20 Mart 2024

Yapımcı Sevilay Demirci: Salonlardan önce bağımsız sinemacıları çıkardılar

"Bizim idari ya da denetleme kurumlarımız birtakım şeylere gözlerini kapatmış"

Türkiye sinema dünyası, yapımcı ve dağıtımcı ilişkileri konusunda çalkantılı günlerden geçiyor. Yeni gelişmeler şimdiye dek net olarak masaya yatırılmayan bu sorunun sektörde tüm taraflarca acilen açıkça konuşulması gerektiğini gözler önüne seriyor. Konuyu sektörün en önemli meslek örgütlerinden Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği (SEYAP) yönetim kurulundan yapımcılar Sevilay Demirci, Serkan Çakarer ve Yamaç Okur ile konuştuk.

- Birkaç gündür sinema dağıtım şirketleri ve işleyişleri hakkında iddialar gündemde yer alıyor. Öncelikle dağıtım konusundaki görüşlerinizi alarak başlamak isterim…

Sevilay Demirci: Salonlara girememek hakikaten uzun süredir bağımsız sinemacıların yaşadığı bir durum. Aslında önce biz bağımsız sinemacılar çıkartıldık salonlardan. Bunun belgeselini de yapmıştık. Geçmişte SEYAP olarak bu sorunla ilgili birkaç kez Rekabet Kurulu'na gittik. Filmlerin sinema salonlarında yer bulamaması konusu hep gündemimizde. Son dönemde artık çoğu bağımsız sinemacı salonlardan uzaklaştırıldı. "Başka Sinema"nın özel gösterimlerindeyiz. Filmlerimizin "Başka Sinema"da çok küçük seanslara sıkışması bu sistemin sonucu.

Sevilay Demirci

- İşleyişe dair bu tip söylentileri duyuyor muydunuz? Korku filmlerinin gizli ortakları arasında dağıtımcılar arasından isimlerin olduğu ve bu şekilde salon bulmaları gibi olaylar konuşuluyor muydu?

Yamaç Okur: Ben duymadım. Ama Türkiye'de biliyorsunuz rüşvet, çok açıkça her alanda konuşulabiliyor. Burada sinema ve televizyon sektörünün nasiplenmemesi çok mümkün gelmiyor. Fizik kurallarına aykırı. Dolayısıyla hani bilmiyor olabiliriz ama bu bunların olmayacağı anlamına gelmez. Söyleşilerinizde yer alan görüşleri okudum. Bunlar ağır ithamlar. Bunların üzerine çok titizlikle ve sektörel iş birliğiyle gidilmesi gerekir.

- Bu olaylar neyin sonucu sizce?

Yamaç Okur: Bu konuyu konuşurken buraya nasıl gelindiğine bakmak gerekiyor. Pazar yapısına baktığımızda sinema işletmeciliği tarafında aynı grup, sinema salonu sayısında ve cirosunda pazarın yarısından fazlasına sahip. Biz bu konuyla ilgili meslek birliklerinde çalışmalar yaptık. Aslında iki ayrı grup vardı bunlar birleşti. O birleşme döneminde Rekabet Kurumu'na gittik. Bunun birtakım kurallarının olması lazımdı. Şeffaf bir şekilde yürümesi lazımdı fakat pek öyle yürümedi. Aynı grup daha sonrasında dağıtımcılığa yöneldi. Dolayısıyla sinema salonları olan grubun iki ayrı dağıtım şirketi var. Bir dönem yapımcılık, ithalatçılık yaptılar. Yapımcılıkları belki kendi şirketlerinin üzerinden yürümemiş olabilir ama paravan şirketler üzerinden bunun yapıldığına dair piyasada duyumlar geliyordu. Hem yapımcılık, sinema salonu işletmeciliği, hem sinema reklamcılığı yapılıyor diye.

"İdari ya da denetleme kurumlarımız gözlerini kapatmış"

- Peki gişede başarı kazanması beklenen filmlere bile salon verilmemesini nasıl yorumluyordunuz?

Serkan Çakarer: Sizin röportajınızda rüşvetten daha rezalet bir durum var. Yamaç Okur'un söylediklerine ben de katkı yapayım. Orada 300 bin gibi bir meblağdan bahsediliyor. Hani rüşvetin küçüğü büyüğü olmaz ama bence oradan daha korkunç olan bir şey var. Burada 1-2 tane kötü niyetli insanın ve onların kişilik zafiyetinden kaynaklanmış gibi görünüyor. Halbuki yapısal bir problem var. Siz, sinema salonu sahibi bir zincire, dağıtım ve film yapma yetkisi verdiğiniz zaman şöyle bir matematik durumu ortaya çıkıyor. O dağıtımcı ve sinema salonu sahibi şirketin yaptığı filmin bütün bilet geliri kendisine kalıyor. Halbuki benim bir filmimi ya da sizin röportajda geçen arkadaşların filmlerini dağıttığı zaman bilet gelirinin sadece yarısını elde etmiş oluyor. Dolayısıyla da kendi filmlerinden yatırımı geri alabilmesi için öbür filmlerin yarısı kadar seyirci yapması bile yeterli oluyor. Bence buradaki yapısal sorunda aslında Sinema Genel Müdürlüğü, Rekabet Kurumu sorunun paydaşları. Sevilay'ın dediği gibi biz bu kurumlara gittik. Ama burada olaya, yabancı bir şirket burada yatırım yapılsın diye gelmiş diye bakılıyor. Bizim idari ya da denetleme kurumlarımız birtakım şeylere gözlerini kapatmış.

- Peki neden şimdi ortaya çıktı tüm bunlar?

Serkan Çakarer: Niye şimdi böyle bir anda ortaya döküldü bu kirli çamaşırlar? Onun da iki tane sebebi var. İlki Covid'den sonra pasta küçüldü. Eskiden o pastada ve çarkın içinde bir sürü insan yolunu buluyordu. Sinema seyircisi yarıya inmiş durumda. Sebeplerin arasında bu da var. Bir de şöyle bir analiz yapmak gerekir. Bakanlık son bir yıl içinde iki tane icraat yaptı. Birbiriyle bağlantısız gibi gözükse de şimdi sizin bu araştırmayı da koyunca fotoğraf tamamlanıyor. İlk icraat rüsumun sıfırlanmasıydı. Rüsumun sıfırlanması demek biletten alınan vergilerin kaldırılması anlamına geliyor. Bu da fiili olarak sinema salonu sahiplerine ve daha çok da ana akım yapımcıların lehine bir durumdu. İkinci yapılan icraat neydi? Geçenlerde 15 gün kadar evvel promosyon yasağı aslında kaldırıldı. Bu da sinema salonu sahipleri ile gene ana akım yapımcılara yarayan bir şey. Kurum bileti gibi bir şey icat edilip oradan deliniyor. Şimdi röportajda isyan eden adam diyor ki; siz bu rüsumları sıfırlıyorsunuz, promosyon yasağını kaldırıyorsunuz ve ben salonlarda vizyona giremiyorum. Bu icraatlardan faydalanmak için vizyona girebilmek gerek.

Yamaç Okur

"Bağımsız sinemanın durumu rezalet"

- İlgili kamu kurumlarının ne yapması gerekir?

Serkan Acarer: Ankara'daki normal politika üreten insanların da böyle 3-5 tane yapımcıyı ve 15-20 filmi etkileyecek şeyleri değil genel anlamda bütüne etki edecek politikalar üretmeleri gerek. Şu anda vizyona yılda yerli 150-200 tane film giriyor. Sadece 15-20 tanesini etkileyecek çözümler görüldüğü gibi yaraya merhem olmuyor. Bağımsız sinemanın durumu zaten rezalet. Ankara'da genelde ana akım sinema ile bağımsız sinemayı ayırmak gibi bir eğilim var. İşte sizin derdiniz başka ana akımın derdi diye düşünülüyor. Halbuki bence daha total biçimde sinema nasıl kurtulur, nasıl bulunduğu ortamdan çıkarılır ve nasıl hak ettiği potansiyele kavuşur diye akıl yürütmek lazım gibi geliyor bana.

- Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yamaç Okur: Sorduğunuz sorunun aslında yanıtı normalde piyasanın kendi dengesi içerisinde, kapitalizmin kendi kuralları içerisinde. Bunun olmaması gerekiyor aslında. Şu andaki sistemde Sinema Genel Müdürlüğü, yapımcı ve dağıtımcı hangi salonda, kaç gişe yaptığını görebiliyor. Sinema salonu daha fazla seyircinin tabii ki filme gitmesini ister. Yapımcı da bunu ister dolayısıyla aslında çok basit bir sistem var. Bu data genel müdür tarafından da görülmekte ve kontrol edilmekte. Bu konuda herhalde bir iç denetim eksikliği de var. Yani Koreli grup Türkiye'de büyük bir satın alma yaptı. Muhtemelen Türkiye'ye ondan sonra daha büyük bir para yurt dışından gelmedi diye biliyorum. Ama ardından hem iç pazarda gruba verilen sözlerin tutulmaması hem piyasanın değişen koşulları sonucu gişe rakamları çok zayıfladı. Ve belli ki bir iç denetim sorunu da var. Aslında böyle bir durumda grup tarafından "Biz bununla ilgili gerekli kendi işlemimizi yapıyoruz, önlemleri alacağız" denmesi gerekli.

"Çıkar çatışması olmaması mümkün değil"

- Sorun olması kaçınılmaz diyorsunuz?

Yamaç Okur: Bir şirket aynı anda dağıtımcılık, yapımcılık, gizli yapımcılık ve sinema salonu işletmeciliği yapıyorsa burada bir çıkar çatışması olmaması mümkün değil. İşin doğası.

- Dünyada işleyiş nasıl?

Serkan Çakarer: Amerika'da 50- 100 yıl önce çıkmış bir kanunla oradaki şirketlere ya yapımcılık yapacaksınız ya film dağıtacaksınız ya da salon sahibi olacaksınız deniliyor. Temel sorun sistemle ilgili denetleme mekanizması ile işte bu bizim dikey kartelleşme dediğimiz yapının içinde hem sinema salonu hem dağıtımcı hem yapımcının aynı olması durumunda. Orada Ahmet'in yerine Mehmet'i getirseniz o yapının içinde zehirlenmemesi mümkün değil. Bu sistem zaten böyle ilişkiler üretir.

Serkan Çakarer

- Rekabet Kurulu ya da Sinema Genel Müdürlüğü ile görüşmeler yapmayı planlıyor musunuz? Hani o yanıt alamadığınız geçmişteki sorularını da yanıtlarını almak için…

Yamaç Okur: Biz Sinema Genel Müdürlüğü ile aynı şekilde Telif Hakları Genel Müdürlüğü ile de iletişim halindeyiz. Şu anda bu konu bizim için de yeni ancak takip ediyoruz. Bununla ilgili ürettiğimiz bazı raporlar var ama açıklamalarla ilgili için biraz beklemek lazım.

- Sevilay hanım siz neler söylersiniz?

Sevilay Demirci: Pandemi öncesinde bir pop corn yasası çıkartıldı ve bir yasaklama getirildi. Pandemi sonrasında bizim sinemacı dediğimiz sinema üreten gruplar dijitale içerik üretmeye başladılar. Onların o bıraktıkları ve üretmedikleri aşamada küçük küçük bir sürü yapım şirketi, projeler, dışarıdan yatırımlar ortaya çıktı. Bunlar gerçek sinema üreticileri de değildi aslında. Birdenbire bir patlama oldu. Küçük küçük ve kötü filmler ortaya çıktı. Bunlarda bu sistemin içine girdiler. Mars'ta 5 yıl önce görüşme yaptığımız bir yönetici ile konuştuk. Şunu söyledi; "İki büyük şirket var. Bana onların listesinde gelin. Ben onlarla anlaşma yaptım, onlarla film yapacağım". Ancak bu filmlerin senaryoları ve kimin çekeceği belli değildi. Sistem 10 ondan alacağım 5 bundan buradan alacağım diye kurulmuş. Bu sistem zaten baştan yanlış.

"Meseleye sektör açısından bakıyoruz"

Serkan Çakarer: Bu tercih edilmiş bir yöntem. Ankara bunu bir kalkınma modeli olarak tercih etti. Büyük bir yatırım buraya gelsin, bu salonları alsın ve başka içeriklere de yatırım yapar diye düşündüler. Şunu unutmayın biz meseleye sektör açısından bakıyoruz. Ankara'daki Rekabet Kurulu da olaya tüketici tarafından bakıyor. Bu birleşmeyi sektöre verdiği zarar üzerinden okumuyor. Böyle bir birleşme bilet fiyatlarında bir etki yaratır mı diye bakıyor. Şu anda da dediğim gibi pasta artık inanılmaz küçük. Geçen sene vizyona giren filmlerin yapım şirketlerine baktık yüzde 80'i yapımcı meslek birliği üyesi değil. Bu da Ankara tarafından umursanan bir şey değil. Filmler bir tek içerik konusunda denetleniyor. Fakat o içeriği kimin ürettiği, nasıl dağıtıldığı ya da insanlara sunulması konusunda bir konsantrasyon, perspektif ya da bir vizyonun yok maalesef.

Yazarın Diğer Yazıları

Uğur Yücel: Beyoğlu bir patetik sonattır, kulak verirsen için parçalanır

"Binlerce yıldır insanları esaret altına almış ve bizler tarafından kimsesizler mezarlığına gömülmüş bir abideyi, İstanbul'u simgeler Beyoğlu"

Aylin Aslım: Olmayan bir kültürün hegemonyasını yaratamazsın

"Neyi başaramadılar biliyor musunuz? Yolu kültür sanatla hiç kesişmeyenlerin dahi hırsla arzuladığı o 'kültürel hegemonya'yı yaratmayı"

Cem Selcen: Beyoğlu direniyorsa olur

Cem Selcen, "Beyoğlu herhangi bir yer değildir" diyor. Beyoğlu kültürünü bir simge olarak gören Selcen, Refah Partili Beyoğlu Belediyesi'nin 90'larda meyhanelerin siyah perde ile kapatılması çağrısına bir Beyoğlu Festivali ile yanıt verdiklerini ifade ediyor