20 Nisan 2023

Seçim zamanı

Her şey şahane olmasa da, şahane kılmak halk olarak bizim elimizde

Demokrasilerde seçim zamanları, bağbozumuna benzer.

İsmiyle müsemma bir kavramdır "bağbozumu". Mevsimi gelip üzümler olgunlaşınca bağlarda hasat başlar. Önce ürünler toplanır, ardından geriye kalan her şey için bağa girişlerin serbest olduğu kısa ve bazen kaotik bir dönem gelir. Demokrasilerde seçim zamanları, bağbozumuna benzer. Bizde ise seçim zamanları, öncesi ve sonrası dahil kaotik dönemlere benzer oldu, bağların hep çiğnenmesi şeklinde.

Türkçede "bunlar" adılı çok çeşitli nesneler için kullanılabilir. Tek başına alındığında olumlayıcı ya da olumsuzlayıcı bir anlam yaratmaz, yalnızca işaret eder. Diyelim bazı önlemleri kastederken "bunlar" diyebilirsiniz, yeterli ya da yetersiz, olumlu ya da olumsuz bulduğunuzu ek olarak belirtmek kaydıyla. Tek istisna insanlardır. İnsanları işaret ederek "bunlar" demek, Mehmet Y. Yılmaz'ın da (13 Nisan tarihli T24'te yayımlanan "Başkanlık sisteminin iyi tarafı" başlıklı yazısında) belirttiği gibi, sözünüze aşağılayıcı bir anlam yükler. Diyeceğim, bu adılla kastedilenin kim ya da ne olduğunu ayırt etmek belirli bir kavrayış ya da niyet düzeyini gerektirir.

İktidar partisinin lideri Erdoğan'ın şu sıralar başvurduğu bu kullanım hatırladığım kadarıyla Süleyman Demirel'le başlamıştı. 1960'lı yıllarda Demirel söylevlerinde "bunlar" dedikçe İsmet İnönü'yü, sonraki yıllarda ise Bülent Ecevit'i anlardınız. Cumhuriyet dönemi CHP'sinin, devrimciliği çoktan bitmiş, orduyla birbirinin gölgesi haline gelmiş parti kadroları karşısındaki Demokrat Parti'de, halklaşma değilse de bir tür köylüleşme hissediliyordu. Yeni iktidar partisinin başındaki kişi, gençlik eylemlerinde "Morison Süleyman"a dönüşse de, popülizmin dilinde "Çoban Sülü"ydü. Ancak o imajını da askeri darbe zamanı Denizlerin idamı için gerine gerine oy kullanmasıyla çok büyük ölçüde kaybedecekti.

Şimdilerde yine bir Süleyman ve ona "Sülü" diyen birileri var ama, 1960'lardan farklı olarak tepedeki tek adama "Çoban Sülü" ayarında bir lakap takan olmuyor artık, muhalif yazarlar bile ondan "Reis" diye söz ediyor, tırnaklı ya da tırnaksız. Olsa olsa tebdil gezen padişahımız gibi bazen halkın arasında, gömlek düğmesi açık, senli benli. Bazen ulufe çay filan dağıtır, padişahım çok yaşa. "Süslü Sülü" lakabı ise nevzuhur bir "muhalefet" odağı eliyle bir bakana takılabiliyor... "Mafya" denince eskiden aklımıza yalnızca İtalya ve ABD gelirken ve "baba" sözcüğü 1960'larda yalnızca Demirel'e "kurtar bizi baba!" diye seslenen halk kesimlerince kullanılırken şimdi başka tür "babalar" türedi. Bunlar kapitalizmin kara piyasalarında şişen paralarla küresel baba türüne dönüşen "oligarklar"dan ve astronomik kâr oranlarının hüküm sürdüğü yıkım silahlarıyla oynayan baronlardan uzak duramaz. Emperyaller gibi onlar da farklı parsalar için farklı kollara giriyorlar işte, biz de fotoğraflarına bakıp şok geçiriyoruz. Tv dizileri para içinde yüzen "baba"larla doldu, onların psikanalizi yapılıyor artık. Akdeniz durmadan mülteci yutarken "Batı"nın mafyasına Arap prenslerinin petrodolarları ve fütürist turizmleri eklendi. Buyurun size kültürel egemenlik! Sürmesi için attırırsın bir iki füze, yaktırırsın bir iki kitap, ne olacak ki. Gönüllüsü de çok nasıl olsa.

Bu bütünde bizim bir karizma sorunumuz da var. Hafif kambur, futbol ayak, ağır tempo, ağır kararlı, belki eli tespihli değil ama, bazen yumruklar sıkılı, alt düğmesi açık ceketi ve göze batmaz kravatlarıyla Kasımpaşalı abi havasının karizması en çok beden dilinden ve vaiz tonlamasından ileri geliyor. Kürsüde konuşurken hafif rüzgârlı bir ağaç gibi hareketlenip cümle sonlarında bir ağaç gibi yeniden sabitleniveriyor. Ağaç, anne simgesi; gölgesi, dalları budakları. Tonlaması yarı dua, yarı vaaz. Vurgular içeriği önemsizleştiriyor. Yalnızca cumalara ve bayram namazlarına katılanlar dahil, cami cemaatlerinin gayet aşina oldukları anlaşılmaz kutsal ezgili tonlamalar tv ekranlarından ve şimdi cep telefonlarından vaaz izleyenlerin bir tür dayanağı. Sırf dinlemek bile insanı günahlarından arınıp sevapları kazanma duygusuna, bir ruhsal haz noktasına taşıyagelmiştir. Tempo ağır, tonlama ağır, yerine göre yüksek ve yükselen, siyaseten bileyen, hem baba hem anne. Bazen tek elinin başparmakla desteklenip sivriltilmiş işaret parmağı, taktik mesajlar veriyor. El sallayarak veda ederken ya da tezahürata karşılık verirken başparmak kıvrılmış, mesaj stratejik.

Yirmi küsur yıl bu karizmayla geçti. Kürsünün iki yanındaki iki ekrana bakarak konuşmaya ne zaman başladı tam bilemiyorum. Önceleri ekran meselesi bilinmediğinden rakamları ince ayrıntılarına kadar sektirmeyen ezberine hayran olanlar çıkıyordu. Sonra gördük ki ezber filan değil, hazır yazılmış konuşma metinleri tıpkı müzisyenlerin önündeki nota sehpaları gibi ayaklı olan özel ekranlardan satır satır veriliyor, o da gözlerini dikip biraz o yandan okuyor, biraz bu yandan. Seslendirme yapıyor yani. Allah için, uzun yıllar böyle başardı. Vurgular yerli yerinde, yetenek değerlendirilmiş, etkiler çalışılmış, kitleyle duygusal bağ kurmanın ders konusu teknikleri, özel kalıplar bellenmiş. Yalnız, son birkaç yıldır gözler gitgide zayıflıyor olmalı ki ardına kadar açıp hiç kıpırdamadan ekrana dikmiş okurken bir acayip görüntü oluşuyor.

Birkaç gün önce televizyonda izlediğim bir seçim konuşması müzik starlarınınki gibi dev bir sahnede, herhalde o monotonluğu kırmak için ekran sayısı dörde çıkarılmıştı, ikisi sağda, ikisi solda. Böylece hem sahneyi arşınlamak hem de ekranlardan satır satır okumak mümkün oluyor, bin bir oda, bir sahne. Ve tonlamalar şimdi yine seçim zamanı her şeyi örtmeye yönelmiş. Tanrım, diyorum, sana şükürler olsun, neyse ki belediyelerdeki gibi bu sefer de inanabileceğimiz, çalmayacağına, çaldırmayacağına, yedirmeyeceğine, herkese layığını buldurmaya çalışacağına, barışa sahip çıkacağına ve koltuğa yapışmayacağına güvenebileceğimiz bir adayla çok sayıda aday çıkarabildik. Her şey şahane olmasa da, şahane kılmak halk olarak bizim elimizde.

Desen: Selçuk Demirel

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide ‘Türkçe' ve ‘Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı.  2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

-  Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taşın altında ne var?

Bahçeli’nin el sıkarak başlattığı Öcalan çıkışı AKP Genel Başkanı’nı zorladı. RTE her zorlukta yaptığı gibi önce uzun uzun sustu, sonra Bahçeli’yi “bilge” mevkiine oturtup överek “elini, hatta gövdesini taşın altına koymak” konusunu değerlendirdi. Belli ki her iki siyasetçi de birbirlerinden kopmayı göze alabilecek durumda değildiler

Trump ve Trevor Noah

Küreselleşmenin sıfır numara emperyal boyutunu Rosa Luxemburg ve Lenin anlatmışlardı. Trevor Noah da bir başka yolu hem içeriden hem dışarıdan aydınlatıyor

Ve melezler

Gaël Faye melezmiş. Annesi Ruandalı, babası Fransız. Eh! Gerçi her halinden Afrikalılık bilinci akıyor ama, yine de... Her durumda insana bir Ruandalı görmek iyi geliyor

"
"