14 Eylül 2013

Çocuk damatlar

Daha fiziksel gelişimin başlangıcında, ruhsal ve bedensel olarak evlilik kurumunun sorumluluk ve amaçlarına uyum gösteremeyeceği halde, bir takım sosyal ve ekonomik gerekçeler ve aile baskısıyla evlendirilen erişkinlik öncesi kızlara \'çocuk gelinler\' deniyor malumunuz..

Daha fiziksel gelişimin başlangıcında, ruhsal ve bedensel olarak evlilik kurumunun sorumluluk ve amaçlarına uyum gösteremeyeceği halde, bir takım sosyal  ve ekonomik gerekçeler ve aile baskısıyla evlendirilen erişkinlik  öncesi kızlara 'çocuk gelinler' deniyor malumunuz..

Çocuk gelinler meselesi, hiç şakaya alınacak, azımsanacak bir olay değil,  dünyada Mali, Yemen, Bangladeş, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde,  milyonlarca çocuğun hayatlarının kararmasına neden olan bir insanlık suçu.  Bu ülkelerde, 8 yaşındaki kızla gerdeğe girmeye çalışıp, çocuğu öldüren pedofilik manyakların kamuflajı oluyor çoğu zaman evlilik kurumu...

Çocuk gelinler, genelde belli bir başlık parası veya kızın ailesine sağlanması olası bir sosyal statü nedeniyle kendilerinden yaşça daha büyük erkeklerle evlendiriliyorlar. Bu yaş farkı bazen kendilerinden onlarca yaş büyük olan, sosyal veya ekonomik açıdan önemli bir kişi olabildiği gibi, bazen de daha genç, ancak kendilerinden yine de yaşça büyük erkekler olabiliyor. Dolayısıyla, bir 'çocuk gelin' probleminden bahsettiğimiz kadar ruhsal ve fiziksel olarak örselenmiş bir 'çocuk damat ' problemi göremiyoruz. Benim burada çocuk damat olarak bahsettiğim kavram, daha çok metaforik- ruhen olgunlaşmasını tamamlamamış'  anlamındadır.

Kız çocukları, büyütülürlerken, ailenin sosyal  konumuyla da paralel olacak şekilde, az veya çok , bir 'tehdit ve tehlike' algısı içinde yetiştiriliyorlar ülkemizde... ( kadın ve erkek rollerinin çok daha eşitlikçi olduğu ve cinsiyetçiliğin marjinalleştiği kuzey ve batı Avrupa ülkelerinde kız çocuklarının nasıl yetiştirildikleri sosyolojik bir karşılaştırma için ilginç bir konu olabilir). Akşamüstü saat beşte evde olacaksın - akşam sekizden önce evde olacaksın - biz olmadan tek başına hiçbir yere gidemezsin veya nerede olduğunu bilirsem istediğin saatte eve dönebilirsin'e kadar değişen ve birbiriyle çelişen ebeveyn tutumu görmek mümkün etrafımızda. Eğer ebeveyn, kız çocuğunun hayattan ve tehlikelerden sakınılması gereken bir varlık olduğunu düşünüp, bu korumacılıkta aşırıya kaçarsa, ergenlik dönemine giren genç kızlar, bunu büyük bir ketlenme, kısıtlanma ve baskı hissi olarak yaşıyorlar. Dolayısıyla, kızlar, kendilerine küçük de olsa bir özgürlük alanı açabilmek maksadıyla, anne-babalarıyla ergenlik döneminin başından itibaren mücadele etmek, kendilerini göstermek ve bireyselleşmek zorunda kalıyorlar. Elbette ki tüm genç kızların bunu başarabilmesi,  korumacılık kisvesi altındaki cinsiyetçi baskıyı kırabilmesi söz konusu değil. Bir kısmı, öğrenilmiş bir çaresizlik hissiyle bu duyguyla özdeşim yapıp, ketlenilmiş -kısıtlanmış hayatlarına uyum gösteriyorlar, evlenip kız çocuk sahibi olduklarında da kendilerine layık görülmüş olan muameleyi, kendi kızlarına uygulamakta bir beis de görmüyorlar. Ezilenin öfkesi maalesef yine ezilene  çıkıyor bu durumlarda..

Bu sosyal ve psikolojik gerçeklik, zaman zaman acı verici tecrübelerle yaşansa da , bir de avantajı var: daha çabuk olgunlaşma, zorlukla savaşma azmi, kendi istekleri için  çatışmayı ve aileden farklılaşarak bireyselleşmeyi göze alabilmek gibi hasletleri kazandırabiliyor kız evlatlara.

Erkek çocukları, erkek egemen kültürde büyüdüklerinde (Türkiye'yi bu kategoriye sokmak herhalde zor olmasa gerek), kız çocukları gibi dikenli yollardan geçmek zorunda kalmıyorlar, birçok özgürlük, daha onlar talep dahi etmeden, önlerine seriliveriyor. Anne ve babaları tarafından düşüncesizce parlatılan ve şişirilen benlikleri, sınırlanmaya, ikili ilişkilerde ortak yolu bulmak için ödün vermeye, ketlenilip kısıtlandıkları zaman ağlamadan (büyüyünce de bağırıp çağırmadan)  akılcı düşünerek çözüm üretmelerine engel oluyor. Her erkek çocuk anne -babası böyle davranıyor demek istemiyorum elbet, ama çocuk yetiştirmeyle ilgili hâkim olan iklimin bir şekilde herkese az veya çok sirayet etmesinde de şaşırtıcı bir durum yok.

Zorlanmamış egoların, disipline edilmemiş ruhların ilk ve en büyük sınavı karşı cinsle ilişkiler başladıktan sonra yaşanır. Terk edilme ve sevilmeme durumunda ortaya konan tepkiler, kanaatimce ruhsal gelişmişliği ve kişinin gerçek kalitesini, hatta çocuğu yetiştiren anne ve babanın da kalitesini gösteren en önemli işaretlerdir. Ayrılınca kız arkadaşının mahrem fotoğraflarını internete koyan veya onun adına utandırıcı bir Facebook sayfası açan, terk edilmesi ihtimaline karşı sevgilisini ölümle tehdit eden, hatta bazen öldürebilen bir kişilik, tabii ki, sağlıklı bir ruhsal gelişimin göstergesi olamaz.

Flört aşamasında, zorlanan, vermesi gereken ödünler ve ilişkinin devamı için yapması gereken fedakârlıklardan kaçınan erkekler, çok uzatmadan ilişkilerini bitirerek bu zorlantıdan kurtulabiliyorlar. Zaten 'ben' duygusu çok ön planda olan erkek çocukları, ergenlik dönemindeki flörtlerini, çok zorlayıcı ve talepkar olmayan kızlardan seçiyorlar. Çok hızlı bir şekilde flörtleri biten ve başka bir kızla flört etmeye başlayan erkeğin çevresi, 'acaba bizim oğlumuz neden ilişkisini sürdüremiyor, fazla ben merkezci veya düşüncesiz olabilir mi' diye sorgulamak yerine oğullarının 'çapkınlığıyla' gurur bile duyabiliyorlar. 

Tabii ki, yaş biraz daha büyüyüp, evlilik aşamasına gelindiğinde, seçimlerde tek belirleyici olan şey, talepkar olmayan ve itaatkar kızlar değil. Dolayısıyla ister istemez başka türlü bir ilişki biçiminin içine giriyor erkek. Hem eşinin ailesine karşı, hem kendi sosyal çevresine karşı, hem de 'artık çocukluktan çıkmış, bir birey haline gelmiş olan' eşine karşı sorumlulukları var. Ama dışarıdan belli olmayan bir şey, her ikisi de çok eğitimli, çok başarılı ve çok 'normal' gözüken bu çiftlerden, kız tarafı, hayatında, kendisi olabilmek için öyle ya da böyle çok mücadele etmiş ve bireysellik anlamında daha fazla yol kat etmişken, erkek tarafı bireyselleşme ve aileden ayrımlaşabilme anlamında çok daha geride kalmış olabiliyor ki bu da günümüzdeki evliliklerin önemli bir çatışma alanını teşkil ediyor.

Eşine danışmadan, babasının bir telefonuyla, üniversiteye gelen erkek kardeşinin kendileriyle yaşamasını kabul etmekten, bayramda kimin ailesinin öncelikle ziyaret edileceği konusunda hiçbir taviz vermemekten, oturulacak muhit seçilirken, kendi ailesine fiziksel olarak daha yakın olmaya öncelik vermeye, eşinin, kendi ailesine karşı, fedakar, şefkatli ve güleryüzlü olmasını beklerken, arada bir de olsa onun ailesiyle biraraya gelindiğinde surat asmaya, kendi annesinin istediği zaman eve gelip, onlar evde yokken yatak odasına dahi girip  eşinin çekmecelerini düzenlemesini normal bulmaya  kadar çeşitlendirilebilecek, türlü 'bencilce' davranışlar,  bu çocuk damatların ortak özellikleri.  Çocuk damatların daha kırsal kökenli ve geleneksel ailelerden geldiklerini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, memleketin mümtaz liselerinden ve güzide üniversitelerinden de mezun olmuş olan bir çok çocuk damat var..

Çocuk ruhlu damatlarla evliliği sürdürmek, eğer değişime ve gelişmeye de dirençlilerse ve yetiştikleri ortamı tek doğru olarak benimsiyor ve anne-babalarına toz kondurmuyorlarsa, hiç kolay değil. Terapi ve farkındalıklarını arttırmak elbette tek çözüm ama çoğu zaman 'doğuştan haklı' olduklarını düşündükleri için, terapiye ikna etmek de imkansıza yakın bir ihtimal. Bu nedenle, iş, yine kadınlara-annelere düşüyor, kızlarını yetiştirirlerken, bir 'çocuk damat' ile karşılaştıklarında kendilerini nasıl koruyacaklarını öğretmeleri, belki de kız çocuklarına kazandırabilecekleri en büyük haslet olabilir. Erkek çocuklarını yetiştirirken de, oğullarının, günün birinde, birilerinin eşi, sevgilisi ve babası olacağını akıldan çıkarmadan, ayrımlaşmalarına müsaade etmeleri, uzun vadede herkesin mutluluğuna hizmet edecektir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Partum depresyon ne yapar, ne yapamaz?

Post partum depresyon ise, geçmişinde depresyon geçirmiş olan veya depresyona genetik olarak meyilli kadınlarda ortaya çıkan ağır bir hastalıktır

Hazzın doruklarından ölümün soğukluğuna: Eroin

Eroin bağımlısı, cenneti görmüş ama orada kalamamış ve bu dünyayı mecburen bir süre daha çekmek zorunda kalmış bir insan gibi hisseder

Narsisistik ruhlar paranoid dünyalar kurar

Narsisizm, insan ruhunun olmazsa olmaz, fazla olursa da tadından yenmez bir parçası… Kendini sevmeyen, şeklini, şemalını, hayattaki yerini, duruşunu ve üretimlerini beğenmeyen birisinin, mutlu bir hayat sürmesi düşünülemez.

"
"