18 Mart 2024

Ezel Akay: Sinema, sanatçılar ve tüccarlar arasındaki savaş

"Vizyonda 150 salonda gösterileceğinin sözünü verdiler. Gerçekten de sözmüş, sözleşmeye yazılmadığını sonradan öğrendim"

Ezel Akay

Yönetmen ve yapımcı Ezel Akay, Türkiye’deki film dağıtım sisteminden mustarip isimlerden. Son filmi “Osman 8”in dağıtımcısı tarafından az sayıda salon ve seansta gösterilmesi nedeniyle ticari başarısızlığa uğradığını ifade ediyor. Ezel Akay, sinema sektörünün dağıtım sorununun uzun zamandır olduğunu belirterek gündemdeki iddialara ilişkin olarak, “Rüşvet konusunu hep duyuyoruz. Televizyon kanallarının yöneticileri, hatta dijital kanalların yöneticileri için bile böyle söylentiler var” diyerek konunun çok daha derin olduğunun altını çiziyor. Akay sorularımızı yanıtladı.

- Türkiye’de sinemada film dağıtımı konusunda özellikle film yapımcıları tarafından sürekli dile getirilen eleştiriler konusunda neler söylersiniz?

Bütün dünyada dağıtımcılar konusunda yakınmayan hiçbir sinemacı, yapımcı, yönetmen yoktur maalesef. Sinema endüstrisinin en “ticari” bölgesi dağıtım, sanatçılar ve tüccarlar arasındaki en hararetli tartışmaların, savaşların yer aldığı alan da bu alan. Milyonlarca lira harcayarak film yapıyorsunuz ve “dağıtılmıyor!” Koca perdeler için yaptığınız, insanlar bir araya gelip hep birlikte gülüp ağlasınlar, birbirlerine sorup anlasınlar diye yaptığınız filmlerin bir cep telefonundan, bilgisayar ekranından ya da hadi, bir akıllı televizyondan, ama yine yalnız başına izlenmesine razı olmak durumundasınız. Birçok ülkede buna çareler üretilmiş, ama mücadele sürüyor.

- Türkiye’de çare üretiliyor mu?

Türkiye’deki dağıtım tekeli geçtiğimiz son 2-3 yılda biraz kırılmaya başladı, ama çok zayıf bir kırılma. 79 ilde toplamda 368 sinema ve 2.129 perde var. Nüfusa göre salon sayısı az. Biletler 120-300 TL arasında. Durum berbat, bir de buna dağıtım firmalarının filmlerin vizyon hayatını neredeyse 1 haftaya indiren telaşları, vicdansızlıkları ya da kararsızlıkları ekleniyor. 150 salonda çıkıp da ancak 3-4 haftada 10 bin seyirci toplayan bir filmin (kalitesi de feci düşük) perde sayısına dağıtımcılar nasıl karar veriyor, hayret etmek -ve de tabii şüphelenmek- durumunda kalıyorum.

“Dağıtımcıların rüşvet aldıklarını hep duyuyoruz”

- Dağıtımcılara rüşvet vererek filmini vizyona sokup para kazandığını iddia eden kişiler var. Bu konu hakkında neler söylersiniz?

Hani dedim ya “Şüphelenmek durumunda kalıyorum…” İşte bu, o! Bu toplumun en belalı kara-kültürü rüşvetin, bizim sektöre de sızacağını valla akıl edemezdim. Dağıtım şirketlerinin yöneticilerinin filmleri vizyona sokmak, salon sayısını yüksek tutmak, vizyon süresini uzatmak için rüşvet aldıklarını hep duyuyoruz. Her yerde dedikoduları yapılıyor. Televizyon kanallarının yöneticileri, hatta dijital kanalların yöneticileri için bile böyle söylentiler var. Söylenti sözünü nezaketimden dolayı kullanıyorum tabii. Ama işin daha garibi, şirketlerin sahiplerinin bu duruma göz yummaları. “Yesin ama işimi yapsın” mantığı inanılır gibi değil. Rüşvet alıp verenler o kadar güçlendiler ve etraflarındaki suç ortaklarını öyle çoğalttılar ki, patronları tehdit edecek hale geldiler büyük ihtimal. Ama kesinlikle ticaretin yararına çalışmıyor bu pis kültür. Yavaş yavaş salonlar seyirci kaybediyor, TV’ler izleyici, dijital kanallar abone kaybediyorlar. Film konuları çeşitliliğini kaybediyor, “aynı şeyler” izlemekten seyirci bıkıyor. Yaratıcılar da çaresiz sürekli aynı klişelerle film üretiyorlar.

- Siz de yönetmen kimliğinizin yanında yapımcılık da yaptınız, yapıyorsunuz. En son vizyona giren “Osman 8” isimli filminiz yeterli salon bulamadığı için seyirci ile buluşamadı. Orada nasıl bir süreç izlendi ve neler oldu?

Tabii, birkaç mesele var “Osman 8”in vizyonuyla ilgili. Popüler formatta bir filmin vizyon zamanlaması önemli. Biz Covid sonrası girmek zorunda kaldık vizyona. Nisan ayında vizyona girdi filmimiz. Oysa mart ortası dağıtıma girmiş “Bergen” filmi olağanüstü sayıda (bin 100 salon/perde) salonda gösterime girerek birçok filmden “yer kaptı.” Bu da yine dağıtımcıların “Bir an önce ne kadar hızla para toplarsak o kadar iyi” zihniyetinin bir parçası. “Bergen”, şüphesiz rejisi iyi, seyircinin yüreklerine dokunan, tanıtımı çok iyi yapılmış popüler bir filmdi. Daha düşük perde sayısıyla da aynı sürede (28 hafta) 5,5 milyon seyirciyi toplardı. Böylece başka filmler de en çok film izlenen sezonda vizyona girebilir ve gişeye ortak olabilirdi. Yani aslında o yılın toplam Türk filmleri cirosunun da daha düşük olmasına neden oldu dağıtımcılar…

Ezel Akay'ın Osman 8 filminin afişi

“150 salon sözü verip 55 salona indirdiler”

- Osman 8’in yeterli sayıda salon bulamayıp hızlıca vizyona veda etmesinin nedeni yanlış zamanlama mı?

Israrlarıma rağmen yapımcı nisan başında sinemalara girmek istedi. Ben 8 filmin yapımcılığını (bazılarının yönetmenliğini de) yaptım. “Hacivat Karagöz” dışında hiçbiri batmadı, dağıtıldı, para kazandı. Bir tek “Osman 8”in yapımında en ufak dahlim olmadı ve maalesef bütün iyi niyetine rağmen yapımcımız büyük acemilikler yaptı ve “kurtlara yem” olmaktan kurtulamadı. “Osman 8”, pek benzeri olmayan bir hikayeye, müthiş iyi oyunculuklara, nefis bir müzik tasarımına, harika bir sanat yönetimi ve görüntü yönetimine sahip, eğlenceli bir filmdir bence.

- Kimdi dağıtımcınız ve vizyon öncesinde izlediklerinde size verdikleri söz neydi?

Mars Dağıtım’dı. “Osman 8”i dağıtım öncesi izleyip “harika” buldular. Vizyonda 150 salonda gösterileceğinin sözünü verdiler. Gerçekten de sözmüş, sözleşmeye yazılmadığını sonradan öğrendim. Dağıtıma başladılar. Ancak son anda Mars Dağıtım filmin ilk hafta 55 sinemada vizyona gireceğini söyledi. Bunu öğrenince şok oldum.

- Peki tüm salonlarda gün boyu gösterildi mi?

Hayır, birçok salonda “yer olmadığı için” sadece 2 seans oynayacağını öğrendik. Filmin “haftası bitmeden” salonların yarısından çıkacağı kesinleşince yapımcımız filmi dağıtımdan çekti. Filmin kaderi hakkında en ufak bir bilgim yok! Sanırım bir daha yapımına dahil olmadığım hiçbir projede yönetmenlik yapmamam gerekiyor. Bir yönetmen buna mecbur edilmemeli tabii…

- Sizin gibi bir deneyimli bir yönetmenin bile filmine salon bulamaması ne demek?

Valla “benim gibi yönetmen” bol! Genel olarak yapımcılar, salon sahipleri ve dağıtımcıların “sempatik bulduğu”, “iyi yönetmen” saydığı, “saygı gösterdiği” yönetmenlerdenim ben! Bunların hiçbiri benim filmlerimi çok salonda ve uzun süre tutma kararını verdirmiyor dağıtımcılara. Halbuki popülist değil ama popüler formatlı filmler yapıyorum, yaptım, yapacağım inşallah!

“Dağıtımcılar kaypak davranıyor”

- Filmlerinizin vizyon süreleri hakkında neler söylersiniz?

Salonlarda şimdiye kadar sadece sevgili oyuncularımın yüzü suyu hürmetine yer bulabildim. Bence asla hak ettiği sayıda ve sürede salon bulamadı filmlerim. Hem dağıtımcılar kaypak davranıyorlar hem de filmlerin reklam-tanıtım bütçelerine katılmıyorlar. Neredeyse filmin bütçesinin en az yarısı kadar bu işe bütçe ayırmak gerekiyor. Dağıtım firmaları asla ve asla en ufak bir riske bile girmiyorlar. Esas “haksız rekabet” burada. Evet, dağıtım komisyonları Avrupa standartlarının çok altında, ama birçok sinemacı reklam ve tanıtıma bütçe ayıracak dağıtımcılara şu andakinin 2 katı dağıtım komisyonu ödemeye hazırdır. En berbatı da şu: Dağıtımcıyla sözleşme yapıyorsun ama o sözleşmede salon/perde sayısı yer almıyor. Neye güvenerek tanıtım yapacak yapımcılar?

- Salon sayıları yeterli mi?

Şüphesiz yeterli değil. Türkiye’de “sinema salon sayısı” belası var başımızda. Yeşilçam döneminde, 1970’lerde nüfus 35 milyon, salon sayısı 2 bin 500. Bugün nüfus 85 milyon, salon sayısı 2 bin 100. Dünya ortalamasını 1 milyon kişiye 50 sinema perdesi diye alıyorlar, bize 4 bin perde lazım ki bütün filmler dağıtım imkanı bulsun. Ama daha önemlisi filmlerin bütün Türkiye’yi dolaşarak vizyon hayatının uzaması sayesinde gerçek seyirci potansiyeline ulaşabilmesi. Yine de tabii ilk 3 ayda 70 Türk filmi girmiş sinemalara. Yıl sonunda 200 filme yaklaşır ve yine Avrupa’nın en çok film üreten ülkeleri arasına gireriz. Ben seyircinin tekrar sinemalara döneceğini düşünüyorum. Enflasyon belasına hep birlikte çare bulursak tabii…

“Gişede batan filmleri platformlar makul fiyata alıyor”

- Gişede batan filmlerin akıbeti ne oluyor? Platformların bu tip filmleri ucuza aldığı söyleniyor…

Gişede batmış filmleri gayet makul fiyatlara alıyor dijital kanallar. Önemli olan filmleri onlara sonsuza kadar verip mali haklardan vazgeçmek zorunda kalmamak. İlginç gelecek ama prensip olarak hiçbir film zarar etmiyor! Ama maalesef ancak uzun vadede, vizyondan televizyon satışlarına, her yıl yeniden satıla satıla, internet sayesinde oluşan yeni vizyon kanallarında dünyayı dolaşa dolaşa en az 10 yıllık bir “raf ömrü”ne sahip bir ürün olarak para kazanıyor. Dünyada her zaman bir “içerik eksikliği” var çünkü. Önemli olan yapımcıların bu sürelere dayanabilecek güce sahip olmaları, filmin mali haklarının hiç değilse bir kısmını ellerinde tutabilmeleri, ulusal ve uluslararası film satış pazarlama ağlarının içinde yer alabilmeleri ya da bu konuda uzman partnerlerle iş birliği yapabilmeleri.

- Peki yapımcı ne zaman çok kötü duruma düşüyor?

Bir filmden batmak değil de “feci batmak” tehlikeli. Özellikle “dayanıksız yapımcı” iseniz. Yatırdığınız paranın yüzde 10’unu ancak kazandıysanız o borçlarla yaşayıp bir daha film yapamayabilirsiniz. Yüzde 10-20’sini geri alamadıysanız elinizde hala film yapacak bir kaynak var demektir. Filmler batar-çıkar, önemli olan üretmeye devam edebilmek…

Ezel Akay

“Mahalle sinemaları kurtuluştur”

- Başka neler söylersiniz?

Sorularınız beni maalesef “mızırdanmaya” teşvik ediyor. Mızırdanmak yerine oyun bozucu (disruptive) bir öneriyle bitireyim. Ben Türkiye’nin “mahalle sinemaları”na ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Her ilçeyi bir tür multiplex gibi düşünelim. 100 bin kişiye 5 salon düşecek şekilde aynı ilçenin çeşitli mahallelerinde 150-200 kişilik mini salonlar olsun. İlçedeki her salon tek bir film gösteriyor ve başka salonlar başka filmleri paylaşıyorlar. Böylece ilçe sakinleri seçtikleri filmin oynadığı mahalle salonuna gidiyorlar. Ayrıca, bakın burası çok önemli, hafta sonu hariç, sabah seansları mutlaka mahallelerdeki ilkokul öğrencilerinin öğretmenleriyle, sınıfça gidebileceği çizgi filmler-çocuk filmlerine ayrılıyor. Hem de çok düşük bilet fiyatlarıyla. Geleceğin sinema seyircilerini yetiştirmek “film okuyabilen” seyirciler oluşturmak için çok önemli.

- Ekonomik olarak nasıl hayata geçebilir bu proje?

Tabii ki ilçe belediyelerinin böyle bir projeye destek vermek isteyeceklerini düşünmek hayal değil! 200 kişilik modernce, salon standartlarına uygun bir sinema salonunun maliyeti yaklaşık 80 bin USD! Yer bulma, kiralar, belediye ve Avrupa Birliği destekleri, sponsorluklar söz konusu olursa bu rakam düşer ve devrimsel sonuçları olur bu girişimin. Güney Kore sinemasına devletin yaptığı teşviklerin sonucunu görüyoruz. Hatta, neden abone kaybetme tehlikesi içindeki dijital kanallar kendi filmlerini “kitleselleştirecek” LED perdeli “Netflix Dijital salon”, “Amazon Dijital salon”, “BluTV Dijital Salon” , “Gain Dijital Salon”lar açmasınlar?

“Sinema her zaman dijitalden daha çok kazandırır” 

- Sinema salonlarından elde edilen gelir dijitalden elde edilen gelirden daha yüksek değil mi?

Bunu bütün dünya yapımcıları biliyor. Bir dijital kanala film satmayla elde edilecek gelir, sinema salon gelirlerinin yanında çok çok küçük kalıyor. Mahalle sinemaları bir devrim ve kurtuluştur! Hep beraber seyretmeye ve filmler üzerine konuşmaya devam!

Yazarın Diğer Yazıları

Uğur Yücel: Beyoğlu bir patetik sonattır, kulak verirsen için parçalanır

"Binlerce yıldır insanları esaret altına almış ve bizler tarafından kimsesizler mezarlığına gömülmüş bir abideyi, İstanbul'u simgeler Beyoğlu"

Aylin Aslım: Olmayan bir kültürün hegemonyasını yaratamazsın

"Neyi başaramadılar biliyor musunuz? Yolu kültür sanatla hiç kesişmeyenlerin dahi hırsla arzuladığı o 'kültürel hegemonya'yı yaratmayı"

Cem Selcen: Beyoğlu direniyorsa olur

Cem Selcen, "Beyoğlu herhangi bir yer değildir" diyor. Beyoğlu kültürünü bir simge olarak gören Selcen, Refah Partili Beyoğlu Belediyesi'nin 90'larda meyhanelerin siyah perde ile kapatılması çağrısına bir Beyoğlu Festivali ile yanıt verdiklerini ifade ediyor