24 Ağustos 2013

Cinsel seçimin doğası: Gönül ota da çiçeğe de konar mı?

“İlk görüşte aşk var mı?” “Nasıl biriyle evlenmeliyim?” “Çok seçiciyim, o yüzden kimseyi beğenemiyorum” “Çok seviyorum ama güvenemiyorum” “Çok beğeniyorum, ama cinsel olarak bir şey hissetmiyorum”…

İlk görüşte aşk var mı?” “Nasıl biriyle evlenmeliyim?” “Çok seçiciyim, o yüzden kimseyi beğenemiyorum” “Çok seviyorum ama güvenemiyorum” “Çok beğeniyorum, ama cinsel olarak bir şey hissetmiyorum”…

Tüm bunlar sizlerin dostlarınızdan, bizim de danışanlarımızdan sıklıkla duyduğumuz sözler. İnsan hayatındaki en zor süreçlerden birisi eşleşmek, hayatını beraber geçirecek, çocuklar yaparak aile kuracak ve onları işbirliği içinde büyütebilecek bir partner bulmak. Bu seçimin tamamen bilinçli olduğunu, her şeyin artısını ve eksisini düşünerek kuyumcu terazisi gibi düzgün ve doğru seçimi yapabileceğinizi sanıyorsanız, üzülerek söylemeliyim ki, fena halde yanılıyorsunuz.

Bilinç ve irade dediğimiz beyin ön lobu fonksiyonları, bir nevi aysberg gibi, son derece karmaşık insan doğasının görünen yüzünü oluştursa da, aslında suyun altında- beynin bizim iradeli kontrol ve bilinçli hissedişimizin dışında kalan büyük kısmında- hiç farkında olmadan bizi seçim yapmaya yönlendiren süreçler yaşanıyor.

Karşı cinsten iki insanın cinsel olarak birbirlerini cazip bulmalarının altında, sağlıklı bir cinsellik ve dolayısıyla, sağlıklı yavrular yapabilmek ihtimali yattığına herhalde kimse itiraz etmez. Hem kadınlar hem de erkeklerin karşı cinste çekici buldukları özelliklerin sağlıklılık ve dayanıklılık gibi bazı temel yaşamsal niteliklerle ilişkili olması bu nedenle pek şaşırtıcı gelmemelidir.

Kadınlarda kalça ile bel arasındaki oranın kalça lehine büyük olması, erkekler açısından hep çekici bulunur. Zaten sağlıklı işleyen bir hormonal sistemi olan bir kadında, bel kalça oranı, bu beğeniyi ortaya çıkaracak doğrultuda gelişir, yani bel kalça oranındaki dengesizlik, aslında bir tür hormonal probleme ve dolayısıyla, erkek tarafından çekici olmayan bir ‘ sağlıksızlık’ durumuna işaret eder. Kadınlarda bu durum, erkeklerdeki omuz ve göğüs çevresi genişliği beğenisi olarak kendini gösterir (doğada kur yapan erkekler dişilere hep göğüslerini şişirip kasım kasım kasılarak dolaşarak niyetlerini belli ederler). Erkek ve kadın kemik yapısı, vücutlarında hakim olan hormonlardan, yani testosteron ve östrojenden etkilendiği için, kadınların yüzlerinin alt kısmı daha küçük, çene kemikleri yuvarlak ve ufak olur, bu beğenilen bir özelliktir; erkelerde ise tam tersi elmacık kemiklerinin çıkıklığı, sert ve güçlü çene yapısı ve yüzün, burnun alt tarafında kalan kısmının genişliği çekici bulunur.

Kuşkusuz ki, simetri, insan kusursuzluğunun en önemli dış göstergelerinden biridir. İnsan vücudu ve yüzünün simetrisi, çeşitli çevresel faktörler, ana rahminde oluşan bazı olumsuzluklar ve mutasyonlar nedeniyle birçok bireyde hafifçe bozulabilir, buna karşılık hem kadınlar hem de erkekler( nedense!!) daha simetrik vücut ve yüz hatlarına sahip olan kişileri daha çekici bulurlar. Tahmin edebileceğiniz gibi daha simetrik bir fizik, sağlığı bozacak çevresel ve genetik etmenlerle daha az karşılaşmış olmayı göstermektedir.

Peki sarışın kadınlar gerçekten daha mı çok tercih edilir? Bizim büyük şehirlerdeki yapay sarışın oranlarımıza baktığımızda, Türk kadınının oyun planını bunun üzerine kurduğunu görebiliyoruz. Çok da yanıldıkları söylenemez, çünkü gerçekten de açık ten rengi ve cilt parlaklığı belli bir cinsel tercih üstünlüğü yaratıyor. Tüm bebeklerin daha açık tenli doğduklarını ve zaman geçtikçe koyulaştıklarını düşündüğümüzde ve üreme kapasitesi ile sağlığın gençlik ile ilişkisini kurduğumuzda bu durum da anlam kazanıyor

Dünyanın her yerinde, erkekler, kadınların çok konuşmalarından ve dırdırlarından! şikayetçi olsalar da, gerçekte, sesi daha gür çıkan kadınları tercih ediyorlar. İnce sesli ve alçak sesle konuşan kadınlar pek tercih edilmiyor, adet döngüsü sırasında, yumurtlama olduğunda, östrojenin azalıp, progestronun yükselmesi yani üreyebilme şansı artması ile sesi hafifçe kalınlaşan kadını, erkek bilinci ıskalasa da , bilinçdışı biyolojik mekanizmalarla işleyen erkek doğası ıskalamıyor!

Koku meselesi de, seçimlerin oluşmasındaki önemli faktörlerden bir tanesi… Feromon adı verilen ve bir gramın trilyonda biri ağırlığındaki küçük moleküller, doğada canlıların üreme dönemlerinde ne kadar kızışmış olduklarını birbirlerine duyurmaya yarayan bir iletişim aracı. İnsanlarda bu yetenek başka hayvanlara kıyasla oldukça körelmiş olsa da (23 milyon yıl önce ortaya çıkan bir mutasyon, primatların renkli görebilmelerine, dolayısıyla , bir dişinin kızışmış olup olmadığını, cinsel organının kızarmasından anlayabilmelerine olanak sağladığı için, feromonların giderek önemini yitirdiği düşünülüyor) cinsel seçimlerimizde hala etkili olduğuna dair sağlam kanıtlar var.

Herhangi bir koku kullanmasına müsaade edilmemiş, koku yaratacak bir yemek yememeleri tembihlenmiş erkek üniversite öğrencilerinin iki gece üst üste yatarken giydikleri tişörtler, bir poşete koyulup laboratuar ortamına getirildiğinde, denek olan kızlardan, bu tişörtlerin hangisini çekici buldukları sorulmuş ve ortaya ilginç cevaplar çıkmış. Çekici bulunan tişörtlerin sahipleri ile o kokuyu çekici bulan kızlar arasında, MHC ( major histocompatability complex) adı verilen ve insan bağışıklık sistemini belirleyen yaklaşık 100 genlik bir sistem tarafından kodlanan hücre yüzey molekülleri arasında belirgin uyumsuzluk bulunmuş. Yani kız denekler, bağışıklık sistemi, kendilerininkinden farklı olan erkekleri tercih etme eğilimindeler. Bunun biyolojik anlamı ise, benzer bağışıklık sistemine sahip olan bireylerden doğacak çocukların, hastalık zaafiyetlerinin aynı olacağı, ancak farklı bağışıklık sistemine sahip anne ve babanın yavrusunun daha dayanıklı olacağıdır. Bu seçimin ne kadar bilincimiz dışında olduğu ve doğa tarafından bize empoze edildiği de herhalde biyolojik varlığımızı ve soyumuzu devam ettirebilmenin bizim kontrolümüzde çalışmayan 'evrimin doğal seçilimin makinası' nın hizmetinde olduğuna en güzel kanıttır.

Göz göze gelmek de cinsel beğeninin önemli verilerinden biri sayılıyor. 10 saniyeden daha fazla süren göz teması ve bu göz teması sırasında göz bebeklerinin büyümesi, cinsel beğeninin, yine elimizde olmayan, kontrolsüzce kendimizi açık eden belirtilerinden birisi. Eğer beğendiğiniz kimseye, bunu belli etmek istemiyorsanız devamlı göz kaçırıp, göz göze gelmemeye çalışmak bir yol olabilir, hatta bence bizde, göz göze gelmemeye çalışmak, ters yönden, cinsel beğeniyi gösteriyor da olabilir.

Cinsel seçimin farkında olunmayan ve bilinç dışı biyolojik dürtülerle kontrol edilen kısmı takdir edersiniz ki çok da 'şık' durmuyor. Bu nedenle cinsel seçimlerimizi psikolojik ve sosyal bazı ambalajlar içine sokup paketleyerek daha ' kabul edilebilir' hale getiriyoruz.

Çocukken zihnimize kazınan 'iyi erkek ' ve iyi kadın ' şablonları , anne ve babalarımızın 'efendi çocuk' veya 'hanım kız ' diye onay verdiği kimseler, bilinç düzeyindeki tercihlerimizde etkili oluyor. İnsanlar, genelde, kendi sosyal çevrelerinden, eğitim düzeyi benzer ailelerden gelen kişileri eş olarak seçiyorlar. Ama hiç yüz yüze karşılaşmamış, biyolojik bir çekim hissetmemiş (koklaşamamış!) çiftler, sadece ailelerin uygun görmesiyle evlendirildiğinde, belki sosyal olarak uyumlu aileler oluşsa da ve üstünkörü yaşanmış cinsellikle çocuklar doğsa da, birkaç sene sonra eşini hiç arzulamayan ve ereksiyon sorunu yaşayan erkeklere ve hiç orgazm olamamış kadınlara yol açıyor. Boşanma sırasında 'artık kocamın kokusuna tahammül dahi edemiyorum' sözü oldukça sık işitilen bir mazerettir!

Tam tersini düşündüğümüzde, yani biyolojik çekimin yüksek, ancak sosyal ve psikolojik uyumun pek önemsenmediği birlikteliklerde ise 'cinsel hayatımız harika ama onun dışında devamlı kavga ediyoruz' sözü eş terapisi seanslarında çok geçer.

Cinsel seçimlerimiz, biyolojik dürtülerin, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarla harmanlanmasıyla ortaya çıkar. Eğer bunlar doğru bir şekilde karışmışsa adına 'aşk ' denilen duygu hissedilir. Baştaki sorumuza dönersek, gönlünüz ota konmaz, eğer bir yere konuyorsa, siz çok fark etmeseniz de, başta çok anlamasınız da, sizin için en güzel çiçek o olur.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Partum depresyon ne yapar, ne yapamaz?

Post partum depresyon ise, geçmişinde depresyon geçirmiş olan veya depresyona genetik olarak meyilli kadınlarda ortaya çıkan ağır bir hastalıktır

Hazzın doruklarından ölümün soğukluğuna: Eroin

Eroin bağımlısı, cenneti görmüş ama orada kalamamış ve bu dünyayı mecburen bir süre daha çekmek zorunda kalmış bir insan gibi hisseder

Narsisistik ruhlar paranoid dünyalar kurar

Narsisizm, insan ruhunun olmazsa olmaz, fazla olursa da tadından yenmez bir parçası… Kendini sevmeyen, şeklini, şemalını, hayattaki yerini, duruşunu ve üretimlerini beğenmeyen birisinin, mutlu bir hayat sürmesi düşünülemez.