadaşlarıysa erkek uşaklarıdır. Mefistofeles, Sancho Panza, Catalinon ve Cuma, kendi ikincil rollerine sonuna kadar sadık kalıp bu durumdan hiç yakınmaz, yani kusursuz bir uşak gibi davranırlar. Bu da bize o dört şahsiyetin benmerkezci olduğunu gösteriyor. Her biri, kim olması gerektiğine dair kendi görüşünün peşinden giderken, aklımıza bir kahraman olarak kendi kişiliğine ve ideallerini yansıttığı topluma dair ciddi sorular ortaya koymaktalar.
Halim Kara
Osmanlı’yı Tahayyül Etmek: Tarihsel Romanda Fatih Temsilleri
Osmanlı’yı Tahayyül Etmek: Tarihsel Romanda Fatih Temsilleri, Cumhuriyet’ten günümüze dek tarihsel romanlarda Fatih Sultan Mehmet’in edebi temsilleri çerçevesinde Osmanlı geçmişinin nasıl anlatıldığının izlerini sürüyor. Edebi bir karakter olarak Fatih’in metinleştirilmesi üzerinden Türkiye’de edebiyat ürünlerinin politik ve toplumsal işlevinden tarihsel roman algısına, kolektif hafızanın inşasından resmî tarihyazımına, Osmanlı geçmişinin algılanışından yeni bir milli hafıza kurulmasına ve modern ulusun tahayyülünden milli kimliğin oluşturulmasına kadar birçok sorun hakkında verdiği önemli ipuçlarının bir analizini yapmayı deniyor. Böylece Türkçe edebiyatta Osmanlı’nın geçmişi algısının tezahürleriyle birlikte tarihsel roman yazımının serüvenini tarihsel ve kültürel bir bağlamda tartışmaya açıyor.
Scott O.Lilienfeld, Steven Jay Lynn, John Ruscio, Barry L.Beyerstein
Popüler Psikolojide 50 Büyük Mit
çev. Zehra Cunillera
Sürekli psikolojiyle meşgulüz. Yaşımız, ruh halimiz, bilinçdışımız, duygularımız, akıl sağlığımız sürekli gündemimizde. Haberler, televizyon programları, filmler ve internet psikolojiye dair iddialarla dolup taşıyor. Beynin işleyişi, medyumlar, beden-dışı deneyimler, hafıza kaybı, yalan makinesi, duygusal ilişkiler, ebeveynlik, tacize uğrayan çocuklar, ruhsal bozukluklar, suç hikâyeleri, psikoterapi ilgi çeken konuların başında geliyor.
Ne var ki, psikoloji hakkında doğru olduğunu sandığımız birçok şey aslında safsatadan ibaret; hatta psikoloji hakkındaki yanlış haberler, en az doğru bilgiler kadar yaygın. Buna karşılık, popüler psikolojide doğruyu yanlıştan ayırmamıza yardım edecek kitapların sayısı parmakla sayılacak kadar az. Popüler Psikolojide 50 Büyük Mit bu konuda mükemmel bir örnek: Bilimle uyuşmayan yaygın inançları ortaya koyuyor; doğru gibi gelen birçok mite karşı kanıtlar sunuyor; insanların neden böyle yalan yanlış bilgilerin pençesine düştüğünü açıklıyor ve insan zihni ile davranışı hakkında bazılarımızı düş kırıklığına uğratacak ama gerçeğin masal kadar büyüleyici olabileceğini gösteren olguları sergiliyor.
Arif Dirlik
Postkolonyal Aura: Küresel Kapitalizm Çağında Üçüncü Dünya Eleştirisi
çev. Galip Doğduaslan
Bu kitapta yer alan makaleler, Çin’deki kültürel kendini temsil meselelerinden, çağımızda gerçekleşen değişimlere yanıt olarak, küresel ilişkilerin yeniden kavramlaştırılması gibi daha genel problemlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Yeni küresel kapitalizm çağı, küresel ilişkilerin yeni bir haritasının çıkarılmasını gerektirmektedir; gel gelelim, bu haritanın çıkarılması için öncelikle, günümüzdeki ekonomik, siyasi ve kültürel iktidar yapılarını kavramaya ve eski radikal toplum öngörülerini akılda tutmaya ihtiyaç vardır. Arif Dirlik, günümüzde Avrupamerkezcilik, etnik çeşitlilik ve çokkültürcülük üzerinde yoğun bir şekilde çalışılırken bu iki koşulun es geçildiğini, bunun da küresel ilişkilere egemen olan ve ifadesini kanlı etnik çatışmalarda bulan iktidar meseleleriyle ilgili dikkatleri dağıttığını ileri sürmektedir.
Jonah Lehrer
Proust Bir Sinirbilimciydi
çev. Ferit Burak Aydar
Lehrer, sinirbilimdeki son çalışmaların ışığında; Proust’un romanlarının belleğimizin, Cézanne’ın resimlerinin görme duyumuzun, Stravinski’nin müziğinin işitsel algımızın, Stein’ın şiirsel arayışlarının dil yetimizin, Woolf’un bilinçakışı metinlerinin ise zihnimizin çalışma ilkelerini nasıl da doğru bir şekilde önceden ortaya koyduklarını çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Sanat ve bilimin, bunca zamandır birbiriyle iletişim kuramayan iki farklı kültürün artık konuşması gerektiğini söyleyen bu kitap, biz kimiz sorusuna ikili bir cevap öneriyor: “Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmışız, ama aynı zamanda yalnızca maddeyiz.”
Marina MacKay
Roman Nedir?
çev. Fazilet Akdoğan Özdemir
On sekizinci yüzyılda doğmuş olan roman türü, o dönemde birçok eleştirmen tarafından kadınların zaman öldürmek için okudukları hafif metinler olarak nitelenirdi. Roman Nedir?, bugün modern zamanların temel edebi türü kabul edilen romanın sıra dışı yükselişiyle başlayıp, ardından romanla özdeşleştirilen biçimsel özellikleri, roman türlerini kısa ve özlü bir anlatımla ele alıyor.
Marina MacKay, her bölümde romanın biçimsel ya da tarihsel bir yönünü, genellikle farklı dönemlerden romanları seçerek açıklıyor. Ana bölümler arasında, kavramların uygulamalarına dair fikir vermek üzere, tek tek eserlerin ayrıntılı okumaları yer alıyor. Bu bölümlerde farklı açılardan incelenen Don Quixote, Tristram Shandy, Kırmızı Harf, Madame Bovary, Deniz Feneri, Geceyarısı Çocukları gibi örnekler, romanın tarihini özetleyen bir yelpaze oluşturuyor.
Romanın bir tür olarak nasıl yaratıldığını, neden bu denli popüler olduğunu sorarak başlayan MacKay, romanda üslup ve tekniğe, karaktere, olay örgüsüne, mekâna ve siyasete ilişkin doyurucu açıklamalar sunuyor. Terimler sözlüğüyle ve okuma listesiyle desteklenen Roman Nedir?, edebiyatla ilgilenen herkesin yararlanabileceği ideal bir kaynak.
Ohannes Aram Kondayan
Sandıktaki Hatıralar: Çocukluk, Tehcir, İstanbul
çev. Karin Karakaşlı
“… İki hafta sonra çadırlar söküldü ve tehcir edilenler bir kez daha bilinmez bir yere doğru yola çıkarıldılar. Jandarma çadırın yanında duruyordu. Oğlan ona yaklaştı ve üzerinde küçücük renkli boncuklarla çiçek desenleri işlenmiş küçük bir bozuk para kesesini kabul etmesini rica etti. Bu oğlan için kıymetli bir şeydi. Bu keseyi ona doğduğu şehirde Noel ve Paskalya’da amcasıyla birlikte ziyaret ettikleri mahkûmlar vermişti. Oğlanın evinden getirdiği hediyelere karşılık olarak mahkûmlar da bunu vermek istemişlerdi.
Jandarma keseyi kabul etmeden önce bir an duraksadı. Belli ki bu insanlar yola çıkarken ne zamandır aklından geçirdiği ve giderek derinlere kök salmış olan bir şeyleri söylemek istiyordu. Gökyüzünü işaret etti ‘Sizin Ona varan kendi yolunuz var, bizim kendi yolumuz. Bütün yollar O’nda buluşur’ dedi.
Oğlan büyüyüp de yetişkin bir erkek olduğunda bu jandarma kendisi için iyi kalpli bir insandan çok daha fazlasını ifade etmeye başladı. Tehcir yıllarından sağ kurtulacak denli şanslı olmuş, sonrasında ise bu tehcirden daha az acılı ya da ümit kırıcı sayılamayacak başka deneyimlerden geçmişti. Ama tüm bunların ortasında her zaman Anadolu ovalarındaki bu sıradan, okuma yazması olmayan, silahlı muhafızı insanlığın, daha derin bir maneviyatın, daha kalıcı insani niteliklerin simgesi olarak aklına getirebiliyordu. Bu adam, tek bir insanın çilesinde ve adanmışlığında bütün ruhların akrabalığını hissetmişti. Aileye sağladığı su bir inanç eylemiydi, kendi ruhunun özgürlüğünde keşfettiği şeyin evrenselliğine olan inanç…”
Terry Eagleton
William Shakespeare
çev. A. Cüneyt Yalaz
Edebiyat kuramı üzerine yazdıklarıyla tanıdığımız Terry Eagleton, bu kez ölümsüz oyun yazarı William Shakespeare’in oyunlarını inceliyor. Marksizmden psikanalize, feminizmden göstergebilime çok geniş bir kuramsal yelpazeye dayanan arka planıyla Terry Eagleton’ın Shakespeare incelemesi, hem tiyatrocular hem de edebiyat kuramıyla ilgilenenler için çok önemli bir başvuru kaynağı niteliğinde. Eagleton, Shakespeare’in oyunlarıyla cebelleşen tiyatroculara hem dramaturjik açıdan hem de imgesel anlamda anlamda zihin ve çağrışım gücü yüksek bir inceleme sunuyor.
•