In-yer-face; 1990’ların ortalarında İngiltere’de ortaya çıkan, Londra Royal Court Tiyatrosu’nun öncüsü olduğu tiyatro akımı: Kışkırtıcı, sert, kaba dil, küfür, şiddet içeren, gerçekleri seyircinin suratına çarpan metinler… Philip Ridley, Mark Ravenhill, Sarah Kane, Joe Penhall önemli temsilcileri. Dot -2005-2006 sezonundan itibaren İstiklal Caddesi Mısır Apartmanı’ndaki salonunda Türk tiyatro seyircisini bu akımın oyunlarıyla tanıştırdı, buluşturdu. Bu oyunlar alternatif tiyatroya ve seyircisine taze bir soluk getirdi, tiyatro dünyasını canlandırdı, heyecanlandırdı. Sonra yine İstiklal’de bir apartman dairesi olan 2. kat da bu yolda yürümeye başladı ve yaklaşık 2005-2013 arası Beyoğlu’nda bir alternatif tiyatro rönesansı yaşandı. O günler her anlamda çok geride kaldı. Fakat in-yer-face İstiklal’e geri döndü.
Yıllar sonra Beyoğlu’nda bir in-yer-face oyunu izledim. Bu kez Garibaldi sahnesinde ve Devlet Tiyatrosu’ndan. Philip Ridley’in 2015 tarihli “Işıltılı Haşerat”ı. DT’in 2024 Kasım’ında ilk kez seyirci karşısına çıkan oyunu 2019 yılında da Eyüp Emre Uçaray rejisiyle 2. Kat’ta sahnelenmiş. Işıltılı Haşerat, tipik bir in-yer-face metni Ollie ve Jill, İngiliz işçi sınıfından genç bir çift. Jill hamile, kötü bir mahallede kötü bir evde yaşıyorlar ve çift bebek doğmadan daha iyi koşullarda yaşayabilecekleri hem de uygun fiyatlı bir eve başlarını sokabilmek peşinde. Gizemli bir emlakçı, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar ve çifte bedava bir ev teklif eder. Evin ücretsiz olması karşılığında onlardan beklenen, çevredeki diğer konutları potansiyel alıcılara cazip kılmak için bazı yenilemeler, güzelleştirmeler yapmalarıdır. Fakat bu yenilemelerin gerçekleşmesi için yapılması gerekenler ahlak sınırlarının çok dışında ve karanlıktır, yenilemeler ancak çevredeki evsizler ortadan kaldırıldıkça gerçekleşir. Olaylar geliştikçe karakterlerin kendi hırslarının kurbanı olarak her türlü sınırı aşmalarına ve üstelik yaptıkları akıl almazlıkları normalleştirmeye başlamalarına tanık oluruz.
Ridley’in tüketim hırsı, yoksul mahallelerin soylulaştırılması ve insanın bitmek tükenmek bilmez açgözlülüğünü yaratıcı bir soyutlama ve absürt unsurlar ve kara mizahla harmanlayarak işlediği şahane bir metin “Işıltılı Haşerat.” Ridley zaten tam bir “dahi çocuk.” Ressam, sinemacı, çocuk ve yetişkin oyunları yazarı, müzisyen… Yaratıcılığı sınır ve tür ayrımı tanımıyor ama her zaman cesur, çıplak ve politik bir tavır içeriyor.
DT’nin yapımında oyun kelimenin tam anlamıyla seyircinin yüzüne karşı oynanıyor çünkü ortadaki sahneyle seyirci arasındaki mesafe çok az ve özellikle önlerde seyirciyle oyuncular iç içe. Yönetmen Emre Basalak rejisinde epik bir üslup kullanmış. Küçük yuvarlak ve çıplak sahnedeki tabureler her türlü eşyanın ve bazen de bebeğin yerine geçiyor, fiziki mücadeleler stilize bir biçimde verilmiş, birçok şey seyircinin hayal gücüne bırakılmış. In-yer-face’in ruhuyla bu reji anlayışının çok uyuşmadığını düşünüyorum. Bu tarz tiyatroda her şey aşırı, fazlasıyla gerçek ve fazlasıyla “yüzümüze yüzümüze”dir, o sert ve kışkırtıcı metinlerin etkisi, ancak reji ve oyunculuklar da iyice abartılı, çıplak ve çiğ olduğunda ortaya çıkıyor.
DT’nin prodüksiyonundaki stilizasyon ve epikleştirme oyunu kendi içine kapatmış, adeta saklamış ve metnin yaratmayı amaçladığı şok etkisini azaltmış. Bir kurum tiyatrosunun böyle bir metni sahneleme cesareti takdiri hakkediyor ama keşke modern bir anlayış içinde demode kalmasalar ve metindeki karakterler gibi onlar da kendi sınırlarını biraz daha zorlasalarmış. Aynı şeyi oyunculuklar için de düşündüm; fazla kontrollü, fazla teknik, neredeyse kendini sansürleyen oyunculuklardı. Yanlış hiçbir şey yok ama her şey “fazla”sıyla dozunda. Tamamen yoldan çıkmış karakterlerle ilgili bir oyunda sahnede her şey bu kadar düzgün ve yolunda olmamalı. Sınır tanımayan bir tiyatro biçiminden bir metin alıp onu ehlileştirmek bir kurum tiyatrosundan beklenebilecek bir tavır ama ne tiyatroya ne o kuruma ne de seyirciye bir faydası var. Bazı şeyler yapılacaksa tam yapılmalı.
İstanbul DT’nin “Işıltılı Haşerat”ının temel sorunu, gerektiği kadar, metnin hakkını verecek kadar “rahatsız” etmemesi; yoksa kendi limitasyonları içinde tutarlı ve iyi kotarılmış, akıyor, izletiyor, sıkmıyor. Bir de mekân, konum ve seçilen iş dolayısıyla her şeyin çok daha güzel olduğu 2000’lerin ilk 10-12 yılına ışınlattığı için sanırım, iyi hissettiriyor. Günümüzde ülke ve dünyada orta ve orta-alt sınıf için en büyük kabuslardan biri haline gelen barınma meselesini ele aldığı için de çok güncel ve anlamlı.
“Işıltılı Haşerat” 2025’te İstanbul Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmeye devam edecek. Yapım metnin istediğini vermekte zayıf kalsa da izlenir.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|