15 Şubat 2025

Don Giovanni: Toksik narsizmin müziğin büyüsüyle lezizleşme hali

Giovanni sevgililerinin kaydını tutar; uşağı Leporello’nun “katolog” aryasına göre soylu, köylü, güzel, çirkin, şişman, zayıf, yani kısaca etek giyen her tür kadından oluşan 2065 kadının ülkelere göre dağılımı bile vardır: İtalya’dan 640, Fransa’dan 100, İspanya’dan 1003, Türkiye’den 91 kadın gibi…

Hayattaki tek amacı cazibesi ve manipülasyon yeteneğiyle baştan çıkardığı ve beraber olduğu kadınların sayısını artırmak olan, kariyerini çapkınlık üzerine yapmış, paralı bir adam düşünün. Bu prototipten günümüzde de çokça vardır üstelik toksik narsistik yapılarıyla verdikleri zarardan çok beceriklilikleri ve tercih edilirlikleriyle övgü de toplarlar. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, bu karakter yapısının orijinali, babası ya da büyük dedesi diyebileceğimiz, efsane Don Juan’ın maceralarını işleyen, tüm zamanların en sevilen ve en çok sahnelenen operalarından Mozart’ın “Don Giovanni”sini bu sezon da sahnelemeye devam ediyor.

Klasik müzik evreninin dahi çocuğu, kısacık yaşamına 16 opera sığdırmış Mozart’ın son dönem operalarından, librettosu diğer iki popüler eseri “Figaro’nun Düğünü” ve “Cosi Fan Tutte”yi de kaleme alan, döneminin romantik komedi yazarı diyebileceğimiz Da Ponte’ye ait “Don Giovanni”nin konusu ve efsanevi karakteri 1630 yılından kalma bir İspanyol oyununa dayanır ve istediği kadını elde etmek adına hiçbir kural/engel tanımayan kariyer çapkını soylu Don Giovanni’yle hem onu dizginlemeye çalışan hem de içten içe onun yerinde olmayı arzulayan uşağı Leporello’nun maceralarını konu alır. Eserin başında baştan çıkardığı ve zorla elde etmeye çalıştığı Donna Anna’nın babası Komutan’a yakalanınca adamı öldürmüştür ve eserin sonunda öldürdüğü komutanın heykeli/hayaleti çapkınımızı ateşlere atmak suretiyle hayatı boyunca yaptıklarının bedelini ona ödetir. Opera 29 Ekim 1787’de Prag’da ilk kez seyirci karşısına çıktı, Mozart eseri ancak bir gece önce tamamlayabilmişti. Librettist Da Ponte çok ilginç bir karakter: Yahudi asıllı bir aileden geliyor ancak babası Katolik bir kadınla evleneceği için vaftiz edilerek din değiştirir sonra da papaz okulunda eğitim görür ve Katolik papazı olur fakat bu metresinden iki çocuk yapmasını, kadınlara ve aleme düşkünlüğünü engellemez. Sonunda yaşam biçimi yüzünden Venedik kentinden sürülür. Dünyanın çeşitli yerlerinde çok değişik işler yapar, bir noktada yolları Mozart’la kesişir ve bestecinin sonradan en sevilen üç eserinde iş birliği yaparlar. Da Ponte hayatının son dönemini New York’da geçirir ve orada yaptırdığı, sonra yanan opera binası National Theatre günümüzdeki Metropolitan Operası’nın ilham kaynağıdır.

Da Ponte’nin 20 yıllık en yakın arkadaşının Giacomo Casanova olduğunu ve Don Giovanni karakterinin, eski bir kurmaca oyun karakterine dayanmakla birlikte çapkınlığıyla kendisine ve bildiğimiz kadarıyla Mozart’a da benzediğini belirtmeden de geçmeyelim. Giovanni sevgililerinin kaydını tutar; uşağı Leporello’nun “katolog” aryasına göre soylu, köylü, güzel, çirkin, şişman, zayıf, yani kısaca etek giyen her tür kadından oluşan 2065 kadının ülkelere göre dağılımı bile vardır: İtalya’dan 640, Fransa’dan 100, İspanya’dan 1003, Türkiye’den 91 kadın gibi…  

Operanın başlıca karakterleri Don Giovanni’nin zorla baştan çıkardığı Donna Anna, terkettiği, ona hem çok sinirlenen hem de onu hala seven, intikamla affetme arasında gidip gelen Donna Elvira, uşağı Leporello, Donna Anna’nın nişanlısı, sadık ve intikam peşindeki Don Ottavio, düğününde baştan çıkarmaya çalıştığı masum genç köylü kızı Zerlina, nişanlısı Masetto ve Donna Anna’nın babası komutandır. Her biri için şahane müzikler yazılmıştır, aryalar dışında ikili, üçlü, ve bir kuartetten oluşan ensemblelar karakterler arasındaki çatışmalarla ilişkileri derinleştirmek için mükemmel müzikal araçlardır. Kara komedi ya da trajikomik diyebileceğimiz eseri Mozart “opera buffa” yani komik opera olarak düşünmüştü, Da Ponte’ye göre ise komedi, dram ve doğaüstü etmenleri birleştiren, neşeli dram diye çevirebileceğimiz “dramma giacoso” türündeydi.  

İDOB’un prodüksiyonunda rejisör Aytaç Manizade her iki yaklaşımı da içeren, komedisini öne çıkarırken özellikle kadınlar nezdinde barındırdığı karanlığı da gö zardı etmeyen, dinamik bir bakış açısıyla sahneye koymuş eseri…Kostümlerde ve dekorda çeşitli dönemler iç içe geçmiş, dönemsiz ya da belli bir döneme ait değil de diyebiliriz. (Kostüm Serdar Başbuğ, dekor Efter Tunç). Kendi içlerinde gayet başarılı dekor ve kostüm birbirleriyle çok uyum içinde değiller ve eserin genelinin de draması ve aksiyonu iyi verilmiş olmakla birlikte ne anlatmak, neyi ön plana çıkarmak istediği konusunda kafası biraz karışık diyebiliriz. Örneğin Mozart/Da Ponte ikilisinin çok önemsediği kendi dönemlerinin meselesi sınıflar arası ilişkiler ve alt sınıfların baskılanmasının altı daha fazla çizilebilir, feminist bir yaklaşıma gidilebilir ya da başka ama net bir tema seçilip üzerinde durulabilirdi, rejinin böyle bir derdi yok. Benim izlediğim kastta şan anlamında tüm solistler mükemmeldi. Sex and the City’deki Samantha’yı andıran tiplemesiyle Donna Elvira Şebnem Ağırdağ Kışlalı, karizmatik çapkın/toksik narsisist Don Giovanni karakterinin hakkını fazlasıyla veren Umut Kosman, uşağın her türlü numara ve taktiğinin altından başarıyla kalkan Leporello Nejat Işık Belen ve masum ama meraklı genç kız karakterine başarıyla bürünen Zerlina Aslı Ayan solistliklerinin yanında oyunculuklarıyla da çok iyiydiler ama diğer solistlerin oyunculukları oldukça zayıf. Örneğin Donna Anna’yı canlandıran Gülbin Günay’ın doğal olarak harika renkli bir sesi var ve çok iyi bir solist, onun nişanlısını canlandıran Berk Dalkılıç’ın da öyle, ama aralarındaki ilişki havada kalıyor ve inandırıcı değil. Keşke tüm solistler şandaki yetkinliklerinin yanında oyunculuklarına biraz daha fazla eğilseler, karakterlerinin aksiyonlarının arkasındaki motivasyonları biraz daha deşseler ve sesleri kadar oyunculuklarıyla da parlasalar…

Dünyada artık çok iyi opera prodüksiyonları yapılıyor-rejiden şancıların oyunculuklarındaki en ufak detaya kadar her şeyin derin alt metinlerle, düşünceyle içlerinin doldurulduğu, çok yaratıcı ve sağlam işler izliyoruz. Bizim de bütün solistlerimiz ve opera kadrolarımız çok yetkin ve donanımlı insanlardan oluşuyor, solistlerimizin şan konusundaki yetkinlikleri evrensel boyutta; bunu çok iyi bildiğimiz için de onlardan ve rejisörlerden beklentilerimiz çok daha yüksek; operamızın tam potansiyeline ulaşabilmesi için oyunculukların ve rejilerde vizyonun geliştirilmesi gerekiyor.

Bununla birlikte İDOB’un Don Giovanni’si elbette dünyanın en iyi operalarından birinin müzikal olarak çok iyi kotarılmış ve reji anlamında sonuçta düzgün akan bir prodüksiyonu olarak keyifle izleniyor.


Don Giovanni 20 ve 22 Şubat ve 1 Mar’ta AKM Büyük Salon’da.

Zeynep Aksoy kimdir?

Zeynep Aksoy İstanbul’da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra ABD’de University of Rochester ve Eastman School of Music’te müzik ana dal, sahne sanatları ve sanat tarihi yan dallarında lisans eğitimini tamamladı.

ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Brown University’de tiyatro çalışmaları alanında yüksek lisans yaptı. Bir süre New York’ta çeşitli tiyatro ve film şirketlerinde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönüp Radikal İki ve Milliyet Sanat’ta sahne sanatları eleştirileri yazmaya başladı.

20 yıla yakın eleştirmenlik kariyerinde basılı neredeyse her medyada yazıları yayımlandı. “Denizkızı” adlı romanı 2003’te yayınlandı.

T24’teki Haftalık yazıları dışında Milliyet Sanat’ta opera bale yazıları, #tarih dergisinde sinema ve dizi yazıları yayınlanıyor.

Bu aralar bir oyun, bir film ve bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor. Boş zamanlarında geziyor, çiziyor ve müzikle uğraşıyor. İki köpek üç kedi annesi…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Medea’nın oğulları başrollerde

Dor Productions ve Hira Tekindor, bambaşka bir Medea yorumunu sahneye koymuş. Bu, iki kadın yazarın, Kate Mulvany ve Anne-Louise Sarks’ın uyarlaması, tamamen iki çocuğun ölümlerinden önceki son saatlerine odaklanan, başrole o çocukları oturtan bir Medea

Eğlenceli ve hiperaktif bir Çehov uyarlaması

Martı, çoğu Çehov oyunu gibi bir iç aksiyon oyunudur. BeReZe titiz bir dramaturjik çalışmayla bunu bir dış aksiyona dönüştürmeyi, Martı gibi bir oyundan bir fiziksel tiyatro örneği çıkarmayı başarmış. Renkli, hareketli, pırıltılı, eğlenceli, aynı zamanda kafası karışık ve hiperaktif de...

Karanlıkta romantik bir umut ışığı: “Kış Yolculuğu”

Sevgi, terk edilmişlik, aşk acısı, yalnızlık, yollara vurmak, hüzün ve ölüm… Bir yaylı dörtlü, yumuşacık bir bariton sesi ve bu temaları Schubert’in zihninin içine girip çıkmış gibi ustaca yorumlayan koreograflarla dansçıların sahnedeki birlikteliği lirik, sakin ve derin...

"
"