Yılın son yazısı… Pandemiden beri her geçen yıl bir öncekini aratıyor gibi geliyor. Sanki 2020’li yıllara girilmesiyle birlikte dünyanın el freni çekildi, gittikçe hızlanarak yokuş aşağı gidiyoruz. Dünya, insan yüzünden, hiçbir zaman harika bir yer olmadı elbette; yüzyıllardan beri her nesil, dünyanın her yerinde savaş, açlık, doğal felaket, yoksulluk ve mutsuzlukla mücadele etmek zorunda kaldı. Fakat bu son beş yıl, ne bileyim, belki benim orta yaş umutsuzluğumdan belki de bilim ve teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde artık daha az saçmalık yaşanması gerektiğine inancımdan, beterin beteriymiş gibi geliyor.
Yılın son yazısı… Serbest takılmaya karar verdim. Ortaokulda bana yazmayı sevdiren Türkçe/edebiyat öğretmenimin yaratıcılığımızı zorlamak için bulduğu bir yöntem geldi aklıma…Tahtaya 20 adet gelişigüzel kelime yazar ve bizden tüm bu kelimeleri kullanarak bir kompozisyon yazmamızı isterdi. Üç insandan beşer adet gelişigüzel kelime istedim, beş tane de kendim koydum. 1 Ocak itibarıyla herkes yeni bir diyete, bir spor rutinine, ne bileyim daha erken kalkmaya başlayarak bir kendini değiştirme çabasına gireceği için, bir de tema ekledim, “İnsan değişir mi?”
Kelimelerimiz: Küstah, mermer, kıkırdamak, şeker, zaten, enflasyon, karınca, umut, mor, kucak, yaprak, şimşek, yaban, koşmak, ıslanmak, çiçek, kitap, saklanmak, itiraz, korku.
Herkesin beğenmediği, değiştirmek ya da bırakmak istediği huyları, özellikleri var. Sanki bu takvim düzenini tamamen biz insanlar uydurmamışız gibi, her 1 Ocak öncesi yeni yıl kararları alıyor, 1 Ocak’ta bir heves bir umut yeni bir şeylere başlıyoruz. Bunlar genellikle yaşam tarzı ve bedeni iyileştirmeyle ilgili şeyler oluyor. Kimimiz sosyal medyaya ara veriyor, kimimiz şekere elveda diyor, kimimiz koşmaya başlıyor, kimimiz yeni 500. diyetine. Peki tepeden inme “1 Ocak kararları” işe yarıyor mu? Kendimden ve çevremden gözlemlediğim, zaten çok disiplinli bir insan değilseniz, gönlün ferman, bünyenin zoraki dayatılan takvim dinlemediği, daha ocak bitmeden eski alışkanlıklara geri dönüldüğü… Çıkarılmaya çalışılan kötü alışkanlıklar çok kolay geri dönüyor da katılan iyi şeyler, eğer sevilmişlerse, kalıcı oluyor gibi. Örneğin geçen yılbaşında hayatıma uzun süredir çalmayı istediğim bir enstrümanı, çelloyu kattım. Bir yıl geçti, hâlâ hayatımda ve çok güzel bir beraberliğimiz var.
Ya da galiba, çok küçük değişiklikler, ayarlamalar, kalibrasyonlar diyelim, daha kalıcı olma eğilimi gösteriyor. Sabah rutinim bilgisayarımı sehpaya koyup kahve eşliğinde koltukta gazeteleri taramaktı. Bununla ilgili problem, çalışma masamda olmadığım için, sonra yazmaya geçmekte zorluk yaşamamdı. Çok basit bir değişiklik yaptım. Artık akşamları bilgisayarımı mermer çalışma masamın üzerinde bırakıyorum. Sabah kahvemle direkt masamın başına geçmiş oluyorum. Çok küçük bir ayar olduğu için beynim değişikliği çok anlamadan hemen uyum sağladı.
Ne tuhaf yaratıklarız, sürekli beynimizle mücadele halindeyiz ve onu kandırabildiğimizde bunu bir başarı sayıyoruz.
İnsan değişmez. Temel karakter özellikleri değişmez. ABD’nin ve dolayısıyla dünyanın başına bir kâbus gibi yeniden çökecek olan portakal saçlı bay T’nin küstahlığı değişebilecek bir şey mi, adam tamamen bundan besleniyor. Karıncayı bile incitemeyecek hassasiyette bir insan bir zorbaya dönüşebilir mi? Başına korkunç şeyler gelse de çok zor. Fakat bazı memnun olmadığımız alışkanlıklarımızı, huylarımızı ufak ufak değiştirebiliriz belki; önce farkına vararak, sonra da ufak ayarlar yapıp o ufak ayarlarda, sürekli kandırmaya çalıştığımız beynimizi ikna edene dek ısrarcı olmak. “Kendimi baştan yaratıcam” mantığıyla koskoca bir liste yapıp, 1 Ocak itibarıyla ona başlayıp bir daha eski haline dönmeyenine, ben şahsen hiç rastlamadım.
Çok küçük başlayabiliriz. Örneğin sosyal medyada geçirdiğimiz saatlere kaptırdığımız kitap okuma alışkanlığımızı geri kazanmak için 3-4 sayfa da olsa okuyabiliriz her gün. Bitkilerden hiç anlamıyor ama çiçek seviyor ve öğrenmek istiyorsak, tek bir taneyle başlayabiliriz. Mor yapraklı bir bitki aldım kendime, yıl sonunda hâlâ hayattaysa bunu başarı sayacağım.
Bu satırları yazarken birden şimşek çaktı ve çılgın bir sağanak başladı. Üç genç kadın girdi caféden içeri, çok ıslanmışlardı ama kıkırdıyorlardı. Cafénin aşırı yabani kara kedisine doğru bir hamle yaptı kadınlardan biri, hiç itiraz etmeden çıktı kedi kadının kucağına. Belli ki o da yeni yılda bazı huylarını değiştirmeye karar vermişti.
2025’ten pek bir şey beklemiyorum, sadece korkularım ve kaygılarım var açıkçası. Sağlık, ekonomi ve toplumla ilgili, temeli olan kaygı ve korkular onlar; çünkü biliyorum ki enflasyon düşmeyecek, ben ve yakınlarım daha gençleşmeyeceğiz, toplum yoksullaştıkça, iyice darboğaza sıkıştıkça öfke patlamaları, şiddet artacak. Fakat korkularımın arkasına saklanmayı da reddediyorum. Değiştiremeyeceklerime değil, değiştirebileceklerime odaklanıp çok ufak adımlarla ilerlemeyi umuyorum. Koltuktan masaya geçmek, tek bir çiçeğe bakabilmeyi öğrenmek gibi… 15 dakika daha erken kalkabilmek, köpek gezdirme yürüyüşlerini 1 kilometre daha uzatmak, çelloyu iki günde bir değil her gün, yarım saat değil kırk beş dakika çalışmak gibi.
Beyninizi küçük numaralarla kandırarak oturtmak istediğiniz iyi alışkanlıklara adım attığınız bir yıl diliyorum. Kendime de buna ek olarak dünyanın ahvaliyle, düzeltmek için elimden gelen hiçbir şey olmadığı için, çok fazla ilgilenmemeyi… Mümkünse o da benimle ilgilenmesin.
Zeynep Aksoy kimdir?
Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.
ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.
20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.
T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.
Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…
|