İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) ünlü İtalyan opera bestecisi Rossini’nin “Maometto II/2. Mehmet” operasını 2024 Şubat sonundan beri, yani neredeyse bir yıldır “sessiz sedasız” sahneliyor. Bir operanın “sessiz sedasız” sahnelenmesi imkânsız elbette, ironideki kastım eserin bence hak ettiği ilgili ve övgüyü görememiş olması. Her detayıyla İDOB’da izlediğim en eli yüzü düzgün, en derli toplu prodüksiyonlardan “2. Mehmet” oysa…
1820 Aralığında Napoli “San Carlo” operasında prömiyer yapan “Maometto II”, Türklerin tarih sahnesinde parladığı ve Avrupa’da Viyana’ya kadar ilerlediği özellikle 18. yüzyılda Avrupalı sanatçıların bu onlara çok yabancı ve farklı gelen kültürden etkilenmiş eserler üretip durdukları “Turquerie” akımının örneklerinden sayılabilir.
Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operası bu akımın klasik müzikte en iyi örneklerindendir. Mozart’ın ölümünden yaklaşık 3 ay sonra müzisyen bir aileye doğan, küçük yaştan itibaren müzikle uğraşmaya başlayan, Mozart ve Haydn’a hayranlığından dolayı “Alman” lakaplı, aynı zamanda yemeğe, şaraba ve eğlenmeye düşkünlüğüyle meşhur İtalyan besteci Rossini, daha çok komik ve hafif operalar bestelediği çok üretken bir dönemden sonra bestelediği opera sayısını yılda bire indirdiği, yani yavaşladığı bir dönemde besteledi çok tarzı olmayan “seria” yani “ciddi opera” türündeki eserini.
“Maometto II”nin librettosunu İtalyan oyun ve libretto yazarı Ventignano Dükü Cesare della Valle, 1820 yılında kaleme aldığı kendi tragedyası “Anna Erizo”dan hareketle oluşturmuştu.”2. Mehmet” ilk sahnelendiğinde Napolili opera seyircisi eserin içine pek giremedi. Buna sebep olarak müzikologlar Rossini’nin bu eserinde 19. yüzyıl İtalyan operasının çok iyi ayarlanmış ve sisteme oturtulmuş geleneklerinin dışına çıkmasını gösterirler.
“Rossini’nin “Maometto II” ile ortaya koyduğu yenilikler, bir bakıma Napoli seyircisinin eseri neden hiç beğenmediğini açıklar niteliktedir. En başta Rossini sanatını bu yenilikler ışığında, Napoli’deki seyircinin algı kapasitesinin çok ötesine taşımıştı. Örneğin birinci perde yaklaşık 90 dakika sürer ve sadece beş bölümden oluşur; bunlardan biri “terzettone” (Rossini’nin buluşu olan “devasa trio”) adlı bölümdür.
Bahsi geçen trio yaklaşık 25 dakika sürer ve iki başrolün geçici olarak sahneden ayrılışını, bir anda duyulan topçu ateşini, insanların dehşete düşüşünü ve bir dua sahnesini içerir. Diğer bir unsur, geleneksel bel canto finalinden uzaklaşılmasıdır; (bel canto operalarda) genellikle mutlu sonla bitenlerde gösterişli, virtüözlük gerektiren bir rondo, trajik sonla bitenlerde ise bir cabaletta olurdu. Bunların yerine Rossini, primadonna için 40 dakika boyunca, sahneden hiç ayrılmadan, şan tekniğini gösterebileceği bir bölüm yazmıştır.” (Burçak Savaşkurt, Maometto II kitapçığı.)
Operanın konusu basittir, gerçekten yaşanmış bir kuşatma ve fetih çerçevesinin içine yerleştirilmiş hayal ürünü bir aşk hikâyesinden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğu ile
Venedikliler arasında gerçekleşen Venedik Savaşı’nın önemli evrelerinden Negroponte (Eğriboz) Kuşatması (1470) sırasında yedinci Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet ile gerçek kimliğini bilmeden ona âşık olan ve vatanı ile aşkı arasında seçim yapmak zorunda kalan Venedikli Anna’nın trajediyle biten hikâyesini anlatır.
Libretto ve aksiyonun ilerlemesi de son derece derli topludur. Her biri farklı bir sesten dört solist vardır; 2. Mehmet (bas), Eğriboz kalesinin komutanı Erisso (tenor) kızı Anna (soprano) ve Anna’ya aşık subay, pantolon rolü Calbo (mezzosoprano.)
Olaylar kısaca şöyle gelişir: Türkler Negroponte/Eğriboz kalesini işgal eder, Venedikliler işgale direnmeye karar verir, Anna’nın başka bir isimle tanıyıp âşık olduğu adamın 2. Mehmet olduğu ve babasının subayı Calbo’nun da kıza platonik olarak aşık olduğu ortaya çıkınca ortalık dramatik ve romantik anlamda karışır, 2. Mehmet onu bağışlayacağını söylese de Anna ülkesine ihanet edemeyeceğini söyler ve intihar eder.
Gelelim İDOB prodüksiyonuna…Her şeyden önce İtalyan yönetmen Renato Bonajuto tertemiz, pırıl pırıl, açık ve net bir iş çıkarmış. Maceraya ya da zorlayıcı yorumlara kalkışmadan elindeki malzemeyi en doğru şekilde kullanmış. Her bir sahne tablo gibi, dekor hem sade hem de görsel olarak etkileyici (dekor tasarımı Zeki Sarayoğlu), İtalyanlarda siyah/gri, rahibeler ve Türk harem kadınlarında krem/beyaz, Türk ordusunda ise kırmızı/kahverengi tonların hakimiyetindeki kostüm tasarımı (Gizem Betil) hem dönemi ve farklı kültürlerin giyim biçimlerini detaylarda doğru yansıtıyor hem de şık.
Yer yer dramatik, yer yer ise romantik ışık tasarımı (Ahmet Defne) görsel olarak çok çarpıcı. Arka planda yıkık bir kale, ön planda üzerinden beyaz bir tül geçen bir kılıçtan oluşan afiş de (tasarım Başak Günay) konseptle uyumlu ve çok estetik. Yani prodüksiyonun görsel öğeleri rejinin sade ve döneme sadık anlayışıyla birebir uyum içinde. Fakat bir operayı mükemmele taşıyan her zaman tabii ki solistleridir. Benim izlediğim kastta 2. Mehmet Doğukan Özkan, Anna Gülbin Günay, Calbo Asude Karayavuz ve Erisso Ufuk Toker hem çok yetenekli şancılar hem de oyunculuklarıyla ve karakteristik özellikleriyle rolleriyle çok iyi uyum sağlamışlar.
Günay, Toker ve Karayavuz’un mükemmel icra ettiği birinci perdedeki Rossini’nin o “devasa trio”su bu sahnede dinlemiş olduğum en dengeli, en uyumlu ve en başarılı ensemble’lardan biri olabilir. Daha ufak rollere sahip diğer iki solist; Selimo Hazal Ata ve Condulmiero Berk Dalkılıç ve koro da her zamanki gibi elbette çok iyi.
Belki yönetmenin yorumunda Türklerin kırmızı/kahverengi, ateşli/alevli, bıyıklı, ürkütücü ve biraz gülünç, Venedikli ve Bizanslıların ise şövalyeler örneğinde ciddi ve tutarlı, rahibeler örneğinde ise beyaz, saf ve temiz olarak betimlenmesi bizim seyircimize ters gelebilir ama eserin bir batılı tarafından batının gözünden yazıldığını ve bir batılı tarafından batı gözüyle sahneye koyulduğunu göz ardı etmemek gerekir. Kaldı ki Osmanlı ordusu adayı işgal etmiş ve oradaki insanlar tehdit altında. Tabii ki onların gözünden de bize korkutucu ve tehditkâr gösterilecekler…
Her şeyiyle bu kadar iyi kotarılmış bir eserin neden yeterince ilgi çekmemiş olabileceğine biraz kafa yordum. Her şeyden önce, operayı çok takip etmeyen okuyucular bu bilgiye sahip olmayabilir ama opera şehrimizde çok izleniyor; İDOB’un her yaş ve kesimden çok iyi, sadık bir seyircisi var ve neredeyse her temsil o kocaman salon dolup taşar, iyi ki…Tabii ki repertuarın “Butterfly”, “La Traviata”, “La Boheme”, “Figaro’nun Düğünü”, “Aida”, “Tosca” vs. gibi yıllar içinde popülerliklerini katlamış eserleri her zaman (ve dünyanın her yerinde) daha çok ilgi çeker. Fakat ödenekli bir devlet kültür kurumunun önemli bir misyonu da halkına, seyircisine daha az bilinen, daha az popüler olan ama yine de repertuarda önemli yer tutan eserleri de vermesidir, ki, İDOB bu konuda dikkatli ve başarılı bir kurum.
Yakın zamanda sahnelenen Gounod’un “Faust”u ve bu Rossini’nin “Maometto II”si bu kategorideki eserlerden. Maometto II “Sevil Berberi” gibi Rossini’nin “hit”lerinden değil sonuçta, çok tanınmıyor, çok sahnelenmiyor, bir de hem konu hem de müzikal açıda biraz durağan. Fakat her yönüyle o kadar iyi kotarılmış ve güzel bir prodüksiyon ki, “bir opera sahneye nasıl düzgün bir şekilde konur”a cevap olarak mutlaka ve mutlaka izlenmesi gerekiyor.
(Maometto II, 21 ve 25 Aralık’ta AKM Büyük Salon’da.)
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|