Politika

Deniz Baykal: 700 milyarlık bütçe tek bir adamın eline veriliyor; zevk-ü sefaya mı, lükse mi neye harcayacak

"Atatürk ve İnönü döneminde sorun demokrasi değil, bağımsızlıktı; örnek alamayız"

20 Ocak 2017 11:40

Eski CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Meclis’te görüşülmekte olan partili cumhurbaşkanlığını içeren anayasa değişikliği teklifini bütçe konusu üzerinden eleştirdi. "Geçmişte, cumhurbaşkanının 700 milyarlık bütçenin tek kuruşunu harcaması mümkün değildi. Yani soruşturulması gereken bir icraat yapma yetkisi yoktu" hatırlatmasında bulunan Baykal, "Şimdi 700-800 milyarlık bütçeyi tek bir adamın eline veriyorsunuz ve milletvekillerine bunu denetleme hakkı tanımıyorsunuz. Milletin parasını nereye harcayacaksınız kardeşim? Zevk-ü sefaya mı, lükse mi, gösterişe mi, uçaklara mı, araba filolarına mı? Neye harcayacaksınız? Bunun kararını kim verecek? O verecek..." görüşünü savundu.

Baykal'ın Habertürk gazetesinden Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:

Deniz Bey, sizin bu Anayasa değişikliği önerisine itirazınızın en temel sebebi nedir?

Daha önce 18 defa Anayasa değişikliği yapıldı. Bu son değişiklik onların tümünden farklıdır çünkü hiçbiri anayasal sistemimizin temelleri ile oynamamıştı. Demokratikleşmeye ve hukuk devletini güçlendirmeye yönelik olarak atılan adımlardı ve hemen hepsinde partiler arası uzlaşma büyük ölçüde gerçekleşmişti.

Ama bu sefer de AK Parti ve MHP’nin oylarıyla getirildi. Başbakan Yıldırım, bunun yüzde 70’lik bir desteğe tekabül ettiğini söylüyor...

Onu seçimde göreceğiz. Geçmiş seçimde aldıkları oy üzerinden hesap yaparak bu teklife meşruiyet kazandıramazlar. O oyu alırken “Anayasa’yı böyle değiştireceğiz” dediler mi? Özellikle MHP, “Anayasa’nın bu şekilde değiştirilmesine destek vereceğim” dedi mi? Tam tersine “Başkanlığa karşıyız” dedi. Milletvekilleri arasında ve tabanda ciddi tartışma var. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy vermiş seçmenler elbette partilileriyle dayanışma içinde olma gereği hissedeceklerdir. Buna saygı duyuyorum ama onların da çok önemli bir kısmı meselenin içyüzünü anladıkça “Ya bu da olmaz, bu yanlış” diyeceklerdir, diyorlar... 1920’den itibaren monarşi bitti, egemenlik milletin oldu. Millet adına egemenliği Meclis temsil etti. TBMM ne yapar? Kanun yapar. Kanun nedir? Hukuk. Biz hiçbir kişiye itaat etmeyiz. Kanuna itaat ederiz. Kanun, milletin yani hepimizin ortak iradesidir. Şimdi bu önerilen sistem işte bunu değiştirmek, Meclis’in de üstünde bir otorite yaratmak istiyor.

Önerilen sistemde Cumhurbaşkanı’nın Meclis’in üzerinde bir otorite olduğunu düşünmenizin sebebi nedir?

Bir defa, hepimizi bağlayacak kanunları yapma hakkı Meclis’indir. Oysa bu sistemde Meclis, yasal düzenleme yapma yetkisini paylaşıyor. Cumhurbaşkanı, doğrudan kararname çıkararak kendi başına yasal düzenleme yapma yetkisine sahip oluyor. Yani canının istediği gibi bakanlıkları kapatır, yeni bakanlıklar açar, bakanları, genel müdürleri, müsteşarları, üst yöneticileri atar, istediğini görevden alır ya da çalışma şartlarını düzenler. İcra yetkisi yerine yasama yetkisini de kullanmaya başlar...

Ama Meclis bir kanun çıkararak Cumhurbaşkanı’nın kararnamelerini etkisiz hale getirebilecek?

Eğer Meclis Cumhurbaşkanı’na endeksli olmasaydı, kendi siyasi dinamiği ile şekillenseydi belki olabilirdi. Oysa bu sistemde Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri aynı anda yapılacak. Yani başkanın partisi Meclis çoğunluğunu oluşturacak. 5 yılda bir seçim olacak. Dünyada başkanlık rejimlerinin tümünde, parlamento kendi seçimlerini kendisi yapar. Başkanın etkisi altında bir meclis seçimi olmaz. Üstüne üstlük bu modelde başkan Meclis’teki çoğunluk partisinin genel başkanı da oluyor. Milletvekillerini o tayin ediyor. Peki, Meclis, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yenilemek isterse ne gerekecek? 360 milletvekilinin oyu gerekecek. Hangi Meclis’te? Çoğunluk partisinin milletvekillerinin kimler olacağını başkanın belirlediği Meclis’te. Bu, olacak iş değil...

"700 milyarlık bütçe tek bir adamın ellerine bırakılıyor"

Şu anki sistemde Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanetten yargılanabiliyor, oysa yeni sistemde her türlü suçtan yargılanabilecek. Bu, Cumhurbaşkanı’nın denetlenebileceği anlamına gelmiyor mu?

Geçmişte, Cumhurbaşkanı’nın 700 milyarlık bütçenin tek kuruşunu harcaması mümkün değildi. Yani soruşturulması gereken bir icraat yapma yetkisi yoktu. Kararname çıkararak bir uygulama yapma konumunda değildi. Sorumluluğu olmayan bir Cumhurbaşkanı, elbette sadece vatana ihanetten soruşturulur. Şimdi 700-800 milyarlık bütçeyi tek bir adamın eline veriyorsunuz ve milletvekillerine bunu denetleme hakkı tanımıyorsunuz.

Ama bütçenin geçmesi parlamentonun onayına bağlı...

Onaylama ama hazırlama değil. Türkiye’nin bütçesi Cumhurbaşkanı’nın eline bırakılıyor, nasıl harcayacağına tek taraflı olarak o karar veriyor. Saraya mı harcayacak, köprüye mi harcayacak, kanala mı harcayacak? Milletvekillerinin hiçbir eleştiri, katkı, uyarı, yönlendirme imkânı yok. Meclis’le muhatap olmuyor yürütme.

Ama bütçeyi onaylama yetkisi Meclis’te. “Eğer istediği bütçe geçmezse Cumhurbaşkanı seçim vaatlerini yerine getiremez, zor durumda kalır ve Meclis’le uzlaşmaya zorlanır. Dolayısıyla bu aslında bir denetim mekanizmasıdır” deniliyor.

Meclis başkanın istediği bütçeyi onaylamazsa geçen yılın bütçesi aynen yürürlüğe girecek, hatta üzerine enflasyon oranı eklenecek. Yani kaybedeceği hiçbir şey yok. Bütçe hakkı, çok temel bir haktır. Milletin parasını nereye harcayacaksınız kardeşim? Zevk-ü sefaya mı, lükse mi, gösterişe mi, uçaklara mı, araba filolarına mı? Neye harcayacaksınız? Bunun kararını kim verecek? O verecek...

"Atatürk ve İnönü döneminde sorun bağımsızlıktı, bugün örnek alamayız"

Cumhurbaşkanı ve Meclis’in aynı partiden olmasını eleştiriyorsunuz ama “Halk ikisini de aynı partiden seçiyorsa bu milli iradenin tecellisidir. Ayrıca bu uyumlu çalışma getirir” tezi var...

O zaman güçler ayrılığı konseptini bırakalım, yargıyı da Cumhurbaşkanı’na verelim, tam bir dikta rejimi olsun! 1920’de cumhuriyet rejimine geçtik. Demokrasinin gelişmesi için yolumuz varken, şimdi “Geriye gidelim” diyorlar.

Atatürk ve İnönü dönemindeki yönetim anlayışı kötü müydü yani?

Bugünün kavramlarıyla o dönemi irdelemek çok yanlış. O dönemin sorunu demokrasi değil, bağımsızlıktı. Egemenliğe sahip olmakla, kendi kaderimizi tayin etmekle uğraşıyorduk. İftihar edeceğimiz ama bugüne örnek olacak bir süreç değildi. Örnek diye o dönemi esas almaya kalkıyorsak yanılgı içindeyiz. Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Millet de iradesini Meclis’te gösterir.

AK Parti, “Rejim değişmiyor” diyor...

Elbette bir cumhuriyet olarak devam ediyoruz ama tam demokrasi hedefinden sapıyoruz. Bir ülkede seçimlerin yapılması ve rejimin cumhuriyet olması, o ülkede özlediğimiz hukuk devleti ve demokrasi olduğu anlamına gelmiyor. İran İslam Cumhuriyeti bir cumhuriyet. Libya cumhuriyet, Mübarek’in Mısır’ı cumhuriyetti, Sisi’ninki de cumhuriyet... Bu mudur? Hukuk devleti ve demokrasi olmadan rejimin cumhuriyet olması, anlam ifade etmez. Türkiye, tek adam vesayetine doğru gidiyor. Yasamanın yürütme üzerinde hiçbir denetleme imkânı yok. Yargı da tamamen Cumhurbaşkanı’nın kontrolü altına giriyor.

"Bahçeli'nin değişikliğinin nedeni önümüzdeki süreçte ortaya çıkar"

Peki, referanduma gidip halka sormanın ne mahsuru var?

Bahçeli’ye “Ya sen niye görüş değiştirdin?” diye sormak istemiyorum. Esrarengiz bir tavır değişikliği. Arkasında ne var? Önümüzdeki süreçte ortaya çıkar. Referandumun mahsuru yok. Ama erken seçim tehdidi yöneltilmemeli.

"Türkiye'nin frene ihtiyacı var"

“Şu soru hepimizi düşündürüyor: Sağduyuya, deneyimimize, bilincimize bu kadar ters bir uygulama, nasıl oluyor da Meclis’ten geçebiliyor? Ya da niçin böyle bir şey dizayn ediliyor?

Arkasındaki siyasi irade bellidir. O da Cumhurbaşkanı’dır. Peki bu tasarıdan ne bekliyorlar? ‘Ülkede istikrarı güvence altına almak için buna ihtiyaç var’ diyorlar. Bugün değil de gelecekte ortaya çıkacak muhtemel bir sorunu şimdiden çözmek için bunu yapıyorlarmış. Bugün ülke yangın yerine dönmüş; içeride terör var, paralel yapı işgalinden ülkeyi kurtarma mücadelesi veriyoruz, El Bab’da evlatlarımız şehit oluyor, ekonomi çığırından çıkmış, dünya ile garip tartışmalar içindeyiz... Bütün bu istikrarsızlıkların sebebi, son 13 yılda hükümetin çok yanlış tercihler yapması, yanlış politikalar izlemesidir. Bu yanlışların sorumlusu olan bir iktidarın ‘Geleceği istikrara kavuşturacağım’ diye Anayasa’yı dizayn etmeye kalkması kadar anlamsız bir şey olamaz. Türkiye’nin frene ihtiyacı var."

"100 yıllık birikime ihanet etmiş bir Meclis damgası yemememiz lazım"

“Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız ‘Ben liderime güveniyorum’ diye düşünüyor olabilirler ama herkes bugün var, yarın yok... Sonra kim gelecek?

Ben, Meclis’in şimdi bir tarihi sorumluluk anında olduğunu düşünüyorum. Bu, TBMM için köprüden önceki son çıkış. Sonra Meclis kendisini terk etmiş olacak. 100 yıllık birikime ihanet etmiş bir Meclis damgasını yemememiz lazım. Bu çıkarsa, Meclis tarihini ve temel değerlerini inkâr etmiş olacaktır. Çok ağır bir mesuliyettir. Bugün sadece duyguları ile hareket ediyorlar. Yarın ortaya çıkacak manzarayı bugünden görmek lazım. Bu yanlış bir şey, bu kişisel hegemonyaya götürür. Millete soracaksın ama ‘Seçilen hâkim-i mutlak olsun’ diyemezsiniz.”

"Bir CHP'li seçilse dahi ilk iş bunu değiştirmeli"

“Bir tek kişiye bu yetkiler verilemez, verilmemeli. Kim olursa olsun verilmemeli... Bir CHP’li Cumhurbaşkanı seçilecek olsa dahi ilk işi bu Anayasa’yı değiştirmek olmalıdır.”

Baykal'ın başkanlığa itirazının 10 nedeni

1-Milletvekili seçilirken halka sözler veriyoruz. “Şu ilçeye şu barajı yapmak lazım” diyebiliyoruz. Yeni sistemde milletvekillerinin hiçbir katkısı olmayacak. Bir bürokrata “Beni on binlerce insan seçti, bu bölgenin insanıyım, şunu yapmalısın” dediğimde, “Bu senin meselen değil, işine bak” diyecek. Bu, AKP milletvekilleri için de geçerli. Milletvekili olmanın bir ağırlığı kalmayacak.

2-100 yıllık Meclis geleneği bitecek. Başkan, dışarıdan istediği kişiyi bakan yapabilecek, seçilerek gelmediği halde milletvekilleriyle aynı haklara sahip olacaklar. Bakanlar ve başkan yardımcıları, Meclis’e bir defa gelip yemin edecekler ve bir daha uğramayacaklar.

3-Allah göstermesin, kimin ne kadar yaşayacağı bilinmez; başına bir şey gelirse başkanın yerine hangi başkan yardımcısı geçecek? Devlet düzeninde “İhtiyaç çıkarsa bakarız” anlayışı olabilir mi?

4-Cumhurbaşkanı canı istediğinde Meclis’i feshedebilecek.

5-Meclis hükümeti denetleyemeyecek. Gensoru kalkıyor, güvenoyu kalkıyor...

6- Milletvekili kanun çıkardığı zaman, Cumhurbaşkanı veto edebilecek. Şimdi de edebiliyor ama artık basit çoğunlukla değil, nitelikli çoğunluk yani 301 oy gerekecek.

7-Cumhurbaşkanı, tek başına OHAL ilan edebilecek. OHAL sırasında çıkaracağı kararnamelerle hukuki olarak dokunulmaz haklara dokunabilecek, Anayasa’yı bile değiştirebilecek.

8- “İcraatlarımı beğenmezsen beni Yüce Divan’a sevk et” diyor. Peki nasıl? 600 milletvekilinden 400’ü oy verirse... Yahu o partinin başkanı, o seçti milletvekillerini! Hadi Yüce Divan’da yargılandı diyelim. Yüce Divan’daki 15 yargıcın 12’sini bizzat kendisi atamış olacak.

9-HSYK da ortada. 4 üyeyi doğrudan o belirleyecek. Kalan 7’yi de çoğunluğu kendi partisinden oluşan milletvekilleri...

10-Bütün bunlar, halkın sağduyusuyla alay etmektir.

İlgili Haberler