13 Nisan 2023

Başkanlık sisteminin "iyi" tarafı!

Siyaseten birbirinden çok farklı görünen bu partilerin, ortak bir siyasi metin üzerinde anlaşıp, ortak bir yol haritası belirleyebilmiş olmaları bile uzlaşma kültürü zayıf bir toplum için devrim niteliğinde sayılmalı

Erdoğan'ın tek adamlık hevesinin sonucunda sürüklendiğimiz "başkanlık sisteminin" içinden çıkılması son derece zor sorunlara yol açtığını biliyoruz.

İktidar ortakları aksini iddia etseler de sadece ekonominin bugünkü görünümü ya da devletin önemli kurumlarının gözümüzün önünde çökmekte oluşu bile sorunun kaynağının neresi olduğunu gösteriyor.

Bunca olumsuzluk içinde sanırım bu sistemin bir yararı oldu: Çok yabancısı olduğumuz "siyasi uzlaşma" kavramı ile tanışmamızı sağladı.

Türkiye'de siyaset öteden beri farklı düşüneni "öteki – hain – alçak" olarak gören bir anlayışla yapıldı.

Bugün de yakındığımız bir sorun bu.

Erdoğan'ın kürsüye her çıkışında kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi gibi bir yaşam anlayışına sahip olmayanları "onlar – bunlar" diyerek aşağılamasından, kendi tabanını bu zıtlıklar üzerinden bir arada tutma çabasının sonuçlarından yıllardır yakınıyoruz.

Ancak Erdoğan'dan önce de durum bu boyutlara kadar gelmemiş olsa da benzer özellikler gösteriyordu.

Erdoğan için tasarlanan ve adına "Cumhurbaşkanlığı sistemi" denilen, kontrolsüz, frensiz başkanlık sisteminin doğal sonuçlarından biri de Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin mümkünse ilk turda, olmadı ikinci turda yüzde 50'yi en az 1 oy aşmasını zorunluluk haline getirmesi oldu.

Bir ay sonraki seçimde oy pusulasında "partiler arasında kurulmuş ittifaklar" görecek olmamızın nedeni bu zorunluluk.

Erdoğan gibi önemli bir toplumsal tabanı olan bir politikacı bile böyle bir seçime tek başına girmeyi aklından bile geçiremiyor.

Siz Erdoğan'ın, MHP ile böyle zorunlu bir ittifak içinde olmaktan çok mutlu olduğunu mu zannediyorsunuz?

Hüda Par'a milletvekili listelerinde yer açması da böyle bir zorunluluktan kaynaklanıyor.

Normal şartlar altında bu ikisi bir arada asla olamazdı, sistem bunu zorunlu kıldı.

Daha önce bırakın ortak listeyle seçime katılmalarını, aynı masanın etrafında oturmalarına bile hayret edeceğimiz partiler bir araya gelmek zorunda kaldılar.

Seçmenin alışkın olmadığı bir durum bu ancak şartlar da bunu gerektiriyor.

Onun için CHP listelerine bakıp "Davutoğlu niye burada, Sadullah Ergin'e oy vermeye elin gider mi" gibi sorularla canını sıkanlar, boşuna sıkılıyorlar.

Bu sistem sürdüğü sürece böyle olacak.

CHP seçmeninin bir bölümüne hâkim olan bu duygunun tersinden de geçerli olduğunu tahmin etmek zor değil.

Daha önce CHP denilince tüyleri diken diken olanlar da bu seçimde CHP'ye oy verecekler.

Siyaseten birbirinden çok farklı görünen bu partilerin, ortak bir siyasi metin üzerinde anlaşıp, ortak bir yol haritası belirleyebilmiş olmaları bile uzlaşma kültürü zayıf bir toplum için devrim niteliğinde sayılmalı.

Oturup konuşmak, ortak noktalar bulup, bunlar üzerinde uzlaşmak sorunları çözebilmenin tek yoludur.

Türkiye daha önce bazı sorunlarının üstesinden gelmeyi başaramadıysa bunun nedeni uzlaşma kültürünün zayıflığıydı.

Tek bir seçimle bu kültürü kazanacağımızı elbette iddia etmiyorum.

Ama her şey bir ilk adımla başlıyor, bu da öyle bir ilk adım olarak görülmeli.

Erdoğan rejimini sandıkta başka türlü devirebilmenin bir yolu görünmüyor, uzlaşma becerisini gösteren altı lider bu nedenle kutlanmayı da hak ediyor; eleştiriyi değil.

Öte yandan seçim sisteminin özellikleri ve Erdoğan'ın eski gücünde olmasa bile hâlâ toplumsal bir zemininin olmasının bir sonucu da TBMM'de "herkesin ötekisi" HDP'nin (seçime katılacağı adıyla Yeşil Sol Parti) anahtar parti konumuna gelmesi olacak.

Araştırmalar gösteriyor ki Millet İttifakı da Cumhur İttifakı da tek başlarına TBMM çoğunluğunu elde edebilecek durumda olmayacaklar.

Kanun yapmak, araştırma ve soruşturma komisyonlarını çalıştırmaktan tutun da RTÜK'e, Yargıtay'a, HSK'ya üye seçmeye kadar birçok karar parti gruplarının uzlaşmasıyla alınmak zorunda.

Böylece seçmenin önemli bölümünün oyunu almış bir partinin adeta cüzzamlıymış gibi ötekileştirilmesi de tarihe karışabilir.

Sokakta birbirleriyle kavga etmeyen seçmenin temsilcileri, Meclis çatısı altında kavga etmeden, oturup sorunları konuşmayı öğrenmek zorunda kalacaklar.

"Uzlaşmayı" zorunlu kılması, sistemin tek iyi yönü.

Normal şartlar altında bu ikisi bir arada asla olamazdı, sistem bunu zorunlu kıldı.

* * *

Mahkeme salonunda tiyatro

"Kobani Davası" adıyla tanımlanan bir dava var. Böyle isimlendiriliyor ancak bu gerçeğin gözlerden saklanmasına da yol açıyor diye düşünüyorum.

Çünkü bu davanın, Kobani'nin IŞİD tarafından işgali olasılığı üzerine çıkan olaylarla ilgisi yok.

O olaylara katılan ve ölümlere, yaralamalara, maddi hasara neden oldukları tespit edilenler zaten yargılanıp, mahkûm da edildiler.

Bu dava, bildiğiniz apaçık siyasi bir dava ve cezalandırılmak istenen şey de siyaset yapmak.

Dün üç gün sürecek duruşmalar başladı ve savcının esas hakkındaki mütalaasını sunacağını da bu vesileyle öğrendik.

Dava, FETÖ'nün adaleti sisteminize daha önce soktuğu alışkanlıklarla sürdürülüyor. Gizli tanık ifadeleri, savunma hakkının kısıtlanması gibi normal bir yargılamada söz konusu dahi edilmemesi gereken yöntemler gırla gidiyor.

Mahkemeyi yürüten heyetin başkanının bir sözünü not ettim, avukatların "acele ediyorsunuz" itirazlarına şöyle yanıt vermiş:

"Hayat kısa. Biz bir yararla bu işe girmedik, bir yararla da bunu yapmayacağız. İddianameye bakarak karar vereceğiz."

Bu sözlerin "hayat kısa, değmez bir kıza" tadındaki girişini ve ardındaki cümleyi boş verin. "İddianameye bakarak karar vereceğiz" sözüne odaklanın.

Sadece bu bile mahkeme heyetinin zaten bir karar verdiğini, duruşmaların usulen yapıldığını ortaya koymaya yeter.

"İddianame" adı üzerinde, savcının, yargılanan kişilerle ilgili iddialarını içeriyor.

Savcının bu iddialarını nasıl kanıtlamaya çalıştığını da yargılama sürecinde gördük.

8 Nisan 2022'de T24'te bu davayla ilgili şunu yazmıştım:

"Bir tür tiyatro aslında çünkü suçlananlar ile ilgili somut deliller nerede, suçlananlar bu delilleri nasıl çürütüyorlar filan gibi bir ceza yargılamasının temel çizgisi izlenmiyor. Âdet yerini bulsun diye duruşmalar yapılıyor, seçime yakın karar da verecekler, daha önce vermeyeceklerine iddiaya girerim."

Öyle görünüyor ki iddiayı kazanmak üzereyim ama bunu tahmin etmek bir marifet değildi zaten.

Kobani olayları, 6 – 8 Ekim 2014 tarihinde yaşandı. Bu dava olayların üzerinden 7 yıl geçince açıldı.

Yedi yılda bulabildikleri ve iddianameye koyabildikleri kanıt polisten savcıya gelen imzasız bir belge.

"Davayı açın, ille de HDP MYK'sını işe dahil edin" diyor.

Bu belgenin varlığından haberdar olmamızı sağlayan şey belgenin dosyada unutulmuş olması.

İddianame, vatandaşların protesto gösterilerine çağırılmasından sonra çıkan olaylardan HDP yöneticilerini sorumlu tutuyor.

Yani Anayasa ve AİHS'nin TC vatandaşlarına tanıdığı bir hakkı kullanmaya çağırmak suçmuş!

Ortada bir suç var ise o gösteriye çağırmak değil, gösteriler sırasında olay çıkartmaya teşvik etmek olmalı.

Kobani iddianamesinin, onca laf kalabalığı arasında somut deliller ve açık tanıklıklar ile ortaya koyamadığı da budur: HDP Merkez Yürütme Kurulu, suçu bizzat teşvik etti mi?

Dosyada partinin aldığı bir karar var ve bu karar şiddete davet etmiyor, Anayasal hakkın kullanılmasına yönelik bir çağrı.

Üstelik parti, şiddetin başlamasıyla birlikte aksi yönde bir çağrı da yapmış.

Ve şu soru da hâlâ ortada duruyor:

46 kişi öldürülür, 682 kişi yaralanırken, güvenlik güçleri ne yapıyordu?

Olayların büyümesine bilerek mi göz yumdular? Sayıları, taktikleri, teçhizatları mı yetersizdi? Polis amirleri hatalı emirler mi verdiler ki olaylar kısa sürede bastırılamadı? HDP dışındaki siyasi unsurlar, mesela Hüda Par bu olaylarda nasıl bir rol oynadı?

Bu soruların yanıtları da iddianamede yok.

Mahkeme başkanının "bakarak karar vereceğiz" dediği iddianame, bir ceza yargılaması yapmaya yeterli bir iddianame değil.

Dava siyaseten açıldı, karar da siyasi olacak.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhurbaşkanı Erdoğan gözünü dört açmalı

Otoriter liderler için en büyük tehlike her zaman "Saray'ın içindedir"! Bakalım, bu iktidar mücadelesinden kim galip çıkacak. Hislerim Süleyman Soylu ve ekibinin bu stratejik hamleyle bir adım öne çıktığını söylüyor

Çürümenin vardığı yer

Devletin kurumlarının ne hale geldiğini görüyor musunuz? Suç örgütleri, polisin içinde neredeyse cirit atıyor. Polisler tarikatlarına bağlılık derecesine göre terfi ediyor, akıl almayacak paralar havada uçuşuyor. Öte yandan savcılar katilleri koruyor, siyasal bir cinayetin derinlemesine araştırılmasının önüne geçiliyor

“Sivil siyaset” daha ne yapsın?

Takılmış plak gibi hep aynı şeyi çalıyor: Sivil Anayasa, sivil Anayasa! Mevcut olanın neresini “askeri” buluyor, onu söylemiyor. Aslına bakarsanız tek bir derdi var: Bugünkü tek adam rejimini kalıcı hale getirebilmek!