03 Ocak 2025

Prof. Dr. Gökhan Bozkurt: Doçentlik kadrom 10 yıl boyunca verilmedi, gerekçesiz bekletildim

Türkiye’nin en başarılı beyin cerrahlarından olan Prof. Dr. Gökhan Bozkurt, akademik hayatta maruz kaldığı mobbingi ve bu zorlu sürecin yaşamındaki derin izlerini anlatıyor

Beyin cerrahisi gibi büyük fedakârlık gerektiren bir meslek, sadece tıbbi zorluklarla değil, insanı zorlayan başka mücadelelerle de dolu. Türkiye’nin en önemli beyin cerrahlarından Prof. Dr. Gökhan Bozkurt, bu gerçeği bizzat tecrübe etmiş bir isim. Akademide karşılaştığı mobbing, meslek aşkını sınamadı belki ama kişisel hayatında ciddi bedeller ödemek zorunda kaldı. “Ben güçlüydüm ve direndim, ama bu yapılanlar başka birini yıkabilirdi” diyen Prof. Dr. Bozkurt, uğradığı haksızlıkları ve bu süreçte hayata nasıl tutunduğunu samimiyetle anlatıyor.

Bir akademisyenin kariyerini şekillendiren keyfi kararlar, kayıp yıllar ve hak gaspları… Ancak bu hikâye sadece bir mağduriyetin değil, aynı zamanda tutkunun ve dayanıklılığın hikayesi. Prof. Dr. Bozkurt’un yaşadıkları, akademide mobbingin görünmeyen yüzüne ışık tutarken daha adil bir sistem için güçlü bir çağrı niteliğinde.

Prof. Dr. Gökhan Bozkurt

- Tıp fakültesinden mezun olduğunuzda "mobbing" terimini biliyor muydunuz?

Hayır, bilmiyordum. 1988’de mezun olduğumda biri bana mobbing nedir, diye sorsa, "O ne?" derdim. Çünkü böyle bir kavramdan haberdar değildik. Tıp fakültesinde ya da sonrasında, çalışanın haklarıyla ilgili herhangi bir eğitim verilmezdi. İş yerinde nasıl davranılması gerektiği gibi temel bilgileri öğrenmeden işe başlardık. Bir yere girerdiniz ve o yerin kuralları ne ise pata küte o kurallara uyar, alaylı bir şekilde öğrenirdiniz. Doğrunun bu olduğunu zannederdiniz. Aslında doğru olup olmadığını sorgulayacak bir bilgiye de sahip değildik.

“İki yıllık emeğim YÖK yasalarına rağmen sayılmadı, boşa gitti”

- Mobbinge uğradığınızı ilk ne zaman fark ettiniz?

O dönem "mobbing" terimi yoktu, biz buna "haksızlık" diyorduk. İlk olarak asistanlık yıllarımda bu durumu fark ettim. Samsun Tıp Fakültesi’nde iki yıl asistanlık yaptıktan sonra ailevi nedenlerle Ankara’ya dönmek zorunda kaldım ve Hacettepe’de asistanlığa başladım. Ancak Samsun’daki iki yıllık emeğim, YÖK yasalarına göre sayılması gerekirken sayılmadı. O dönemin hocası ve bölüm başkanı Prof. Dr. Tunç Alp Özgen, "Şekerim, burası Hacettepe beyin cerrahisi, baştan başlayacaksın. Hiçbir şeyin kabul değil" dedi. Ben aile gibi bir ortamda çalışmayı beklerken, o iki yıl boşa gitti. Bunun mobbing olduğunu sonradan fark ettim. Çünkü bu tamamen keyfi bir karardı.

“Hakkımı aramak aklıma gelmedi çünkü haklarımı bilmiyordum”

- Bu durumda haklarınızı aramak aklınıza gelmedi mi?

Gelmedi. Çünkü hak arama kültürü yoktu ve haklarımı bilmiyordum. Biz büyüklere saygı gösterir, onların dediğini sorgulamadan kabul ederdik. Hele ki Hacettepe gibi bir yerde. Tunç Bey, Türk beyin cerrahisinin en büyük isimlerinden biriydi. O dönemlerde hocanın karşısında "Ama hocam, bu yanlış bir karar" demek mümkün müydü? Tabii ki değildi. O yüzden hiçbir şey yapmadan yeniden başladım.

- O kararda bir kasıt var mıydı sizce?

Bence yoktu. Orada tamamen Hacettepe'nin bir farklılığı ve hocaların kendi egolarının çok şişkin olması vardı. Tunç bey bana göre beyin cerrahı ve öğretim üyesi olarak Türkiye’nin en büyük üç adamından biridir. Bu isimler ülkedeki nöroşirurji tarihinin kuruluşunda ve gelişiminde çok önemli, her dedikleri belirleyici insanlardı. Böyle düşündüğünüzde öyle bir otoriteye karşı ne diyebilirsiniz?

“Doçentlik kadrom 10 yıl boyunca verilmedi”

- Daha sonraki yıllarda mobbing örnekleriyle karşılaştınız mı?

Elbette. En ağırlarından biri, doçentlik kadromun 10 yıl boyunca verilmemesiydi. Gerekçesiz bir şekilde bekletildim. Ekonomik zorluklar yaşadım. Rektöre gidip, "Kadro verirseniz hayatım değişecek" dediğim zamanlar oldu. Bu dönemde çok yıprandım. 

- Daha sonra bu süreci Tunç Bey ile konuşma durumunuz oldu mu?

Elbette, yıllar sonra konuştum. Artık akademiden ayrıldığı dönemdi. Rahmetli Tunç Bey’in muayenehanesine gittiğimde biraz muhabbet ettik. O esnada “Hocam, benim içime uhde oldu. Herkesi bölümden attınız ama beni bölümde tuttunuz ancak bana 10 sene kadro vermediniz dedim. Niye vermediniz” diye sordum. Hemen “Abilerine soracaksın” dedi.  Bu yanıt üzerine “Hocam siz, rektördünüz. Beni bölüme alan sizsiniz. Rektör olarak karar merci olan bir insan olarak, bölümdeki abilerin kafasına mı baktınız? O zaman beni niye atmadınız” diye sorunca doğru dürüst bir cevap vermedi.

“Çocuğum Robert Koleji kazandı, ama maddi durumum yüzünden gönderemedim”

- Sizi bu süreç nasıl etkiledi?

Kadro verilmediği dönemde yaşadığım ekonomik sıkıntılar beni çok etkiledi. Çocuğum Robert Koleji kazandı, ama maddi durumum yüzünden onu gönderemedim. Bu benim için hâlâ bir yara. Eğer kadrom zamanında verilseydi, muayenehane açabilir ve ekonomik olarak daha rahat bir hayat sürebilirdim. Hacettepe’den ayrılmak zorunda kalmazdım. İyi bir akademisyen olarak öğrenci yetiştirmeye ve daha çok ameliyat yapmaya devam ederdim. Böylece daha fazla insana faydam olurdu hem de aileme daha iyi bir hayat sunardım. Sonuçta biz daha iyi yaşamak için bu meslekleri seçtik ve bu noktaya emeğimiz ile geldik. 

“Tüm eziyetlere rağmen beyin cerrahisi benim için bir tutku”

- Mobbing süreci psikolojik olarak sizi nasıl etkiledi?

İşime asla yansıtmadım ama aile hayatımı çok etkiledi. Çünkü kadro alamama rağmen işimi büyük bir şevkle yaptım ve çocuklarımı ihmal ettim. Onların büyümesini, önemli anlarını kaçırdım. Bu durum aile içi ilişkilerimde gerginliklere yol açtı. Ama mesleğimi çok seviyorum. Tüm bu eziyetlere rağmen beyin cerrahisi benim için bir tutku. Dünyaya tekrar gelsem yine aynı mesleği seçerdim.

- Beyin cerrahisi gibi zorlu bir branşı, akademik ortamı bir aileye benzetiyorsunuz. Bu bağlamda, sizce hocaların ve genç akademisyenlerin birbirlerine karşı nasıl bir yaklaşım benimsemesi gerekiyor?  

Evet, beyin cerrahisi bölümünü bir aile gibi düşünebilirsiniz. Ailenizde çocuklarınıza nasıl davranıyorsanız, akademik ortamda da aynı şekilde yaklaşmalısınız. Üniversite, sadece bir eğitim kurumu değil; aynı zamanda bir akademik ailedir. Çatının altında bizden daha genç, daha deneyimsiz birçok insan var. Onları yetiştirmek, büyütmek ve ileride onların çocuklarının da bu sistemi sürdüreceğini unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, akademik ortamda şefkatli bir yaklaşım çok önemli. Şefkat derken kurallardan ve ciddiyetten taviz vermeyi kastetmiyorum. Aksine hem kuralların hem de insani ilişkilerin dengede olduğu bir sistem olmalı. Gerektiğinde komuta zincirine uyulmalı ama bu süreç içinde insani değerler asla göz ardı edilmemeli.  

- Tecrübe kazanmak için zorlu bir süreci göğüslemek gerekiyor değil mi?

Bir dönem hastaneden hiç çıkmadığımı biliyorum. Bir arkadaşımın anne ve babası hastalanmıştı. O, ailesiyle ilgilenebilsin diye tüm nöbetlerini devraldım. İşte bu, aile olmanın bir parçası. Hepimiz zaman zaman birbirimizin yükünü paylaşmalıyız. Ancak ne yazık ki bazı insanlar, kendi çektikleri zorlukları alttakilere yaşatmayı alışkanlık haline getiriyor. Böyle bir sistem sürdürülebilir değil. Bir yerde birinin bu zinciri kırması gerekiyor.  

Prof. Dr. Gökhan Bozkurt

- Sistemi değiştirmek için ne önerirsiniz?

Türkiye'de olmayan ancak Amerika’da kullanılan bir yöntem, puanlama sistemi. Öğrenciler, asistanlar, öğretim üyeleri hocalarını dürüstçe puanlayacaklar. Korkmadan ve dürüstçe puanlamak önemli. Elbette bu sistemin oturmuş olması gerekiyor. Bazı hocalarımız 30 sene derse gelmedi. Öğrenciye “Bu Hoca derse geldi mi” diye sorulacak. 

- Ama derse girmeyen bir kişinin takibi yönetimin sorumluluğunda değil mi?  

Körler sağırlar birbirini ağırlar. Sistemi denetlemesi lazım ama denetlemiyor. İşini yapmayan kişiyi sistemin çıkarabiliyor olması lazım. Böyle bir durumda denetim ve uyarı olması lazım. 

“Burada kimi kime şikâyet edeceksiniz?”

- Bunun için galiba seçilmiş rektörler olması gerekir…

Tabii ki balık baştan kokuyor. Avrupa'da Amerika’da koskoca cerrahlar var, asistanlar onları puanlıyor. Eğer beğenilmiyorsa kurum kibarca veda edip yollarını ayırıyor. Sistemde bir farklılık olması lazım. Ama burada kimi kime şikâyet edeceksiniz?

- Mesleğe yeni başlamış bir akademisyene ya da herhangi bir alandaki bir cerraha mobbinge uğramaları halinde ne öneriyorsunuz? Psikolojik olarak nasıl yönetsinler bu süreçleri?

Mobbing yüzünden zaten ağır branşlardan, özellikle cerrahi branşlardan artık bir büyük bir kaçış olmaya başladı. Genç nesil çok iş odaklı olsalar da onlar için para tarafı birazcık daha ön plana geldiğinden eğilimler başka yönlere kayabilmekte. Ben ondan dolayı rahatsızım. Geleceğimizi o konuda parlak görmüyorum. Temel kural sevmedikleri mesleğe, bilmedikleri mesleğe asla girmesinler. Baştan çok seçici olmalılar. Eğer bu tür mesleklere girecek, ezileceklerini bilmeliler şimdiki nesil çok ezilmek istemiyor. Şimdi dört günde bir nöbet tutmak mobbing demek değil. Onlar eğitimin bir parçası olarak zorunlu yapılması gereken şeyler. Bunları yapmazsanız tecrübe kazanamazsınız. Hasta için yapılan hiçbir şeye mobbing denilemez. 

“Yazdıklarım belki bir kıvılcım olur ve bu sistemin değişmesine katkı sağlar”

- Kitap yazma fikriniz nasıl ortaya çıktı?

Yazarak unutmak ve aklımdan bir türlü çıkmayan bu olaya son vermek istiyorum. Ben güçlü, sabırlı ve dayanıklı bir insanım. Bu nedenle depresyona girmedim ama gergin ve sinirli durumlarım oldu. Ancak bu yapılanlar benim pozisyonumda olan başka birilerinde ruhsal sorunlara yol açabilirdi. Bunu anlatmak için yazdım. Akademik hayatta yaşadığım haksızlıklar içimde büyük bir yük oluşturdu. Çünkü bana akademisyenlik yaptırtmadılar. Benim ortaokuldaki en büyük idealim beyin cerrahı olup akademide profesör olmaktı. Bu kadar büyük bir idealimdi. Bu kitabı yazma amacı, yaşadıklarımı paylaşarak farkındalık yaratmak. İnsanlar, akademide yaşanan haksızlıkları ve mobbing olaylarını anlamalı. Yazdıklarım belki bir kıvılcım olur ve bu sistemin değişmesine katkı sağlar. O gözümüzde büyüttüğümüz insanlar olan abiler ya da aile olamayan insanlar “Benim hakkımda da yazarlar mı” diye belki korkarlar. Bu kitabı okuyan birisi eziyet etmekten çekinir. 

- Instagram’da mobbing anılarınızı paylaştığınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz? 

Bu yazıları, kendilerine hiçbir ters harekette bulunmama rağmen bana bunca eziyeti neden yaptıklarını sorduğumda yeterli ve tatminkâr cevaplar alamadığım için yazdım. “O dönemlerde veremedikleri cevapları belki bu sayfalarda verirler” diyerek yazdım. Ama korkaklar ordusu elbette cevap veremediler. Halen de bekliyorum ama yürek yok. “Bulunduğun yere ihanet etmiyor musun?” gibi eleştiriler geliyor ama bunlar çok az sayıda. Yazdıklarım, benim için bir tür terapi. Ayrıca bu paylaşımlar belki başka insanların da sesini çıkarmasına yardımcı olur.

“Mobbingle başa çıkmanın en iyi yolu, yaptığınız işi tutkuyla sevmek”

- Akademisyenler mobbing ile karşılaştığında nasıl bir yol izlemeli?

Öncelikle, bu yola sevdiğiniz bir mesleği seçerek girin. Eğer bu yola giriyorsanız, fedakârlık yapmayı göze almalısınız. Bu meslek adanmışlık ister. Aksi takdirde bu baskının altından kalkamazsınız. Mobbingle başa çıkmanın en iyi yolu, yaptığınız işi tutkuyla sevmek ve kendinizi sürekli geliştirmektir.

- Acaba siz çok bir güçlü karakter misiniz? İstatistiklere göre benzer olayları yaşayanların pek çoğu psikolojik destek alıyor.

Beyin cerrahı olmak sabır ister. Yaptığınız iş sizin karakterinizi ortaya çıkıyor. Mesela bir tümör ameliyatı yapıyorsunuz ama tümör çıkmıyor, bırakır mısınız? Ben bırakmıyorum inatla devam ediyorum. Benim bir ameliyat rekorum 22 saattir. İşim konusunda hiçbir durumdan etkilenmem.

- Akademik ortamda mobbingin yaygınlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mobbing hem büyük şehirlerde hem de küçük şehirlerde var. Küçük yerlerde etkisi daha ağır olabiliyor çünkü üniversiteler daha kapalı sistemler içinde çalışıyor. Büyük şehirlerde ise rekabetin yoğunluğu mobbingin farklı bir boyuta taşınmasına neden oluyor.

- Beyin cerrahı olarak bu mesleği seçmek isteyen gençlere ne önerirsiniz?

Beyin cerrahisi, büyük bir adanmışlık ve fedakârlık ister. Günlerce nöbet tutup, 22 saat süren bir ameliyat yaptım. Bu hem fiziksel hem de mental dayanıklılık gerektirir. Eğer bu zorluklara dayanamayacağınızı düşünüyorsanız, bu mesleği seçmemelisiniz.


YARIN: Barış Bildirisi’ni imzaladığı için kamu görevinden uzaklaştırılan Prof. Dr. Taner Özbenli; bu süreçte yaşadığı mobbingi, akademik çevrelerden aldığı tepkileri ve karşılaştığı engelleri anlatıyor

Yazarın Diğer Yazıları

Eğitim-Sen 5 No’lu Şube Başkanı Eylem Özlem Ergüven: Mobbingin sistematik çözümü için liyakat ve ciddi yaptırımlar gerekli!

Eğitim-Sen 5 No’lu Şube Başkanı Eylem Özlem Ergüven, akademide mobbingin görünmeyen yüzünü ve bu yapısal sorunun çözümü için atılması gereken adımları anlatıyor

Barış akademisyeni Prof. Dr. Taner Özbenli: Mobbing; politik, toplumsal ve kültürel boyutları olan yapısal bir sorun

Barış Bildirisi’ni imzaladığı için kamu görevinden uzaklaştırılan Prof. Dr. Taner Özbenli, akademik çevrelerden aldığı tepkileri, yaşadığı ekonomik, psikolojik zorlukları ve geri dönüş sürecinde karşılaştığı engelleri anlatıyor

Meltem Cumbul: İşsiz bırakılarak cezalandırıldım!

Eski Oyuncular Sendikası Başkanı olan Meltem Cumbul, sektörün görünmeyen yüzünü ve kendi deneyimlerini anlattı: Mobbing ailede başlıyor, setlerde devam ediyor. Dayanışma olmadan bu sorunların üstesinden gelmek mümkün değil…

"
"