Aşılı ağaçlar

Çiçeklerden, kuşlardan ve elbette insandan çok evvel dünyaya geldi ilk ağaçlar, gövdesi kalınlaşan eğrelti otlarının ayaklanıp boylanmasıyla ormana dönüştüler

07 Mart 2019 11:00

"Çok görmüşümdür, bir ağacın dalı zararsızca başka bir ağacın dalına dönüşür"
Vergilius

Savaştan sağ çıkmış bir ağaç var yakınlarda, gövdesinde kurşun izleri, ağır yanıklar, burulmuş dallarında yeni yeşerttiği yapraklar. İhtiyar bir adam bulmuş onu, dibinden aldığı toprağı sulandırıp sürmüş yarasına, çaputlarla sarmış, örtmüş ağacı. Bu ağaç kan ağlıyor, diyor, Bu ağaç yaralı, onun unutamadığını biz nasıl unutalım. 

Çiçeklerden, kuşlardan ve elbette insandan çok evvel dünyaya geldi ilk ağaçlar, gövdesi kalınlaşan eğrelti otlarının ayaklanıp boylanmasıyla ormana dönüştüler. Sayısız yıkıma ve yok oluşa tanık oldular. Çöllere, bataklıklara, dağ başlarına, deniz kıyılarına yayıldılar; her yerde, her koşulda yaşadılar. Dönüştükçe canlanıp can verdikçe çoğaldılar ve sonunda yeryüzünün en dayanıklı canlılarından biri olup çıktılar.  

Ağaçlar keskin duyuludur, insanî göze gerek duymaksızın görme yetisine sahiptirler, duyuları aracılığıyla birbirlerini ve çevrelerini fark eder, duyup da bildiklerini hatırlarlar. Işığın uzunluğundan günleri sayar, yaprak çıkaracakları, sularını salacakları mevsimi bilirler. Ormanda can çekişen bir ağaç diğerleri tarafından anında duyulur, kökten köke toprak altından zayıf düşene yardım taşınır. Üzülmez, ağlamaz, mutluluk duymaz ama yaşarlar, duygulardan çok daha öte genişçedir yaşamaları, canlılıktan doğan coşkuyla varolurlar. Ağacın ölümü dildedir, yeryüzünde cansız tek bir ağaç dahi yoktur. Ölü bir ağaç gövdesinde, başka başka canlılar göze görünmeden yüzyıllarca yaşayabilir. Çürüyen kuruyan öldü sanılsa da hayattadır. O milyonlarca yıllık dirim, kıyıya vuran bir tahta parçası, bir çarmıh ya da bir sandalye olması fark etmeksizin her ağaçta aynıdır. Ağaç onda yara açan ateşi unutmayacak, içinden geçen yangını sonsuza dek hatırlayacaktır, acı çekmek için değil yaşama çevirmek için. Bu yüzden ağacın hatırladığı insanınkinden farklıdır. İnsanın hatırlayışı unutuşundan beslenir, o unuttuğunu unutmak için hatırlar. Uykusundan her sıçradığında hatırlayacağı aslında unuttuğu. Ağacın duyuları yaşamak için çalışır, karanlığı, suyu, karıncayı ve yönleri hatırlaması onu hayatta tutar.

Dalını budağını, yuvaladığı ağacı ve ondan da evveli unutmasıyla insan ağaçlardan ve diğer tüm canlılardan ayrılır, varlığını hayata bağlayan kökü kesip atmıştır çoktan. Hayat ağacından düştüğünden bu yana kökleri havada dolaşır, bir suculda, at sineğinde ya da eğrelti otunda, bin yıllık zeytinin gözünde ya da bir sekoyanın tohumlarında unuttuğu şeyin parıldadığını göremez. Canlılık kendi başına bir ağaçtır, her bir dalda sayısız yaşam uç uca verir, daldan dala uzanır, sonsuz çeşitlilikte bir yaşam yayar. Her zerre bütünü de içerir. Unutan, o ağaca türlü çeşit ad takar, onu yerle göğün arasına diker, kılık değiştirip üzerine çıkar. Ya kökündedir gözleri ya tepe dallarında. Dileğini ağacın dallarına bağlayan, tanrılarını da ona yaslar, ölülerini kovuğuna yatırır, bir dalına da düşmanının bedenini asıp sallandırır. Kurban da ağaçtadır kutsal da. Ve bu böylece sürüp gider, yaşam yaşamdan arındırılmıştır.

Kahramanlık çağıdır bu, bizden doğan kuvvetin önüne geleni devirmesi tören ister, seyredecek kalabalık her geçen gün artacaktır, onlara geniş açıklıklar gerekir ancak yeryüzü henüz zümrüt yeşili bir ormandır. İki kahraman çıkar ormanı devirmeye, biri zorbalığıyla halkına kan kusturan Gılgamış, diğeri ona rakip olsun diye tanrılarca indirilen yaban Enkidu. Humbaba’nın himayesindeki sedir ormanına dikerler gözlerini ki orada canlılar boşluk bırakmamacasına bir aradadır. Bu çokluk, bir zamanlar hayvanlarla su içen, onlarla onlar gibi otlayıp söyleyen Enkidu’yu kederlendirir. O, sedirlerin kökleriyle sarıp kapattığı yolu bilip hatırlayandır, önden gidecektir. Ormanın karanlığı, Humbaba’ya neşe veren canlı gümbürtüsü Gılgamış’a korku salar. Ucunda kahramanlık olmasa dizlerini titreten korku onları sedir ormanının daha kıyısındayken yere serecektir. Unutulmayacağım der kral, şanım yürüyecek ve Enkidu’ya da gücünü hatırlatır yol boyunca, aslanlarla nasıl boğuştuğunu, onları yendiğini söyler. Böylece devirirler bin yıllık sedirleri, üveyik yuvaları dağılır, bütün kuşlar kaçışır. Biri ağaçları keserken diğeri köklerini söküp çıkarır. Sonra da iki kardeş ormanın koruyucusu Humbaba’yı öldürüp başını gövdesinden ayırır. Sedirleri keserek açtıkları meydan Enkidu’nun mezarı, Gılgamış’ın ölümlülüğü olacaktır. Biri unuttuğu için ölür, diğerinin hatırladığı için artık bir hayatı olmaz.

Belki de seni kızgınlığımızda yok ettiğimiz sedir ve selvi ağaçları kederlendiriyor.
Belki de ayı, sırtlan, panter, kaplan, çakal, aslan, boğa, geyik, dağ keçisi
Ve doğanın bütün yaratıkları kederlendiriyor seni

Hayat Ağacı bir dil aşısıyla Bilinmezleri Bilme Ağacı’na boylanırken, Yasak Ağaç, Buğday Ağacı’na dönüşmüş, kralların, adamların seyrelttiği ormanlar yeniden kutsiyet kuşanmıştır. Ağaçların kuşlardan evvel kanat takan tohumları, düşecek toprak bulamazken, tanrıların tecavüzünden kaçan kadınlar bir bir ağaç olur. Ağaç da ağaç değildir artık, hem kutsaldır hem kurban.

Bu kez cennetten kovulan Âdem’in ağzında insana hediye edilecektir sedir tohumu, selvi ve zeytininkiyle. Tohumu eken Âdemoğlu olunca ağacın meyvesi de bir tuhaf olur. Delice bir ağacı aşılar gibi almışlardır meyvelerinin acısını yabanıl ağaçtan. O her dalı bir başka canlıya yuva olan bolluk ağacının adı konuşan ağaçtır artık. Mart başında tomurcuklanan meyveler yavaş yavaş uzuvlanır. Nisan sonunda bütünüyle birer kadın bedenine kavuşurlar, çiçekli ay mayıs geldiğinde meyvelerin başları da görünür, ay sonunda tastamam birer kadındır meyveler. Çırılçıplak vaziyette bakireler, uzun saçlarıyla tutundukları dallardan sarkmaktadırlar. Haziranda tek tek toprağa düşer, düşerken de “vak” “vak” diye kuşları andıran birer çığlık koparırlar. Haziran sonunda ağaçta tek bir meyve dahi kalmaz. Meyvelerin güzelliğini anlatmaya kelimeler yetmez ve söylenir ki bu kadınların ne bir ruhları vardır ne de hayatları.

 

 Görseller

The Speaking Tree, Deccani ya da Mughal, Erken 17'nci yüzyıl. Islamische Museum, Berlin

Meyveleri genç kızlardan oluşan Vakvâk Ağacı betimlemesi