23 Kasım 2013

Melankoliye övgü

Mutlu olmak güzel ve değerli bir his. Ancak kendi kendimizi mutlu olma baskısına o kadar sokuyoruz ki, mutsuz olmaktan aşırı derecede korkar hale gelip, mutsuzluk fobisi olan insanlara dönüşüyoruz

Mutlu olmak istemeyen insan yoktur. Acıdan kaçma ve hazza yönelme, en temel şekillenen insani yönelimlerden biridir. Freud'un bunu söylemesinin ardından yüz sene zaman geçtikten sonra biliyoruz ki, haz veren faaliyetler, beynimizdeki ödül sistemini harekete geçirir ve dopamin adlı beyin kimyasalının aracılık ettiği bir mekanizmayla tekrar edilmeleri ve pekiştirilerek öğrenilmeleri sağlanır. Ne var ki, keyifli faaliyetlerin hızlı bir şekilde öğrenilmesi ve tekrar edilmelerine yatkınlık oluşması, bağımlılığın da temel taşını oluşturur. Hazza olan meyilimiz, bizi bağımlılığa karşı savunmasız bırakır. Hazzı öğreniriz ve sonra da bırakamayız. Haz odaklı yaşamak, bununla ilgili sağlıklı bir çerçeve ve bilinç geliştiremeyen insanın kaderidir

Biyolojik anlamda baktığımızda mutluluğun tanımı gayet nettir ve basitçe, acı çekmiyor olmaktır. Acı çekme hali hem fiziksel hem psikolojik olabilir. Biz insanlar, gelişmiş zihinlere sahip, oldukça karmaşık yapıda varlıklarız. Bu nedenle, bir ameliyattan çıkmadıysanız veya ağrılı bir hastalıktan muzdarip değilseniz ya da sevdiklerinizden birini kaybetmediyseniz, sadece acı çekmiyor olmak çoğumuzu mutlu etmeye yetmez. Hepimiz, mutlu olma durumumuzu, hayat içinde yaşayıp giderken edindiğimiz farklı ve zor elde edilen şartlara bağlıyoruz. Böylece kendi kendimize bir tuzak oluşturuyoruz, o da mutluluğu yakalanınca tadı çıkarılan nadir bir keyif olarak değil, uğrunda devamlı uğraşılarak elde edilen ve daima hissedilmesi gereken bir duygu olarak görmeye başlamak.

Mutlu olmamız için gerekli olduğunu düşündüğümüz şeylerin çoğuna, hiç farkında olmadan şartlanıyoruz. Anne babalarımızın beklentilerini içselleştirmekle daha çocuk yaşlarda başlayan bu süreç, içinde yaşadığımız çevrede makbul sayılan koşullara ulaşmadan, 'başarılı ve ön planda biri' olmadan mutlu olamayacağımızı zihnimize kazıyor, reklamlarda gördüklerimize sahip olmamız gerektiği gibi sosyal dayatmalarla sürüp gidiyor.

Okuduğumuz kitaplarda, seyrettiğimiz filmlerde ve reklamlarda rastladığımız mutlu insan yaşantılarına gıpta ediyor, o yaşantılara ulaşmaya çabalıyoruz. Bazen, kapasitemizi o kadar zorladığımızdan, hedeflediğimiz ve bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz şeylere ulaşmak öylesine yorucu ve meşakkatli olabiliyor ki, sonunda elde ettiğimizde, anlamını yitirip, değersizleşiyor. Ama, yine de yerlerine hemen yeni 'mutluluk hedefleri' koymakta gecikmiyoruz.

Tabii ki mutlu olmak güzel ve değerli bir his. Ancak kendi kendimizi mutlu olma baskısına o kadar sokuyoruz ki, mutsuz olmaktan aşırı derecede korkar hale gelip, mutsuzluk fobisi olan insanlara dönüşüyoruz. Aslında hayatımızda mutlu, mutsuz ve duygusal olarak nötral olduğumuz anların ölçümü yapılsa, mutlu olduğumuz anların en az, nötral olduğumuz anların ise en fazla olduğunu görürüz.

Aynı, doğumu, neşeyle ve çoşkuyla kabul edip, ölümü, sanki hayatın dışında ve hiç gerçekleşemeyecek bir olay gibi görerek yadsıdığımız gibi, mutsuz olma halini de kendimizden uzak tutmak için aşırı derecede enerji sarf ediyoruz. Çocuksu bir iyimserlikle, mutluluğun istisnai bir durum değil de daimi bir hal olmasını istiyoruz. En ufak sıkıntı ve gerginlikte, komşudan, eşimizden dostumuzdan duyduğumuz antidepresanlara elimiz gidiveriyor. Gerçekten ihtiyacı olan için mucizevi birer iyileşme aracı olan depresyon ilaçlarının en büyük müşteri kitlesini, aslında depresyonda olmayan, mutsuzluk fobisi olan hayat tatminsizleri oluşturuyor Oysa kabul etmemiz gereken gerçek, mutsuzluğun da hayatın içinde, kaçınılamayacak, özgün ve zenginleştirici bir duygu olduğu..

Acı ve sıkıntıya tahammül edebilme gücünün insanı geliştirdiğini, yaratıcılık, sanatsal üretim, mizah ile zor durumların üstesinden gelebilme gibi özel bazı yeteneklerin, insanın acı ve sıkıntıyla imtihanından çıktığını görmezden gelmemeliyiz. Aşı olmaktan kaçan ufak çocuklar gibi, mutsuzluktan kaçmaya çalışmak, mutlu olmaya çalışıp, aslında o kadar da mutlu olunamayınca, yerini bir çaresizlik hissine ve depresyona bırakabiliyor çünkü... Ardından, bu varoluşsal depresyonu aşabilmek için, kolay ve hızlı haz veren kokain, eroin gibi maddelere saran insan, kendini birden mutlu olma çabası- başarısızlık- mutsuzluk- madde kullanımı- mutluluk- daha fazla mutluluk için daha fazla madde kullanımı gibi bir kısır döngünün içinde bulabiliyor.

Mutluluk ver mutsuzluk birbirini tamamlayan iki temel duygu. Birisi olmadan diğerinin hiçbir anlamı yok. İkisinin de insana kattığı değerler var, Sadece mutluluk arzusu içinde yaşayıp, çabalamak ise hem nafile, hem de paradoksal şekilde tatminsizliğe, depresyona ve bağımlılığa yol açıyor. Mutluluğu sevdiğimiz gibi, 'acıyı da bal eylemenin' yolunu bulmak, daha derinlikli ve tatmin edici bir tamamlanmışlık hissine ulaşmanın yegane yolu aslında.

Not: İnsanın ruhsal yapısı o kadar ilginç ki, fiziksel ve psikolojik acıyı hazza dönüştürmesi ve bu yazıda geçen bahsin aksine, mutsuzluğun hazzına bağımlı olması da mümkün.. Bunu da başka bir yazıda ele alalım…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Partum depresyon ne yapar, ne yapamaz?

Post partum depresyon ise, geçmişinde depresyon geçirmiş olan veya depresyona genetik olarak meyilli kadınlarda ortaya çıkan ağır bir hastalıktır

Hazzın doruklarından ölümün soğukluğuna: Eroin

Eroin bağımlısı, cenneti görmüş ama orada kalamamış ve bu dünyayı mecburen bir süre daha çekmek zorunda kalmış bir insan gibi hisseder

Narsisistik ruhlar paranoid dünyalar kurar

Narsisizm, insan ruhunun olmazsa olmaz, fazla olursa da tadından yenmez bir parçası… Kendini sevmeyen, şeklini, şemalını, hayattaki yerini, duruşunu ve üretimlerini beğenmeyen birisinin, mutlu bir hayat sürmesi düşünülemez.