"İnsanın saklanacağı yer kalmamışsa vatanı yoktur"

Ali Özgür Özkarcı’nın kitabı Dört Köşeli Kambur'u okurken “Vatan nedir?” diyeceğiz mesela, “Neresidir?” diyeceğiz. Yazar da öykülerinin içinden sürekli fısıldayacak: “İnsanın saklanacağı yer kalmamışsa vatanı yoktur.”

20 Haziran 2019 10:00

Ali Özgür Özkarcı’nın ilk öykü kitabı Dört Köşeli Kambur’un sayfaları arasında gezinmeye başlayalı beri aklım hep bir önceki kitabı Bitik Ülke Son Atı’da. Dört Köşeli Kambur’un daha ilk sayfasında yer alan “Türkiye Üçlemesi II” ibaresi yolladı beni Bitik Ülke Son Atı’ya fakat gitmemekte direndim sayılır. Yıllarca edebiyatın mutfağında sıkı işlerin altına imzasını atmış, şiirlerini nitelikli mecralarda sergilemiş Özkarcı’yla tekrar tanışmayı öykülerine saklamak istedim belki de, bilmiyorum. Fakat Özkarcı ve ilk öykü toplamı Dört Köşeli Kambur özelinde bildiğim bir şey varsa eğer; o da bu yeniden tanışmadan mutlu, bu tanışmanın içeriğinden ise yakın tarihin acıları dolayısıyla kalbim dolu ayrıldığım…

Mutlu olmamın nedeni sadece yeni değil, iyi de bir öykücüyle tanışmak elbette. Özkarcı’nın yansıttığı “acı gerçekler tarihi”nden sayfalar ise kimi yaşananları aslında neden unutmamamız gerektiğini yeniden hatırlattığı için kalbi dolduruyor.

Dört kısa öykü var kitapta. Bu dört öykü ise 100 sayfayı bile doldurmuyor. Fakat bu dört öykünün içini doldurduğu, yeniden düşündürdüğü, her kesimden her insanın önce kendini sorgulaması gerektiğini hatırlatan dertler; kitabı dört öykünün bir araya geldiği bir toplam olmaktan çıkarıp, bu coğrafyanın kanamaya devam eden yaralarını içine almayı amaç edinmiş bir kitaba çeviriyor. Ayrıca kitap bitip de bir kenara koyulduğunda ise Özkarcı’nın "Dört Köşeli Kambur" isminin altına neden “Türkiye”yi yerleştirdiğini anlıyoruz. Çünkü Özkarcı’nın “öteki” diye adı koyulan fakat bu “öteki”lerin “biz”den başkaları olmadığını hatırlatan öyküleri Türkiye’nin hikâyesine yeniden odaklanmamız gerektiğini söylüyor okuruna.

 

Gösterme ve hatırlama

Ali Özgür Özkarcı’nın üzerine düşünmek istediği meselelerin kökenine doğru uzandığımızda, 1915’e kadar gidiyoruz. Fakat Özkarcı 1915 sınırları içinde kalmıyor sadece; kendini bu sınırlarla sınırlandırmıyor. 1915’in bugüne yansımaları üzerinden gündelik yaşam pratiklerini de bir şekilde gündemine alıp okuruna yeniden “hatırlatıyor”. Yaşam pratiğinde ise “öteki” kelimesinin bir fiil hâline nasıl gelip de “ötekileştirme” olarak ortaya çıktığını anlatıyor. Bu çıkışın kodları, gündelik dildeki yansımaları, Ermeni kelimesine hâlâ yan bakıp göz kaçırabilenleri gösteriyor.

Özkarcı’nın yaptığına “gösterme” diyorum evet çünkü bunlar bizim her an görüp de görmediklerimiz aslında. O, edebiyat lisanınca, yeniden görün, diyor bize.

Özkarcı’nın yaptığı aynı zamanda “hatırlatma” çünkü balık hafızasının hiçbir zaman etkisini yitirmediği toplumumuzda; balıklara da, tüm öğretilenlerle oluşturulmuş hafızalara da bir başka hatırlama kanalı açıyor.

Az önce ifade edildi; Özkarcı tüm bunları edebiyat lisanınca yapıyor…

Bu lisanın sınırları ise öykünün yazarına tanıdığı anlatım imkânlarının genişliğiyle sınırlanıyor. Öykünün imkânlarını mümkün kılıp geniş bir anlatım ağında yüzdürüyor okuru bu bağlamda Özkarcı. Mektuptan tahkiyeye kadar uzanan bir anlatım genişliği bu; öte yandan Özkarcı’nın üslûbu da bu anlatım olanaklarının zenginliğine eşlik eden türden. Şiiri de duyabiliyoruz Özkarcı’nın kelimelerinde, öykünün her kelimeye değer vererek oluşan sıkı tutumunu da… Geniş tablodan baktığımızda, aynı meseleler etrafında dolaşan farklı yapıda bir roman dahi demek mümkün Dört Köşeli Kambur için. Fakat en başından beri ifade edilmek istendiği gibi adını koymaktansa, bu adın ne olduğunu bilmek tercih edilmeli.

Bu anlamda kitabın tüm öyküleri ne yaptığını bilen, her kelimesinin farkında olan bir yazar tarafından kaleme alınmış.

Sonuç olarak bakıldığında, dört öykü okuyoruz Özkarcı’nın bu ilk denemesinde. Fakat bu dört öyküyü, uzandığı kökenler itibariyle asla birbirinden ayıramayacağımız gibi, ayrı ayrı anlam dünyaları içinde de tartabiliyoruz. Öyküler boyunca sürekli soru soracağız gözün üzerinde dolaştığı satırlara dair; “Vatan nedir?” diyeceğiz mesela, “Neresidir?” diyeceğiz. Yazar da öykülerinin içinden sürekli şunu fısıldayacak kulaklara: “İnsanın saklanacağı yer kalmamışsa vatanı yoktur.”