07 Şubat 2025

Eğlenceli ve hiperaktif bir Çehov uyarlaması

Martı, çoğu Çehov oyunu gibi bir iç aksiyon oyunudur. BeReZe titiz bir dramaturjik çalışmayla bunu bir dış aksiyona dönüştürmeyi, Martı gibi bir oyundan bir fiziksel tiyatro örneği çıkarmayı başarmış. Renkli, hareketli, pırıltılı, eğlenceli, aynı zamanda kafası karışık ve hiperaktif de...

Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! O kadar yorgunum ki… Biraz dinlensem! Dinlenebilsem… Bir martıyım ben… Yo, değil… Aktrisim… Öyle değil mi?”

Nina

İnsanların hayallerine ulaşamamaları, sanatın yorucu ve yıkıcı etkisi ve sanatçıda yarattığı hayal kırıklığı, karşılıksız aşkın acısı…Tiyatro BeReZe Anton Çehov’un 1895’te yazdığı, ilk kez 1896’da sahnelenen, dört büyük oyunundan ilki sayılan, tiyatro repertuarı kanonuna ait eserlerinden Martı’yı yeniden uyarlamış. “Martı mıyım?” ilk kez bu kasım ayında Tiyatro Festivali’nde seyirci karşısına çıktı ve sezonda sahne macerasına devam ediyor…

Martı’da olaylar, aynı diğer üç büyük Çehov oyunu Vanya Dayı, Vişne Bahçesi ve Üç Kızkardeş’te olduğu gibi, bir taşra malikanesinde geçer. Yenilikçi bir anlayışla tiyatro yapmaya çalışan genç yazar Treplev, annesi ünlü oyuncu Arkadina, annesinin sevgilisi başarılı yazar Trigorin ve oyuncu olma hayalleri kuran genç Nina arasında yaşanan gerilim, aşk, karşılıksız aşk, sanatçı kıskançlığı, eskiyle yeni olanın, gelenekselle ileriye dönüğün çatışması oyunun temasını ve alt metinlerini oluşturur. Oyunu uyarlayan ve yöneten Elif Temuçin belli ki çok detaylı ve sağlam bir dramaturji çalışması yapmış. Olay örgüsünü aynen izlerken karakterlerin gizli/gizlenmiş yönlerini ortaya çıkarmaya özen göstermiş ve aslında Martı’nın çatısını koruyarak bambaşka şeyleri de dert edinen ve farklı stiller deneyen başka bir oyun ortaya koymuş. Martı 1895’te St. Petersburg’da ilk sahnelendiğinde tam bir skandal yaşanmış, Nina’yı canlandıran oyuncunun seyircinin gösterdiği açık nefretin etkisiyle sesi kısılmış, Çehov salondan kaçıp son iki perdeyi sahne arkasında geçirmiş ve neredeyse oyun yazarlığını bırakma noktasına gelmişti. Bir yıl sonra Stanislavski’nin Moskova Sanat Tiyatrosu’ndaki sahnelemesi ise çok başarılı olmuş ve Çehov’a yazmaya devam etmesi için cesaret vermişti. Stanislavski yorumu oyunun trajedisini ön plana çıkarır ve çoğu klasik yorum da bu yaklaşıma sadık kalır. Halbuki Çehov oyununu, içerdiği bütün trajedi ve dramla birlikte bir komedi olarak görüyordu.

Tiyatro BeReZe’nin uyarlamasındaki en başarılı etken, fiziksel tiyatro stiline ağırlık vermesinin de yardımıyla, oyunun komedisini ortaya çıkarması…Birkaç rol birden oynayan beş oyuncunun ensemble ruhu, kendileriyle ve oyunla dalga geçebilme özgürlükleri, son derece yaratıcı, eğlenceli, renkli kostümler, postmodern bir kır evi diyebileceğimiz dekor (Kostüm-dekor İlayda Saran) ve kendisi de bir oyuncu kadar rol çalan ışık tasarımı (Murat Kural) dört perdelik durağan bir Çehov oyununu tek perdelik, çok hareketli ve eğlenceli bir şova dönüştürmüş, içine barınma sorunları gibi modern dertleri de katmış, keyifle izletiyor. Bütün oyuncular başarılı ama Nina’yı canlandıran Nazlı Bulum enerjisi ve yorumundaki çeşitlilikle özellikle ön plana çıkıyor. Kısaca “Martı mıyım” keyifle izlenen, farklı bir uyarlama olmuş.

Bununla birlikte, oyundan hakkında ne düşüneceğimi bilemez bir halde çıktım. Eğlenceli, hareketli bir şey izlemiştim ama tam olarak ne izlemiştim? “Martı mıyım?”da bu soruları sorduran temel sorun, bence, odak eksikliği; uyarlamanın ve yorumun derdinin ne olduğu net değil. Olmak zorunda mı, hayır ama odağı tam belli olmayan bir oyun, hele de çok bilinen bir klasiğin uyarlamasıysa, seyircide kafa karışıklığı yaratıyor. İşlemeyen diğer şeyler, arada bir türkü çağıran Trigorin’in bunu çok sık yapması sonucu tekrara düşmesi, oyun alanı (ve evin bahçesi) olan çim halının dışında karakterden çıkıp oyuncuya dönüşme yabancılaştırma efektinin sık sık karışması, sahnede aynı anda çok fazla şey olması…

Martı, çoğu Çehov oyunu gibi bir iç aksiyon oyunudur. BeReZe titiz bir dramaturjik çalışmayla bunu bir dış aksiyona dönüştürmeyi, Martı gibi bir oyundan bir fiziksel tiyatro örneği çıkarmayı başarmış. Renkli, hareketli, pırıltılı, eğlenceli…Aynı zamanda kafası karışık ve hiperaktif de. Belki de eleştirdiğim bu yönü, başka bir açıdan baktığımızda, günümüz dünyasındaki modern insan olma haliyle iyi örtüştüğü için takdir de edilebilir ama seyircinin oyundan çıktığında kafasında izlediği şeyle ilgili net bir fikir oluşturmasını istemesi de doğal bir beklenti…Oyunun tanıtım metni “bugünün Çehov karakterleri miyiz? Pek birbirimizi dinlemiyor, hep anlatıyor muyuz?...” gibi birçok soru soruyor ve cevapların Çehov için de kendileri için de bulanık olduğunu söylüyor. Yukarıda Nina’nın tiradından yaptığım alıntıda da ana tema kafa karışıklığı…Belki de her şey bu bulanıklık üzerine kurulmuş ve asıl dert bu. Fakat eğer böyleyse de seyirci netlik bekler; bu bulanıklığın/kafa karışıklığının oyunun odak noktası olduğunun altı daha açık bir biçimde çizilebilirdi.

"Martı mıyım?" 11 Şubat’ta Alan Kadıköy’de, 21 Şubat Cuma Ankara MEB Şura’da, 25 Şubat’ta Zorlu PSM’de.

Zeynep Aksoy kimdir?

Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.

ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.

20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.

T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.

Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Karanlıkta romantik bir umut ışığı: “Kış Yolculuğu”

Sevgi, terk edilmişlik, aşk acısı, yalnızlık, yollara vurmak, hüzün ve ölüm… Bir yaylı dörtlü, yumuşacık bir bariton sesi ve bu temaları Schubert’in zihninin içine girip çıkmış gibi ustaca yorumlayan koreograflarla dansçıların sahnedeki birlikteliği lirik, sakin ve derin...

Modern, “ağzı bozuk” Gurur ve Önyargı gibi bir şey…

Prodüksiyonun “vibe”ı çok yüksek ve fazla dışadönük bana göre, fakat oyunla kurduğum bu tamamen kişisel ilişki onun kendi çizgisinde son derece başarılı bir prodüksiyon olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette

Aşırı, gerçek ve “fazla”sıyla dozunda bir oyun: Işıltılı Haşerat

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nın “Işıltılı Haşerat”ının temel sorunu, gerektiği kadar, metnin hakkını verecek kadar “rahatsız” etmemesi; yoksa kendi limitasyonları içinde tutarlı ve iyi kotarılmış, akıyor, izletiyor, sıkmıyor

"
"