31 Ocak 2025

ABD'den neden döndüm?

Aradan bunca zaman geçti, bugün de döndüğüme pişman değilim. Çünkü bu özgeçmiş, bu yaşam, bana savaşları ve karanlıkları, aydınlıkların nasıl izleyeceğini çok iyi belletmiştir

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ihtisasımı New York’ta Columbia Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’nde bütünlemiştim. Ardından Houston’a gitmiştim. Orada, jinekolojik Onkoloji dalında çalışırken hocam sormuştu:

-Bitirince ne yapacaksın?

-Türkiye’ye döneceğim.

-Burada kalırsan Türkiye’dekinin kat kat daha fazla gelirinin olacağını, daha iyi bir hayat yaşayacağını bilmiyor musun?

Hocama verdiğim cevabı eksiksiz hatırlamıyorum ama aslında neden döndüğümü, benimle aynı yollardan geçmemiş, aynı geçmişi paylaşmamış bir kimseye anlatabilmemin imkânsız olduğunu biliyordum.

* * *

1960 yılında İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciyken ve ağırlaşan bir diktacı rejimin baskısını uzun süredir hissederken yaşadıklarımla ilgisi vardı dönmeyi tercih etmemin.

Uzun süredir yoğunlaşan, bunaltan baskıcı bir rejimin sonunun görülmediği, birçok sınıf arkadaşımın ve benim, karamsarlığın içinde ne tarafa doğru yüzeceğimizi kestiremediğimiz günlerden biriydi. İstanbul'da, Beyoğlu Caddesi'nde yürüyordum.

Birden uzaklardan, Babaannemden dinlemiş olduğum Plevne marşını andıran bir şarkının söylendiğini duymuş, geriye dönüp bakmıştım: Bir kalabalık kaldırımlardan taşmış, caddeyi kaplamış, Tünelden Galatasaray’a doğru, eski dinlerin törenlerinde yürüyenleri çağrıştıran ağır bir tempoyla yürümekteydiler; büyük babamın Harp Okulu’nda öğrenciyken katıldığı, Plevne Savaşı’nın marşını, yeni sözlerle söylüyorlardı. 

* * *

Bu savaşın benim için bambaşka anlamları vardı: Büyükbabam, Plevne Savaşı bittiğinde memleketine dönerken orada omuz omuza çarpıştıkları bir arkadaşına “Mert bir insansın, ailendeki kızların da senin gibi olmaları gerekir. Öyle biri var mı?” dediğini, sonra da o arkadaşının akrabası olan mert bir kadınla evlendiklerini biliyordum; o kadın bana bunları anlatmış olan babaannemdi.

Yenilgiyle sona eren bu savaş olmasaydı babam doğmaz, kardeşleri doğmaz, beni oluşturan kimyasallar kim bilir hangi otun yaprağında, hangi kuşun kanadında dolanır dururlardı?

* * *

O gün, yolumu değiştirmiş ve “Olur mu, böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler, bu dünya size kalır mı?” diyerek yürüyen kalabalığa karışmıştım. 

Bütün bunlar nedeniyle o gün Beyoğlu’nda marş söyleyenlerle yürüdüğümde hissetmiş olduğum mutluluğu aşan duyguyu gereğince tanımlayacak kelimeleri bugüne kadar bulamamışımdır.

Dikta rejimine karşı yürüyen üniversite öğrencilerinin mücadeleleri, bu öğrencilerin aralarında oluşan o sıra dışı dayanışma, yoldaşlık duygusu, hayatımda ilk kez neden yaşadığımı, ne için var olduğumu algılamama yol açmıştı, nasıl unuturdum? 

Başka? Vietnam Savaşı’nda düşmana çok yakın ileri bir karakolda bir süre bulunmuş olan bir çavuşun yaşam öyküsünü okumuştum bir yerde: “Kafamızı kaldırdığımızda düşmanın kurşunu vınlardı,” demişti çavuş, “Çok kez yüz numaraya gidemezdik, üstümüze işerdik. Yemek mi? Bize doğru bir kürekle itilen kuru sandviçleri yiyesimiz gelmezdi, su içmek bile dertti. En sevdiğim arkadaşım yanımda vurulduydu: Beyninin parçalarını üniformamdan silkmem gerekmişti.”

Bu yerden her nasılsa ölmeden kurtulmuş olan çavuş, terhis edilmiş, bir sene sonra, yolda savaş sırasında o karakolda bulunmuş başka bir arkadaşıyla karşılaşmıştı.

Her saniyesi ölüm kokan, genç yaşlarında yitip gitme olasılığı pek çok olan, böyle bir deneyimi geçirmiş iki eski savaşçı o günleri hasretle anmışlardı.

Böyle bir felaket nasıl hasretle anılırdı, nasıl özlenirdi? Herkesin herkese yabancı olduğu, komşuların bile birbirlerini tanımadığı, her koyunun kendi bacağından asılacağını söyleyen atasözlerinin geçerli olduğu sivil hayata karşın dehşetli bir dayanışmanın, insanın arkadaşı için kendini tehlikeye atmaktan çekinmediği o günler özleniyordu.

1960’ın o gününde yürüyen kalabalığa katılmış, o kalabalıkla yürümüş biri olduğumdan Vietnam savaşını, ölüm kalım günlerini hasretle yadeden çavuşu anlıyordum, memleketimi andığımda, eylemleri anımsadığımda, eylemlerde yaşadığım dayanışmayı ve dayanışmanın getirdiği o hiçbir şeye benzemeyen yoğun mutluluğu başka hiçbir yerde duyumsamayacağımı bildiğim için Türkiye’ye dönmek istediğimi anlatmam güçtü.

* * *

Aradan bunca zaman geçti, bugün de döndüğüme pişman değilim. Çünkü bu özgeçmiş, bu yaşam, bana savaşları ve karanlıkları, aydınlıkların nasıl izleyeceğini çok iyi belletmiştir. 

Yazarın Diğer Yazıları

Dinazorlar iyi ki yok oldular!

Dikta rejimlerinde ülkeleri yönetenler, ebediyen iktidarda kalmak için her yola başvururlar; değişim -onlar açısından- felakete yol açar. Öyle ise diktatörlük, bir ülkede yaratıcılığa, olumlu sonuçlara yol açan değişimlere engeldir

Yeni yılda ekonomiyi pekâlâ düzeltebiliriz!

Ekonomi, düzelmeyip gün geçtikçe böyle battıkça artık önyargısız olmak ve farklı gelir arttırıcı yollara başvurmaktan başka bir çare kalmamıştır

Chicken sexing / Civcivlerin cinsiyetlerini anlamanın güçlüğü

En başarılı civciv cinsiyeti belirleme eksperleri, ellerine alıp inceleyebildikleri yaratıkları bile güç değerlendirebiliyorsalar, kadın doğumcunun kalın palto giymiş hamileyi teşhiste zorlanması mazur görülebilir

"
"