Tek adamlığın “faziletleri” üstüne sayılıp dökülenleri her duyduğumda “ağaca dayanma kurur, adama dayanma ölür” sözünü tekrarlıyorum doğal bir refleksle.
Aylardır neredeyse her gün, hatta her saat, önümüzdeki pazar günü oylanacak anayasa metnine “hayır” demeyi gerektiren eylemler ve söylemlere tanık ola ola geldik bu son haftaya.
Olan bitenlere, söylenenlere ve önerilen sisteme baktığımda, doğrusu kimsede farklı bir kanaat oluşabileceğini pek düşünmemiştim.
Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın fragmanıysa eğer, bu filmi görmek isteyen çok kişi çıkmaz zannettiğimden herhalde.
Anketlere göre ise durum başa baş görünüyor.
Demek ki demokratik bir yönetim talep edenlerle, otoriter bir rejimde rahat edeceklerine inananlar hemen hemen eşit oranda.
Hiç detaylara girmeye lüzum yok, düşüncelerinden dolayı akademisyenlerin üniversitelerden ihraç edildiği, gazetecilerin, yazarların hapis yattığı, milletvekillerinin tutuklandığı, referandumda “hayır” diyeceklerin “terörist” veya onunla eşdeğer sayıldığı bir yerde demokrasiden söz edilemez çünkü.
Köprüden geçmesine izin verilenler, verilmeyenler diye bir ayrım aklın ucundan bile geçebiliyorsa fazla söze hacet yok aslında.
Uzmanlar yeni anayasa kabul edilirse yanlış uygulamaların yasallaşmış olacağını söylüyor.
Esasında uzun uzadıya incelemek dahi gerekmiyor…
Tek bir madde yeter “hayır” oyu vermek için bence…
O da yeni düzenlemede Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin yarısının cumhurbaşkanı tarafından atanacak olması.
Artık cumhurbaşkanı aynı zamanda parti lideri de olacaksa, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı sadece kağıt üstünde kalır.
Yargı bağımsız olmazsa adalet olmaz.
Ve bir yerde adalet yoksa gerisi teferruattır. Vatandaş olarak güveneceğiniz hiçbir şey kalmaz.
Son dönemeçte “evet” oranlarının yükselmesinde Avrupa Birliği ülkelerinin tutumunun etkili olduğu görüşü var.
Öyleyse buna daha çok hayret ediyorum.
Biz Avrupa Birliği’ne girip girmemeyi oylamıyoruz…
“Hayır” dersek, iktidar değişip, yerine de AB devletlerinin siyasetçileri yönetmeyecek Türkiye’yi…
Ancak ve ancak, ora vatandaşlarının hak ve özgürlüklerine, imkânlarına kendi memleketimizde sahip olmayı kendimize hak gördüğümüzden “hayır” demeliyiz biz, bu referandumda.
Neymiş, dış ülkelerin Türkiye ile ilgili kötü niyetleri varmış; o halde daha da büyük bir ısrarla ve inatla demokrasi talep etmeliyiz.
Zira cumhuriyet demokrasiye kavuşmayınca halkın içinde farklı farklı konularda büyük bir memnuniyetsizler ordusu yaratır; memnuniyetsizlerin sayısı artınca cumhuriyet de tehlikeye girer
İşte asıl o zaman ve ondan korkmalı. Kanser bile insanın bağışıklık sistemi zayıfladığında çıkar ortaya, yoksa barınamaz o bünyede, malum. Demokrasizlik de cumhuriyetin bağışıklığını zayıflatan büyük bir etmen; yakın geçmişte, civar ülkelerde çok örneğini gördüğümüz gibi.
İktidar partisinin savunduğu “tek başlılık olmayınca çabuk karar alamıyoruz, kanunları meclisten geçirmekte zorlanıyoruz” tezine karşı tek bir hatırlatma yapmak isterim. DSP, ANAP ve MHP’den oluşan üçlü koalisyon, geceli gündüzlü çalışıp, AB’ye uyum yasalarını birkaç günde geçirmişti TBMM’den.
Galiba kararımızı şöyle vereceğiz:
İlkelerden yanaysak ve demokratik ülke vatandaşlarının sahip olduğu hak ve özgürlükleri, refahı, ekonomik şartları talep ediyorsak oyumuzu parlamenter sistemden yana kullanacağız.
Bir siyasetçi söyledikleri birbiriyle çelişse de, birbirine tamamen zıt eylemler gerçekleştirse de onun her söylediğini, her yaptığını sırf onu sevdiğimiz için doğru kabul etmeye meyilliysek “tek başlılığı” tercih edeceğiz.
Yalnız burada dikkate değer bir nokta var ki o da gelecekte bu makama seçilen her politikacıyı aynı oranda sevip sevmeyeceğimiz.
Çok kısa bir süre kaldı, halk seçimini yapacak. Neticeyi hep birlikte göreceğiz, yaşayacağız.
Beni bu süreçte asıl ilgilendiren hep medyanın durumu ve duruşu oldu. Dünya görüşleri, inançları, hayat tarzı anlayışları zaten iktidar partisiyle ve onun getirmeyi teklif ettiği sistemle paralel olan gazetecilere bir sözüm yok.
Ya diğerleri… Artık çıkarları mı, korkuları mı, hırsları mı, hesapları mı her neyse o sebepten, meslekdaşlarının hapsedilmesini, mahkûm edilmesini, işlerinden atılmasını, yazılara ve yayınlara müdahale edilmesini görmezden gelmeleri, bu hali tasvip etmeleri, hatta bazen bizzat hedef göstermeleri…
Parlamenter sistemden yana olanlarla dalga geçmeye yeltenmeleri, vatan hainliğiyle suçlamaları…
Her türlü adaletsizliğin üstünü örtmeye çalışmaları…
Bugün “muktedirden” taraf olmaları işlerine yarıyor yahut olan bitenler kendilerine dokunmadığı için aldırmıyor olabilirler…
Tek bir sorum var onlara yalnızca:
Bir gün size de dokunan bir şey olursa peki, o zaman ne yapacaksınız?