Yılmaz Erdoğan’ın tv dizisi “İnci Taneleri”ndeki ana motiflerden biri dil sorunları, özellikle “–de” ve “–ki” hataları. Dizinin bir incelik ve özeleştiri şampiyonu olan başkişisi, 6 Şubat Perşembe günü yayımlanan bölümün doğumgünü sahnesinde “iyiki doğdun” imlasındaki hataya dikkat çekerken, bölümün sonlarına doğru, yaygın anlam hatalarından birini bu kez kendisi yaparak şöyle diyordu: “Her şeyin bu noktaya gelmesini sağlayan bendim.”
Bu cümleyi tek başına aldığımızda bir hatadan söz edemeyiz. Cümle olumlu bir bağlamda yer alsa yine bir hatadan söz edemezdik. Ancak, bağlam olumsuz, başkişinin söz ettiği durum da alabildiğine dramatik. Dolayısıyla esas olarak olumlu bağlamlara özgü olan “sağlamak” fiili buradaki bağlama ters düşüyor. İroni kastı mı var desek, ona da örneğimizde mutlak bir biçimde olumsuzluk anlatan ortam elvermiyor. Böyle durumlarda, “sağlamak” yerine, “sebep olmak/ sorumlusu olmak/ ... yüzünden” gibi seçeneklerden birinin kullanılması beklenir: “Her şeyin bu noktaya gelmesine sebep olan bendim”, “Her şeyin bu noktaya gelmesinin sorumlusu bendim”, “Her şey bu noktaya benim yüzümden geldi” vb.
Yine de “sağlamak” fiilinin kullanılmış olmasının “yanlış”ı aşan bir anlamsal getirisi yok mu? Dizinin başkişisi aslen ironiyi seven ve bazen kendi kendine olmak üzere sık sık kullanan bir karakterse de, yukarıdaki cümleyi mutlak bir drama ortamında söylemesi aklımıza daha çok “dil sürçmesi” gibi bir tanıyı getiriyor ve psikanalizin babası Freud’un bu konuda dediklerini hatırlatıyor.
Freud, Türkçeye Şemsa Yeğin’in çevirdiği Günlük Yaşamın Psikopatolojisi adlı ünlü yapıtında, dil sürçmeleri konusuna bütün bir bölüm ayırmıştır. Belki de her yenidoğan fikir gibi epey abartı da içeren bölüm, kitabın “Yanlışlar” başlıklı bölümüyle birlikte, her tür anlama çabamız için hem hayli eğlenceli hem de paha biçilmez örnekler veriyor. Ana fikrini özetlediği cümle şöyle:
“Goethe, Lichtenberg'le ilgili olarak şöyle der: ‘Şaka yapmışsa ardında gizlenmiş bir sorun vardır.’ Aynı şekilde, kitabımdan buraya aldığım bölümler için de şöyle denebilir: bir yanlış yapılmışsa ardında bastırılmış bir şey vardır - ya da daha doğru olarak, kökleri bastırılmış malzemede bulunan bir samimiyetsizlik, bir çarpıtma vardır.” (Payel Yay., 3. Basım, s. 247)
İroni, anlatmak istediğimizi tam ters bir ifadeyle dile getirme sanatıdır. Ancak, bakışın yeterince incelmiş olamadığı durumlar için tehlikeli de sayılmalıdır, zira bire bir anlayanlar “sayesinde” ironinin galatımeşhura dönüşmesi işten bile değildir. Hatta diyebilirim ki galatımeşhurların önemli bir bölümünün kaynağında ironi yatmaktadır. “Sağlamak” fiilinin örneğimizdekine benzer kullanımları da bu türdendir. Belli ki başlangıçta, otorite mevkiindeki bir kimse bir başka kimseyi alaycı bir tonda suçlamak kastıyla “senin sayende!” gibi bir şey söylemiş ve arkası gelmiştir...
“İnci Taneleri”nin başkişisi, yazı masasında sık sık Walter Benjamin pozuyla izlediğimiz öğretmen yazar Azem Yücedağ, “–de” ve “–ki” bağlaçlarının yazımındaki yaygın hatalardan başka, bu bağlaçların özel ders verdiği öğrencilerinde rastladığı “tabii ki de” biçiminde çoğaltılmış haline de her fırsatta dikkat çekiyor. Vurgu ihtiyacından doğduğunu düşündüğüm bu özgül çoğaltma eğiliminin geri dönülebilir noktaları çoktan aştığı kanısındayım. Hız çağında galatımeşhur olma süreçleri de hızlanıyor.
“İyiki” imlası ise öyle görünüyor ki, bir bağlaç cenneti olan Türkçede “mademki” ve “oysaki”nin peşinden giderek bileşik olmak üzere yola çıkmış durumda. Tıpkı eskinin “san ki”si, “belli ki”si ve “içün ki”sinin “sanki”, “belki” ve “çünkü’ye dönüşmesi gibi bir süreç söz konusu.
* * *
Vurgu ihtiyacı demişken, bir dil pimpiriği olarak aklıma takılan bir soruya değinmeden bitirmeyeyim. Sorum şu: “Düşündüren” ortacı neden yeterli olmuyor da onun yerine ikide bir “düşündürten” dendiğine rastlıyoruz?
“Düşündürmek”, olağan sınırlar içindeki ettirgenlik ihtiyacını rahatlıkla karşılıyor. İşin içine “dürtmek” ihtiyacı da mı karışıyor acaba, böyle bir çifte ettirgene başvurulmasını gerektiren? Yoksa gerçekliğin yetmezlikleri karşısında her tür vurgulama fırsatını değerlendirme eğilimi midir bu?
Necmiye Alpay kimdir?
Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.
1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.
2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.
Kitapları
- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)
- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)
- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)
- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)
- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)
Çevirileri
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.
- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)
- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)
- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)
- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)
- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)
|