Narsisizm, insan ruhunun olmazsa olmaz, fazla olursa da tadından yenmez bir parçası… Kendini sevmeyen, şeklini, şemalını, hayattaki yerini, duruşunu ve üretimlerini beğenmeyen birisinin, mutlu bir hayat sürmesi düşünülemez. Böyle kimseler, kendilerine acı çektirip, bir tamamlanmamışlık hissi içerisinde ömürlerini harcayıp dururlar, ne kendilerini ne de başkalarını gerçekten sevebilirler. Sağlıklı bir ebeveyn ilişkisi kurabilmiş bir çocuğun, beğenilme ve sevilme arzusu yeterince tatmin edildiğinde ( psikiyatri jargonuyla konuşursak; temel narsisistik ihtiyaçları karşılandığında), erişkinlik döneminde kendini sevebileceği, yeterli derecede! narsisistik kişilik özelliği geliştirebileceği varsayılır. Yaşamsal olarak elzem olan bu ruh halinin çeşitli nedenlerle abartılmış haline ise narsisistik kişilik bozukluğu diyoruz ki, dünya tarihindeki birçok kişisel trajedi ve toplumsal felaketin sorumlusudur.
Kendimizden hoşnut olma ve yeterince beğenme halinin nasıl şiddetlenip ağır bir kişilik bozukluğu haline dönüştüğüyle ilgili belki yüz binlerce sayfa yazı vardır, ancak, kişilik bozukluklarının erken çocukluk yaşlarında temellerinin atıldığı ve sonra uygun çevresel faktörler eşliğinde serpilip geliştiği tartışma götürmüyor. Narsisistik kişilik bozukluğu özelinde konuşursak, normal gelişim sürecinde, çocuğun temel narsisistik ihtiyaçlarının yeterince görülmediği, yani ilgi ve sevgi alınmadığı, değerlilik hissinin yaşanmadığı durumlarda, sanki bir telafi mekanizması gibi, özbenliğe yönelmiş coşkun bir sevgiden söz etmek mümkün. Bir nevi ‘ onlar sevmezse kendimi ben severim ‘ durumu belki… Kafa travmasına ve beyin ameliyatlarına bağlı sonradan gelişen bir sürü kişilik ve davranış bozukluğu olsa da, bunlar, konunun profesyoneli olmayanlar için ancak ilginç birer tıbbi merak konusu olabilir. Oysa narsisistik kişilik bozukluğu, sonuçları nedeniyle hepimizi ilgilendiren, belki de sosyal bir halk sağlığı sorunudur.
Düşünün, ortaçağda veba salgını ne kadar insan öldürdü? Ya Güney Amerika’ya İspanyol denizciler tarafından götürülen çiçek hastalığı? Bunların tam rakamlarını bilmek çok kolay değil ama ikinci dünya savaşında 60 milyon kişinin öldüğünü ve savaşın en büyük sorumlusunun narsisistik bir kişilik patolojisine sahip olduğu su götürmeyen Adolf Hitler olduğunu biliyoruz…
İşi içinden çıkılmaz yapan ve sosyal bir sorun haline getiren şey, bu tür kişilerin bir kısmının gerçekten hırslı, çalışkan, zeki ve başarılı olması, kendi içlerinde sarsılmaz bir şekilde inandıkları üstün insan olma hissine başkalarının da inanmaya başlamasıdır. Bu ‘başkaları’ içinde, narsisistik kişiye hayran, hayatını onun arzu ve telkinlerine göre yaşamayı seçmiş, ruhen olgunlaşmamış, kişilik olarak bağımlı tipler olabileceği gibi, enteresan şekilde, her narsisistiğin, kendisiyle özdeşim yapan başka narsisistik hayranları da vardır. Narsisistiğin çevresindeki narsisistikler, bazen kişinin kendinden bile tehlikeli olabilirler. Göze girmek için yapmayacakları şey, kendileri de küçük bir hayran kitlesi edinmek için, kendi kişiliklerinde onun yansımalarını hissetmek için acıtmayacakları can yoktur. Güçlü ve lider pozisyonuna gelmiş bir narsisistiğin propagandacıları da narsisistik olur. Goebbels’in kulakları çınlasın…
Gerçekte narsisistik kişinin önceliği, var olan nitelikleriyle üstün ve önde olmak değildir, çünkü o, var oluşuyla, önde olmayı, saygı görmeyi zaten hak ettiğini düşünür. Eleştirilmekten, yaptıklarının beğenilmemesinden hatta beğenilmemesi ihtimalinden dahi nefret eder. Eleştiri potansiyeli yaşayan, ruhunu ona tamamen teslim etmeyen kişileri uzak tutar, onlardan arkadaş edinmez. Etrafındaki insanlardan bu biat ve onaylanmayı bekler, zekidir (öyle olduğuna kesinlikle inanır), kimsenin görmediklerini görür, yapamayacaklarını, başaramayacaklarını başarır, bazen ailesini kurtarır, bazen de ülkesini ve milletini kurtarmaya doğru niyetlenir. Kurtarmaya çalıştığı aile bireyleri veya milletin fertleri sözünü dinlemezler ve onun uygun gördüğü şekilde davranmazlarsa ‘ ne halleri varsa görsünler’ e hızlıca bir dönüş olur. Çünkü narsisistik kişinin, değerini anlamayanlar, ona saygıda kusur edenler, o, cansiperane bir şekilde ailesi, sevdikleri veya insanları için çalışıp onlar için en iyisini bilirken itiraz edenler, hiç yakın olmayan kişiler de olsa, hatta aileden de olsa, bir böcek kadar değerleri yoktur. Mahvolmaları, kendi haklılığını ispat eden bir durum olduğundan, istenen bir şeydir, ölmeleri bile üzülmeye değmez; vefasız kardeşin cenazesine gitmeyen ağabey hikayesi çok tipiktir, küçük kardeş hayatının bir yerlerinde çok büyük bir hata yapmış ve söz dinlememiştir!!
Tabii ki sadece bu kadarla kalmaz, madalyonun bir de öbür yüzü vardır. En güvendiğiniz noktanız aynı zamanda en zayıf yerinizdir. Narsisistik kişiliğin kurduğu bu sistem, kendine olan inancı ve başkalarının ona olan hayranlığı hep aşırı şişkin bir balon gibi patlamaya hazırdır, yıllarca emek harcayarak kurduğu bu sistemin aslında dayanaksız, temelleri olmayan bir yapı olduğunun içten içe farkındadır. Bu nedenle hep savunma halindedir, pençeleri çıkmış bir şekilde kendine ve kurmuş olduğu bu narsisistik dünyaya karşı olabilecek her saldırıyı, daha ortaya çıkmadan bertaraf etmek ister. Çünkü sevilmemek, beğenilmemek, önde ve bulunduğu yeri hak etmiş birisi olmamak onda tahammül edilemez bir acı yaratmaktadır. Bu nedenle, cephe çok geride kurulur. Kısa bir sürede, tüm kötülüklerin ve fitnenin kaynağı bir kişi veya grup seçilir. Hak edilmiş olan, kazanılmış olan hakların ve sevginin elden gitmesine neden olabilecek her şey önceden belirlenip, önlem alınır, bu niteliğe sahip olanlar gerçek birer düşmandır. Bu sistemin içerisine gönülden dalan küçük narsisistik hayranlar da üzerlerine düşen görevi yaparak, destekleyici kanıtlar ve kuramlarla düşmanca inançların pekişmesini sağlarlar. Artık işlem tamamdır: düşmanlar belirlenmiş, narsisistik paranoid dünya bir defa kurulmuştur, başrol oyuncusu ve yardımcı roller dağıtılmıştır…
Farkında olmadıkları, önlem alamadıkları tek şey ise, aslında kendi kurdukları bu tiyatro sahnesinin ışıklar söndüğünde unutulacak aktörleri oldukları gerçeğidir.