Macbeth oyunundan bir sahne
Bazı oyunlar daha ilk saniyesinden, ilk mizanseninden nasıl bir şey izleyeceğimizin ipucunu verirler, başımıza geleceklerin ne kadar iyi ya da kötü olacağını “ağızlarından kaçırırlar” adeta….
İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğim Sırbistan Ulusal Tiyatrosu’nun “Macbeth”i bu oyunlardandı. Üç takım elbiseli, çıplak ayaklı aktör içeriden tökezleyip yuvarlanarak sahnenin kapalı perdesinin önüne düştüklerinde clownesque* ve çok parlak olmayan, bir yorum izleyeceğimizin sinyallerini aldım, çünkü:
- Bugüne kadar kapalı perdenin önündeki dar alanda başlayan ve iyi olan hiçbir şey izlemedim
- O perdenin önüne düşüşlerde yapay, abartı, zorlama bir şeyler vardı. Fakat bu sinyallerden devamının ne derece kötü olacağını doğrusu o an okuyamadım.
Önce Shakespeare’in ünlü trajedisi Macbeth’i biraz hatırlayalım: 1606 yılında ilk kez sahnelendiği tahmin edilen Macbeth Trajedisi, Shakespeare’in I. Kral James’in hükümdarlığında yazdığı oyunlar arasında yazarın tiyatro kumpanyasının hamisi kral I. James’le olan ilişkisine en açık vurgu yaptığı düşünülen oyundur. (Bu dönemde, yani 1605-1625 yılları arasında yazdığı diğer oyunlar, Kral Lear, Antonius ve Kleopatra, Kısasa Kısas ve Coriolanus’un hepsi farklı yönleriyle I. James’in yönetim tarzına ve dönemin siyasi ortamına göndermeler içerir.)
Macbeth oyunundan bir sahne
Olaylar İskoçya’da geçer. İskoç Kralı Duncan’ın generallerinden Macbeth savaştaki kahramanlıklarıyla kraldan övgü kazanmıştır. Zafer dönüşü karşısında beliren Üç Cadı onun bir gün İskoç Kralı olacağı kehanetinde bulunurlar. Bu kehanetin liderlik hırsını körüklemesi ve eşi Lady Macbeth’in doldurmasıyla Macbeth Kral Duncan’ı öldürüp suçu başkalarına yıkar. Tahtı ele geçirmiştir ama yaptığının getirdiği vicdan azabı, suçluluk duygusu ve paranoyayla baş edemez. Kendisinden kuşkulanılmasının önüne geçmek adına daha da çok cinayet işler ve hızla zalim bir hükümdara dönüşür. İskoçya’da huzursuzluk artar, halk ayaklanır. Lady Macbeth delirip intihar eder. Duncan’ın oğullarının halk desteğiyle çıkardığı iç savaşta Kral Macbeth öldürülür.
Güç hırsı, ihanet, vicdan azabı ve suç gibi evrensel ve zamansız temaları işleyen Macbeth yüzyıllar içinde elbette binlerce farklı yorumla sahnelenmiştir. Günümüzde özellikle batılı yönetmenlerin klasikleri bazen içerdikleri belirgin temalara, bazen de içinde yaşadığımız dönemle benzerliklerine, ya da metnin onların yaratıcılığında açtığı farklı bir pencereye odaklanıp bambaşka şekillere büründürmeleri artık kanıksadığımız bir yaklaşım. Festival kataloğundan alıntılıyorum: ‘İKSV’nin 1992’de düzenlediği 4. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde klasik eserlerin yeniden yorumlanmasına ilişkin akademisyen ve yazar Çağlar Tanyeri Ergand şöyle bir not düşmüştü’:
“Çağdaş ve avangart batı tiyatrosunun özelliklerinden biri, gerek yönetmenlerin gerekse oyuncuların, klasik yapıtlara olanca bireysellikleriyle ve yazınsal metinlerin sahne sanatı için ancak bir çıkış noktası olduğunu vurgulayan bir yaratıcılıkla yaklaşmaları.”
Macbeth oyunundan bir sahne
Elbette böyle ve böyle de olmalı çünkü Eski Yunan’da ya da 17. yüzyıl İngiltere’sinde değiliz ve bu oyunların günümüze kadar gelmelerinin sebebi işledikleri temaların evrensel ve zamansız olması, dolayısıyla bu özelliklerinden yola çıkarak çağdaşlaştırıldıklarında günümüze dair de çok önemli şeyler söyler oluyorlar. Fakat bu yorumların iyi olanlarının hepsinin altında yönetmenin bel bağladığı tutarlı bir tez, bir fikir, belki sadece tek bir sembol, ama mutlaka yaklaşımının dallarının budaklarının tutunduğu bir nirengi noktası vardır ve bu seyirciye çok açık bir biçimde geçer.
Yönetmen Nikita Milivojević’in Macbeth yorumunda ise böyle bir şey yok. Yönetmenin beğendiği, sahnede hoş durduğunu düşündüğü ve cesetlerin sürüklenmesi gibi, kafatasının dansı gibi, grotesk bando gibi, en baştaki televizyon izlenen sahne gibi, (bu arada tek tek estetik olarak güzel sahneler hepsi) çeşitli anlardan ve o anların tekrarından oluşan, paramparça, bütünlüksüz ve ne anlatmaya çalıştığı belirsiz bir Macbeth bu.
Macbeth oyunundan bir sahne
Doğaçlama provaları üzerlerinde bir daha hiç düşünmeden alelacele birbirine bağlayarak seyirci karşısına çıkarmış. Oysa katalog metni ne kadar umut vadediyor, onu okuyunca 30 yıldır Shakespeare oyunları sahneleyen bu yönetmenin bir duayen olduğuna ve müthiş bir yorum izleyeceğini düşünerek heyecanlanıyor insan:
"…(Milivojević) Macbeth’te spot ışığının altına “rüya”yı koyuyor ve kabare, pantomim, gölge tiyatrosu öğelerini müzikle de ustalıkla iç içe geçirerek aynı anda hem zamansız hem çağdaş olabilen gerçeküstü bir dünyayı incelikle şekillendiriyor.”
Bu öğelerin hepsi evet, oyunda mevcut, bunlara ek olarak fiziksel tiyatrosal bir yaklaşım da var, ama hayır, ustalıkla iç içe geçemiyorlar. Gölge oyunu grotesk bandonun beyaz perdenin arkasından geçerken siluetlerinin yansımasından ibaret, kabare, tütü giymiş kızların baston çevirerek şarkı söylemesinden… Perdeye yansıtılan akan kan görüntüsü ve kan içermesi gereken her sahnede kırmızı ışık kullanılması, klişe… Genel olarak ışık tasarımı çok kötü ve amatör duruyor, elbette kısık ışık da kullanılabilir, karanlık sahneler de olabilir ama bu şekilde değil, profesyonelce yapılarak… Dekor yok gibi ve olan da parasız bir öğrenci kumpanyasını izliyormuşsunuz izlenimi veriyor, sürekli oradan oraya çekilen çeşitli perdelerin neye hizmet ettiği meçhul…
Macbeth oyunundan bir sahne
En kötüsü de, yönetmenin ne yapmaya, ne söylemeye çalıştığı hiç belli değil, hem de sadece seyirciye geçiremediğini değil, kendinin de bilmediğini düşündürecek kadar. Pantomim ve palyaço/sirkvari yaklaşımın Macbeth’i ya da herhangi bir Shakespeare’i taşıyabileceğini düşünmüyorum, bütünleyici bir noktası olsaydı belki, ama o da yok. Oyunculuklar da sıradan ve ortalamaydı, hoş bu yorum sonunda “deus ex machina” marifetiyle “sofitadan Ian McKellen” inse bile kurtulmazdı. Kısaca, “spot ışığının altında bir rüya” göremedim ben.
Bu “çağdaş” yorum yerine Shakespeare’in 17. yüzyıldaki orijinal sahnelemelerine süper sadık kalan, tahta kılıçlı, kadife kostümlü, tozlu ve sıkıcı bir Macbeth’i kesinlikle tercih ederdim. En azından Shakespeare’in şahane metnini, oyun boyunca “bu yönetmen acaba ne yapmaya çalışmış” diye düşünerek kendimi tüketmeden huzurla izleyip dinleyebilirdim. Bu arada, üst yazılar çok sık ve bazen çok uzun kesildi ve oyun Sırpçaydı ama bu teknik sorun oyundaki en önemsiz sorundu diyebilirim.
Macbeth oyunundan bir sahne
Evet, Sırp Ulusal Tiyatrosu ne yazık ki büyük hayal kırıklığına uğrattı. Neyse ki harika bir tesellimiz var; gelecek hafta festivalde Ostermeier’in Shakespeare yorumu III. Richard’ı izleyeceğiz ve klasiklerin modern yorumlarına olan inancımızı, eminim ki, tekrar tazeleyebileceğiz.
*Türkçeye, tam karşılığını vermese de palyaçovari diye çevirebiliriz. Abartılı hareketler ve ifadeler içeren, hareketi ön plana çıkaran, grotesk ve sirksel bir estetik diye de açıklayabiliriz.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|