Şairimiz Ahmed Arif'tir. Sayısı az, şiiri çok, efsanesi şiiriyle yarışan bir şair ki, hemen tüm şiirleri de bestelenmiş, zihinlere, kalplere, hafızalara çakılmış ve dahi ağıt olup yakılmış...
10 Ocak 2019 13:48
Şair ve kader sözcükleri yan yana gelir mi? Ya da nasıl gelir? Türkiye gibi şairinin çok, şiirinin bol olduğu bir ülkede, Tanrı bereketini artırsın, eh arabeskin de bir "yaşam biçimi" olduğunu unutmadan diyelim, şiir, "kaderimin bir oyunu" mudur? Yoksa diyalektiğin adını kader mi koymuşlar? Mevzu karışık değil, renkli, üzerine bolca gevezelik etmeye de müsait ama burda keselim, şairi dinleyelim.
Şairimiz Ahmed Arif’tir. Sayısı az, şiiri çok, efsanesi şiiriyle yarışan bir şair ki, hemen tüm şiirleri de bestelenmiş, zihinlere, kalplere, hafızalara çakılmış ve dahi ağıt olup yakılmış, nihayetinde de gönüllerdeki yerini almıştır. Ahmed Arif’in “ezberindedir dağlar”, şiirleri de bizim ezberimizdedir.
Şu kader ve diyalektik ilişkisi. 40’lı, 50’li yıllardaki Komünist tevkifatlarından paylarını şairler de aldı. Attilâ İlhan solcu değildi, Nâzım Hikmet’in şiirlerini yaşıtı bir liseli kıza mektupta yazdığı için hapsi boyladı, Tornacı Ömer nam bir TKP’li ustayla aynı koğuşa da düşünce, içerden Komünist olmasa da sempatizan olarak çıktı! Ahmed Arif de henüz yayımlanmamış, taslak hâlindeki bir şiirinin, başka bir arkadaşında bulunması üzerine tutuklandı. Sonra toplu tutuklamalardan da nasibini aldı, 1951-52’deki Komünist Tevfikatıyla tutuklandı, 38 ay yattı, Sansaryan Han’daki tabutluklarda tam 128 gün kaldı! Harbiye nezaretinden sonra Urfa’ya yollandı, sekiz ay kalebentlik cezasıyla!
Attilâ İlhan’ın “fedailer mangası” diye nitelediği 1940 Toplumcu Kuşağı, aynı zamanda Mehmed Kemal’in deyişiyle “Acılı Kuşak”tan şairler, hapis, işkence, sürgün, işsiz bırakma gibi pek çok cezayla karşılaştı. Ahmed Arif’te iki kez tutuklanmak, işkence görmek, Tabutlukta yatmak ağır izler bıraktı. Ve şair 27 yaşından sonra şiir yazmadı. Hasretinden Prangalar Eskittim (1968) kitabında topladığı 28 şiiriyle şiirimizin efsanelerinden oldu.
İki şair için hep düşünürüm bunu: İlki Orhan Veli, ikincisi Ahmed Arif. Şiirimizin Garip’i Orhan Veli 36 yaşında dünyaya veda etmeseydi, nasıl bir şiir yazardı? Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın Garip döneminden sonra yazdıkları şiirlerle, bambaşka ve birbirlerinden farklı şiirlere ulaştıkları ve Türkçenin en büyük şairleri arasında yer aldıkları düşünüldüğünde, bu soru Orhan Veli için daha da yakıcı hâle geliyor. Yine ilginç, farklı ve büyük bir şiir yazacağı kuşkusuz ama nasıl bir şiir olurdu?
Bazen Ergin Günçe’nin şiirinin, İkinci Yeni’yle Orhan Veli şiirinin bir buluşması olduğunu düşünüyorum ve en çok bu örnek geliyor aklıma. Daha ileri de götüremiyorum bu düşünceyi. Ergin Günçe’nin şiirini çok sevdiğimi, hakkında epey yazdığımı da söylemeliyim bu arada. Yani, Orhan Veli, Ergin Günçe’de sonraki hâlini bulmuş olabilir. Benzer bir merak da Ahmed Arif için. 2 Haziran 1991’de yitirdiğimizde 64 yaşındaydı. En olgun döneminde hiç şiir yazmamıştı. 37 yıl. Acaba nasıl bir şiire varırdı? Destansı bir şiir mi olurdu? Yoksa dünya şiiriyle de buluşan daha farklı bir şiir mi? Ahmed Arif’in şiiri, bitmemiş bir şiir gibi göründüğünden mi, hayır, tam tersine yeni başlayan bir şiir olduğundan söylüyorum bunu. Yeninin o taze, öfkeli, dirençli, ufku geniş, debisi yüksek, sesli, yakıcı özellikleriyle donanmış bir şiir bu. Ama ilerisini de çok merak ettiren bir şiir. Üçüncü bir şey daha var, bir kaç yerde yazdım, söyledim, bir de yeri midir bilmem ama burada da yazmak istedim: Cemal Süreya’nın şiirlerinin okuduklarımızdan ya da şimdilik Sevda Sözleri (Yapı Kredi Yayınları) adlı toplu şiirler kitabında topladıklarından başka şiirleri olduğunu da düşünüyorum, daha doğrusu buna inanıyorum, çünkü istiyorum. Buna biraz da yıllar önce çıkan bir haber neden oldu. Kızı Meral’de yayımlanmamış iki şiir dosyasının olduğu yazıldı. Keşke!
Adalet, aslında şiirin kendisi. Bazen, şairler olsaydı savcılar, yargıçlar diye düşünüyorum. Çünkü ‘şiirsel adalet’e inanıyorum, şairlerin daha adil olacağına da tabii. İyi şiirin çoğu kere yazıldığı, yayımlandığı yıllarda olmasa da, zaman içinde değerini, karşılığını, yerini ve okurunu bulduğuna dair pek çok kanıt var. Büyük şiirin de, Ahmed Arif örneğinde olduğu gibi, okurda karşılığını başlangıçta ve sonrasında bulduğunu, azalmayan bir biçimde, eksilmeyen bir ilgiyle okunduğunu görüyoruz.
Hem şiirine hem Ahmed Arif’e dair hayli kitap yayımlandı. Şiiri çok okundu, iyi değerlendirildi, tek kitabıyla efsane oldu, diyeceğim ona yaşatılan kötülüklere karşın, şiirinin ona yaşattığı hayat çok saygın oldu, büyük bir şair olduğu hiç unutulmadı ve şiiri kuşaktan kuşağa geçerek hem gözle, hem sesle, hem de yürekle okunan bir şair olarak tarihe yazıldı. Şiirleri Cem Karaca’dan Fikret Kızılok’a, Rahmi Saltuk’tan Ahmet Kaya’ya önde gelen müzisyenler tarafından bestelendi, söylendi, “Vurulmuşum”dan “Haberin Var mı?”ya kadar, “Haberin var mı taş duvar/ demir kapı kör pencere/ yastığım ranzam zincirim/ uğruna ölümlere gidip geldiğim/ zulamdaki mahzun resim/ haberin var mı?/ Görüşmecim yeşil soğan göndermiş/ karanfil kokuyor cigaram/ dağlarına bahar gelmiş memleketimin”. Müthiş şiir, herkes bilir ya ben bir kez de burada yazmak istedim.
Vecihi Timuroğlu’ndan Hayri K. Yetik’e, Ahmet Oktay’dan Refik Durbaş’a, başkalarına Ahmed Arif ve şiirini değerlendiren kitaplar da yayımlandı, yakınlarda yitirdiğimiz şair Refik Durbaş’ın Ahmed Arif’le yaptığı nehir söyleşi kitabı Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu (Cumhuriyet Kitapları, 1992) özellikle şairin yaşamına dair çok değerli bir tanıklıktı. Sözgelimi “Diyarbekir Türkçesi”yle yazdığını ben orada okudum, kimi tartışmaları, anlaşmazlıkları, 'feodalite' konusundaki görüşlerine dek pek çok şeyi.
Ahmed Arif’le ilgili son kitap Şeyhmus Diken’den, Ahmed Arif-Abisi Olmak Halkının (İletişim Yayınları, 2018). İsmail Beşikçi’den Ümit Fırat’a tanıklıkların da yer aldığı özel bir kitap, “sadece Diyarbekir’in değil, tüm halkının abisi”olan şair için. “Karanfil yürekli çocuk”, “Kürt hançeri”, “Coğrafya: Anadoluyum ben”, “Hafıza kültüründe ısrar”, “Kalender bir adam”, “Namus işçisi” kitabın bölümlerinden bazıları. İlk ve tek kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim’in tam da 50. yayım yılında yazmış kitabı Şeyhmus Diken.
Efsane olmuş şairlerin yaşamları yapıtlarından ayrılmaz. Onları efsane kılan yaşam ve yapıtlarının bütünlüğü, ayrılmaz, kopmaz oluşudur biraz da. Yalnızca bizim şairlerimize bakmak bile yeterli örnek için: Yahya Kemal’den Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den Attilâ İlhan’a, Can Yücel’den Cemal Süreya’ya...Ve tabii Ahmed Arif’e. O yaşamlar bize şiirlerinin kaynaklarını da verir, duyurur. Düşüncelerinin nasıl biçimlendiğini, alışkanlıklarını, sık kullandıkları seslenişleri, tavırlarını, coğrafî ve bölgesel farklılıkların oluşturduğu algıları, şiirleri anlamamızı kolaylaştırmasa da, şairin şiiriyle ilişkisini kurarken daha açıklayıcı olabilir.
Bunları Ahmed Arif’in açıklama gerektiren bir şiiri olduğu düşüncesiyle yazmıyorum. Ama çocukluğa, gençliğe ilişkin kimi yaşanmışlıkların şiire kazandırdığı ufuk ya da kimi baskıların, kötülüklerin, eza ve cezaların da tıpkı Ahmed Arif örneğinde olduğu gibi şiire yaptığı kötülükleri anlamamızda yardımcı olabilir.
Resimlerle, belgelerle süslenmiş kitabı için Şeyhmus Diken "bir anılar manzumesi" diyor: “Şiiriyle birlikte her anısı, her sözü, kelamı adeta aforizma halini almış usta şairin bilinenlerinin yanında kimi dostlarının dağarında kalmış, belki de unutulayazmış anılarının bir kez daha dile getirilişi.”(agy, s.9)
Halkının hem şairi hem abisi olmuş bir şairin, Yaşar Kemal’in deyişiyle “sesi, sözü bütün Anadolu, Mezopotamya ses ve sözlerinin harmanı” olmuş Ahmed Arif’in güzel hatırasına bir teşekkür de Şeyhmus Diken’den, hepimiz adına.