İpek Türktan | Fotoğraf: Serhat Akavcı
Türk bağımsız tiyatro ve sinemasının önemli isimlerinden İpek Türktan'ın, 1980 yılında doğduğu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Mersin'e Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Çağdaş Dans Topluluğu'nun gelmesiyle sahne sanatlarına hayranlığı başladı.
Çok iyi bir sayısal öğrencisi olan ve ailesi tarafından da o alana yönlendirilen Türktan, ODTÜ biyoloji bölümünü kazanarak Ankara'ya gitti. Öğrenci kartını alır almaz ODTÜ Oyuncuları'nın yerini soran yetenekli oyuncunun öğrenciliği okulun sahnesi de olan mimarlık amfisinde geçti.
Yer aldığı filmlerdeki performanslarıyla 32. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde ve 19. Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazanan Türktan; birçok tiyatro oyununda yer aldı.
Türktan, Mersin'den Ankara'ya ve sonrasında İstanbul'a uzanan tiyatro yolculuğunu, Bir Terennüm ile Öteki Vendik Taciri oyununu, Volkan Çıkıntoğlu ile geçmişi alt üst ettiği Süheyla karakterini ve tiyatroya dair birçok konuyu T24'e anlattı.
- Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım…
1980 Mersin doğumluyum, ailem hâlâ orada yaşıyor. Okulda sıkı bir matematik-fenciydim, burslu okuyordum. Ailemin de desteği, isteği bu yöndeydi. Ama o dönemde Mersin'e, Halk Eğitim Merkezi’ne ODTÜ Çağdaş Dans Topluluğu geldi ve hayran kaldım. Küçüklüğümden beri ben oradaki senfoni konserlerine, operaya falan zaten ilgiliydim, gidiyordum. Ortaokulda da çok haşır neşirdim tiyatroyla, tiyatro grubumuz vardı ve çağdaş danstan çok etkilendim. Ankara’da okuyan kuzenim “Bir de ODTÜ Oyuncuları var çok iyiler ve kesinlikle görmelisin” dedi.
Tam da bu arada Mersin'de bir konservatuar açıldı, şan bölümü vardı ve ben çok gitmek istedim. Annemlere çok yalvardım ama onlar “Hayır kızım, matematik, fen alanında iyisin” dediler ve birden kendim o yarışın içinde buldum. Kolayca girebileceğim bir yer olduğunu düşünüp ODTÜ biyoloji bölümünü yazdım. Okulu kazandım ve öğrenci kartımı alır almaz ilk gittiğim yer ODTÜ Oyuncuları oldu. Mimarlık amfisine bir girdim bir girdim ve oradan bir daha çıkamadım.
Oradaki abilerimin, ablalarımın bütün dediği şeylerden çok etkilendim. Kurum tiyatrosu ne, özel tiyatro ne haberim yok ama onlar “kurum tiyatrosu olmaz” dedikleri için ben de öyle diyerek geziyordum.
Hâlâ öyle düşünüyorum ve hayatımı kariyerimi öyle çizdim. Sürünerek de olsa istediğim işte, istediğim ekiple çalışmaya gayret ediyorum.
- Şu anda bağlı bulunduğunuz bir tiyatro topluluğu var mı?
kumbaracı50’nin Öteki Venedik Taciri oyununda oynuyorum. Yıllardır çok istiyordum, Gülhan Kadim’e sürekli beni de çağırın diyordum. Bir türlü karşılıklı olarak denk getiremiyorduk.
- Pardon böldüm, lütfen devam edin.
ODTÜ’de üçüncü yılımdayken Bilkent Üniversitesi’nin sınavlarına girdim. Sınavı kazanınca aileme “Ben kazandım ve ODTÜ’yü bıraktım” dedim. Onlar da endişeleriyle kabul ettiler, belki de su akacak yolunu bulacak diye düşündüler.
Bilkent’e geçtim, dört yıl okudum sonra belki bitirebilirim diye ODTÜ’ye geri döndüm ama bu sefer de ODTÜ Çağdaş Dans Topluluğu’na girdim. Kısacası biyolojiyi bitiremeyeceğim kesinleşti, ODTÜ’nün etinden sütünden faydalanıp 2006 yılında İstanbul'a Oyun Atölyesi’ne geldim.
Oyun Atölyesi’nde ilk Hırçın Kız oyunun da Vincentio diye yaşlı bir adamı oynadım. Kariyerim yaşlıları oynayarak başladı. Çünkü Oyun Atölyesi’nin giriş sınavında Molière’den bir parça oynamıştım. Tirad'ın içinde genç kız, bir yaşlıya dönüşüp sonra tekrar gençleşiyordu. Belki de performansımdan dolayı Kemal Aydoğan bana yaşlı adam rolünü vermişti.
- O zaman hemen Volkan Çıkıntoğlu ile yaptığınız Gayr-i İhtiyari oyunundaki bir başka yaşlı karakteriniz Süheyla’yı sorayım. Bazı özel gecelerde bu karakteri izleyebiliyoruz ama aktif olarak bir oyununuz yok. Yeniden bunu bir oyun haline getirip, sahnelemeyi planlıyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Çünkü Süheyla içeriden çıkmak için resmen kaburgalarımı tırmalıyor “Çıkmak istiyorum” diye. Gayr-i İhtiyari çok çok severek yaptığım bir işti.
Arkadaşım Mehmet Ali Nuroğlu ve birkaç kişi daha Ayvalık’ta bu yaz yeni bir tiyatro sahnesi Fabrika Ayvalık’ı açacaklar. Aynı zamanda yapımını da üstlenmek istedi Mehmet Ali. Organizasyon ve tanıtımdan hiç anlamadığımı çok iyi bilir. Bu yaz Gayr-i İhtiyari’yi Fabrika Ayvalık’ta tekrar yapmaya başlayacağım. Kışın da İstanbul’da devam etmesini çok istiyorum.
Gayr-i İhtiyari oyun afişi
- Tolga İskit’le beraber hem yaşlı hem de genç karakterlere hayat verdiğiniz Bir Terennüm oyununun ortaya çıkış hikâyesini de hemen burada sorayım…
Malum, yaşlı karakterleri oynamayı sevdiğim için hep “Yaşlanınca yaşlı karakter oynamanın ne manası olacak? Hâlihazırda ne genç ne de yaşlıyken, ikisini de aynı anda gösterebileceğim bir iş olsa ne güzel olur” diye düşünüyordum.
İlk önce kafamdan bir anneanne ve torun hikâyesi geçiyordu. Arkadaşım Şebnem Sönmez’le de hep konuşuyordum. Sonra “ama bunda erkek oyuncu oynayacaksa erkeği de ikna etmek lazım” dedim.
Anneanne gençleşirken, erkek torun yaşlansın, dede ve kız toruna dönüşerek roller değişsin gibi çapraz bir ilişki oluşsun diye düşündüm. Böylelikle erkek oyuncuyu da oyuna ikna etmek kolay olacaktı.
Ben sadece bu fikri buldum ve onun dışında hiçbir şey yoktu elimde. Bu fikri bir oyuna çevirir misin diye sorabileceğim yazar arkadaşlarımı da not aldım. Bu arada Şebnem Sönmez’in de Orchestra Content’in sahibi Mine Şengöz’le bir tiyatro kurma hayali vardı.
Mine Şengöz sayesinde Şebnem Sönmez’in sanat yönetmenliğinde Orchestra Theatre kuruldu ve oyunu çıkarma işi ciddiye bindi.
Firuze Engin yazar olarak soracağım ilk insandı kabul edince havalara uçtum. Çekirdek kadroyu da Şebnem ve Firuze ile kurduk. Erkek oyuncu için Tolga’ya (Tolga İskit) gittik. “Tolga, bir oyun var yaşlanıyoruz, gençleşiyoruz kabul eder misin?” dedik, o da “kabul ederim” dedi, sonra Gülhan’ı (Gülhan Kadim) aradık “yönetir misin” diye, metni görmeden kabul etti. Sonra Firuze metni yazdı, provalar falan derken böyle bir oyun çıktı.
Firuze hemen büyük bir araştırmaya girişti. Abartmayayım ama önümüze Ahmet Hamdi Tanpınar külliyatı gibi bir metin koydu. Enteresan tarihi ve ailevi olaylarla bezenmiş muhteşem bir metindi. Fakat onu o şekilde sahnelemek çok uzun olacaktı. Kısmamız, kesmemiz, bazı karakterleri, bazı olayları çıkarmamız gerekti ve bu hale geldi.
İpek Türktan | Bir Terennüm oyunu
- Politik birtakım olguları veya oyunda görmediğimiz ama adını sıkça duyduğumuz Seyhan karakterini de göz önüne aldığımızda bunu sormak ihtiyacı hissettim. Siz Bir Terennüm oyununu nasıl tanımlarsınız veya nerede konumlandırıyorsunuz?
Aslında politik bir dokundurması yok. Daha doğrusu oyunun hiçbir şeye dokunma gayesi yok. Ali İhsan karakteri de her yurdum insanın yaşayabileceği aldatma, boşanma gibi evreleri yaşamış sonra geri dönmüş, evet belki içinde bir ukte kalmış ama güzel bir hayat yaşamış.
Keza Seniha karakteri de âşık olduğu adam kız kardeşiyle evlenmesine rağmen bir bestekarın eşi olarak hep gün yüzü görmüş.
Hatta oyunun hiçbir konuya değinmiyor olmasının da değindiği özel bir şey olduğunu düşünüyorum.
Ben Bir Terennüm’ü bir sulu boya gibi tasvir edebilirim. Kendi içinde şekillenen hafif renkler bırakıyor ortaya ve geçip gidiyor.
- Bir Terennüm oyunundaki karakter geçişlerinizin pürüzsüz olması hangi dönemde olduğumuza dair aklımızda hiçbir şüphe bırakmıyor. Bu gençten ihtiyara ya da tam tersi geçişler çok zor değil mi?
Aslında hiç öyle özel bir tarafı yok. Geçiş çok kolay aslında, her oyuncu bunu kendi yöntemi ile kolayca yapabilir. Şu anda bile gösterebilirim. (Yaşlı Seniha karakterinden genç torun Sevgi karakterine geçiş yapıyor)
Tolga (Tolga İskit) ile ona şaşırıyoruz. Çok önemli isimler bile “Geçişlerde zorlanmıyor musunuz” diye sordu. Bunu bir engelli koşu gibi düşünün. Atlet koşuyor engeli geçecek ve zaten orası ezberinde. Asıl aralar bizi zorluyor.
Üç gece önce hiç de geçişin olmadığı bir anda tökezledim, track geldi ve Tolga kurtardı. Allah’tan Seniha karakterini oynarken oldu. Seniha karakteri demans hastası olduğu için oyuncu olarak repliğimi unuttuğumu saklamak bir nebze daha kolay oldu.
Geçişler problem değil. Asıl sürekli oyunun içinde kalabilmek. Oyunun akması, akışı sağlamak çok önemli. Geçişli geçişiz her oyun için bu geçerli.
Tolga İskit ve İpek Türktan | Bir Terennüm oyunu
- Mırıldanmak veya alçak sesle şarkı söyleme anlamlarına gelen Terennüm kelimesinin oyunun adında kullanılmasının özel bir sebebi var mıydı?
Evet, vardı. Biz uzun bir süre oyuna bir isim bulamadık. İlk önce “Oyundaki şarkıda geçen ‘Düm-dere-la-dır’ bölümü mü olsa?” dedi Şebnem Sönmez.
Sonra insanlar karıştırır, nasıl diyeceklerini bilemezler, unuturlar, akılda kalmaz derken vazgeçildi ama afiş basılacak ama hâlâ bir isim bulamadık. Sonra Firuze Engin ve Çağdaş diye bir arkadaşımız otururken Çağdaş, “‘Dümdereladır’ bir terennümdür” deyince Firuze Bir Terennüm ismini seçti.
Bence oyunun ismi, oyunu çok güzel anlatıyor. Bu seslerde herkes başka bir şey hissediyor ama ortak bir noktaya da kesinlikle dokunuyor. Türk müziğinde böyle bir şey var. Terennümler her zaman tarihi olmayan ancak hissedilebilen bir yere dokunuyor.
- Oyunun yönetmeni ise Gülhan Kadim…
Bu arada Gülhan'ın hakkını hiç geçemem, muhteşem bir yönetmen. Oyuncu, yazar, dekor ve sahne ile iletişimi bizi her zaman ayakta tuttu.
Bazen “Ah yapamıyoruz, olmayacak” dediğimizde Gülhan, ertesi gün yeni bir fikirle gelerek oyunun çatısını da değiştirdi.
Gülhan Kadim
- Gülhan Kadim’den konu açılmışken ocak ayında prömiyerini yapan İsmail Sağır’ın uyarlayıp yönettiği kumbaracı50’nin yeni oyunu Öteki Venedik Taciri’ni de konuşalım. Orada Portia karakterine can veriyorsunuz. Ben oyuna dair ilk olarak şunu sormak istiyorum. Yakın zamanda yapılan Kurak Günler, Karanlık Gece gibi filmler ve Öteki Venedik Taciri oyunu linç kültürüne dikkat çeken işler. Bu konunun şimdilerde sıkça işlenmesini neye bağlıyorsunuz?
Bence bu ortak bilinç. Şu anda havada bu esiyor ve çok fazla etkiliyor bizi. Farkına varmasak da bunu soluyoruz.
Bu zaten İsmail'in (İsmail Sağır) iki yıldır kafasında dönen bir fikir. Özellikle bir baba oğul çatışmasından ben bunu çıkarayım diye uyarladığı Shakespeare’in Venedik Taciri’ni tamamen dönüştürdü. Mesela Lancelo ve Jessica karakterlerinin yerine bir erkek evlat ekledi.
Bilinçli olarak böyle bir film yapıldı ben de üstüne tiyatroda böyle bir şey yapayım dendiğini hiç sanmıyorum. Ama bu ortak bir çorba hepimiz aynı havayı soluyoruz. Kısacası bu dertlerle yoğruluyoruz ve bu dertleri kusuyoruz.
TIKLAYIN | Tiyatrocu İsmail Sağır: Ayda 10 oyun oynamam lazım ki asgari ücrete yakın bir şey elime geçsin!
- Bu tür klasik metinlerin uyarlaması önünüze geldiğinde hiç çekinceleriniz oluyor mu?
Tabii, özellikle Shakespeare sorulduğunda ben çok korkuyorum. Ancak “Kırkıma geldim. Portia rolünü bir daha ne zaman oynayacağım?” diye düşünmedim de değil.
Ama dediğim gibi Shakespeare uyarlamasından çok korktum. Hatta öyle korktum ki İsmail başta “6-7 Eylül olaylarını incelemek ve bunun üzerine gitmek istiyorum” dediğinde ben, “6-7 Eylül olaylarıyla ilgili yeni bir metin yazsak işimiz daha kolay olur” dedim.
Ancak iş gayet iyi kotarıldı. İsmail metni baya dönüştürdü. Bir de prova süresince de sahneler, mekanlar, atmosfer yaratımı çok dönüştü. Provaların son iki haftasında bu halini aldı.
Yiğit Sertdemir ve İpek Türktan | Öteki Venedik Taciri oyunu
- Öteki Venedik Taciri’nde Yiğit Sertdemir gibi çok önemli bir yönetmen de oyuncu olarak yer alıyor, çok tecrübeli bir oyuncu olarak siz varsınız ve bu oyun sonuçta birçok önemli ismin yer aldığı kumbaracı50 oyunu. Burada uyarlayan ve yöneten olarak İsmail Sağır’a teslim mi oldunuz yoksa kolektif bir ruhla mı çalıştınız?
Benim kumbaracı50’deki ilk oyunum. Ama kumbaracı50 her zaman kolektif çalışıyor. İsmail bunu net bir şekilde “Bir deli kuyuya taş attı. Yirmi akıllı onu çıkarmaya çalışacak” diye ifade etti.
Dramaturg Sinem Özlek dahil oldu. İkinci bir göz olarak Gülhan Kadim eklendi ve hâlâ bazı tercihler değişebiliyor, yaşayan organik bir oyun var.
Yiğit Sertdemir “Portia karakterine başka Shakespeare metinlerinden bir şey mi eklesek” dedi. Hırçın Kız’dan bir pasaj ekledik mesela.
İsmail de zaten oyuncunun rahatını düşünen bir yönetmen. Oyuncunun içine sinmeyen bir şey varsa son derece yapıcı çalışan biri.
TIKLAYIN | Tiyatrocu Yiğit Sertdemir: Yasların en güzeli sıradan hayatı öldürmektir, o zaman yas büyük bir kutlamaya dönüyor
- Oyuncu olarak direktif veren yönetmenle çalışmayı mı yoksa kolektif bir işte yer almayı mı daha çok tercih edersiniz?
İkisinin de zorlukları ve kolaylıkları var. Eğer yönetmenin de seni çok iyi tanıdığına eminsen teslim olmak gibisi yok. Bu sinemada da tiyatroda da geçerli. Ağzından çıkan her şeye zaten tamam deyip teslim olabiliyorsun.
Bazen de teslim oldum sanıyorsun ama teslim olmamışsın. Bir süre sonra provaların ortalarına geldiğinde görüyorsun ki aslında direnç gösteriyorsun.
Kolektifte ise hep beraber bir savaşa girişiyorsun, o muhteşem bir şey. Ekip arkadaşıyız ve girdik bir yola alnımızın akıyla çıkacağız hissi de çok güzel.
Öteki Venedik Taciri kolektif bir iş olsa da sonuç olarak İsmail’in yönlendirmesiyle ortaya çıktı. İsmail’in hakkını da vermek gerekir.
Mesela Mehmet Ergen çok serbest bırakan bir yönetmendir. O da oyuncuyu tamamen serbest bırakır, sana güveniyorum der ve sadece birkaç kilit şey söyler. Ama işin sonunda bir bakmışsın Mehmet’in dediği olmuş. Çünkü diyeceğini zaten olması gereken yerde söylemiş.
İpek Türktan ve Deniz Danışoğlu | Öteki Venedik Taciri oyunu
- Mehmet Ergen deyince aklıma 1923 müzikali geldi ve çok büyük bir işti. Sizin için büyük prodüksiyonlar mı yoksa bağımsız tiyatro mu?
Ben bağımsız tiyatroda oynamayı seviyorum, büyük prodüksiyonlar içinde yer almayı hiç hayal etmedim. Hatta izlemeyi de pek sevmiyorum. Eski kayıt klasik müzikalleri izlemek gerçekten güzel ama üzülerek söylüyorum Türkiye'de izlediğim hiçbir tanesinden şimdiye kadar tatmin olmadım.
Belki İtalya’da yaşıyor olsaydım bir müzikalde ya da operada çalışmak isterdim. Türkiye’de kendimi rahat hissedebileceğim tek kanal bağımsız tiyatrolar. Bağımsız tiyatro çok daha samimi ve gerçek. O yüzden de bütün özel tiyatroları gezdim herhalde.
Prodüksiyon tiyatrosu olarak Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’da oynadım orada da dört ünlü isim ve ben vardım. Dört ünlü bir ünsüzü götürür diye beni de aldılar herhalde. (Gülüyor) Evet, eğlendim belki ama bağımsız tiyatrodan aldığım hazzı alamıyorum.
Kariyerimi parasızlığı göz önüne alarak bunun üzerine kurdum. Şimdi baktığımda geçmişimi bağımsız tiyatroya yatırmışım.
- Bir de büyük prodüksiyonlar maddi olarak ulaşılabilir değil, bin 995 liraya bilet satan oyunlar var.
Büyük bir prodüksiyonda oynuyor olsaydım, ben oynadığım oyuna bilet alamazdım. Şu anda oynayanlar da alamaz. Kaşeler buna yetmez çünkü bilet fiyatı zaten ortada.
Hatta Oyun Atölyesi’ndeyken pandemi döneminde kendi aramızda yaptığımız bir geyikti bu. Aramızda “Biz şu anda kendi oyunumuza bilet alamıyoruz” diyorduk.
İKSV İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Pina Bausch Dans Topluluğu geldi Café Müller oyunu için Gülhan Kadim’in söylemesiyle indirimli dönemde bilet aldım. Dizide oynamazsam, tiyatrodan kazandığımla festival kapsamında Türkiye’ye gelen oyunları ben de karşılayamıyorum.
- Devletin kültür-sanatla mesafesi, kültür-sanata desteği nasıl olmalı? Kısacası devletin tiyatrosu olur mu?
Bence olmaz çünkü her gelen hükûmet sanata kendi tercihlerini, kendi bakış açısını ister istemez yansıtacaktır. O yüzden olmaz. İktidara CHP de gelse MHP de gelse kendi fikrini yansıtacak.
“Doğu illerinde biz nasıl tiyatro yapacağız?” diye karşı bir argümanla gelebilirler. Yurtdışındaki örneklerinde olduğu gibi fonlar oradaki yerel tiyatrolara aktarılabilir. Mesela Amed Şehir Tiyatrosu’nda keşke Kürtlere kendi dillerinde, kendi işlerini yapabilme özgürlüğü verilse. Sürekli yasaklarla mücadele ediyorlar, keşke fon aktarılsa, Kürtçe dili ve yazımı da gelişse.
- Günümüz konjonktüründe toplumu eleştiren veya politik bir metin önünüze gelse nasıl bir tavır alırsınız?
Tam olarak “Çok teşekkürler, harika bir metin yazmışsınız ama ben bu rolde kendimi göremedim” derim. Bu oyuncular arasında kibarca bir işi reddetme yolu. Direkt söylev içeren politik bir metin içinde yer almak istemem. Onun yerine politikacı olurdum.
Benim işim ve görevim zaten bunu dönüştürebilmek. Dedi mi, demedi mi belirsizliğini verebilmek.
Zaten yaptığımız işin kendisi yeterince politik. Bir Terennüm oyununda da öyle, mesela Şen Dullar’da da oynasam ister istemez bir yerlere gönderme yapıyorsun.
Dikte ettiğimizde yine bizimle aynı görüşteki insanlar izliyor, eleştirdiğimiz insanlar gelmiyor. Mesela Bir Terennüm’e gelen seyirci yelpazesi giderek gelişiyor, buna seviniyorum. Keza Erdem Şenocak’ın Tehlike Oyunlar’ına bir ara daha çok muhafazakâr kesimden insanlar gelmeye başlamıştı. Oğuz Atay’ı sevmeye başladılar. Umarım bundan sonra da toplumun altında akan ortak nehri besleyecek, büyütecek işler içinde yer alırım.
VİDEO SÖYLEŞİ | 'Anadolu Leoparı' T24'te: Modernite her tarafıyla bizi çeviriyor ama içsel yolculuğumuz