30 Ekim 2015
HDP’ye verilen toplumsal desteğin yükselmesi ise, barış, eşitlik, özgürlük ve istikrar temelinde yeni bir Türkiye kuruluşuna verilen siyasi bir destek olacaktır… Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun HDP’ye çok ihtiyacı var, kıymetini bilelim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 92. yıldönümünü idrak ettiğimiz bugün, bu cumhuriyetin bildiğimiz haliyle artık tükenmiş ve sürdürülemez olduğu, ama nereye doğru evrileceğinin henüz tam belli olmadığı ve son zamanlarda iyice derinleşen politik krizin temel olarak bu tükeniş ve belirsizliğin krizi olduğu söylenebilir.
1 Kasım 2015 Erken Genel Seçimi’ne bu krizin doruk noktasında gidiyoruz. Sadece beş ay önce yapılan seçimler muktedir tarafından sindirilemediği için büyük bir zorbalık ve yalan rejimi içinde muktedirin istediği sonuç çıkartılsın diye yeni bir seçime gidiyoruz. Öyle ağır bir kriz ki söz konusu olan, birkaç gün kalmış olmasına rağmen hiç kimse bu seçimler gerçekten yapılacak mı, yapılırsa adil olacak mı, sonrasında bir çıkış yolu bulunabilecek mi, bunlardan emin değil.
Osmanlı’nın büyük çöküşü üzerine kurulan bu cumhuriyet Türklüğün, Türkçenin, Sünni Müslümanlığın mutlak hâkimiyetini esas aldı. Bu kalıplara uymayanlar için duruma / zamana göre asimilasyon, baskı ve yok etme mekanizmaları kullanıldı. Bu süreçte devlet kısmi “başarılar” elde etmesine rağmen, son 30 yıl döne döne bize gösterdi ki en başta Kürtler (ve de Aleviler ve genel olarak solcular / demokratlar), bu eşitsiz ve adaletsiz cumhuriyet yapısını kabul etmiyorlar, demokratikleştirilmesini istiyorlar.
Bu sürecin son 13 yılında iktidarda olan Erdoğan / AKP, artık ne kadar şuurlu ya da şuursuz olduğu gayet tartışmalı bir şekilde, Türk-Kürt meselesini çözmeyi denedi ya da denermiş gibi yaptı. Etnik, dini ve mezhebi düzeylerde hâkim-millet saplantısından kurtulup asgari demokrat bir vasat tutturamadıkları için süreci sahici bir ciddiyet ve derinlikle yürütemedi. Ama yine de kendi toplum mühendisliğinin önemli bir basamağı olarak gördüğü Başkanlık Sistemi’ne ulaşmada bir araç olarak kullanmaya çalışmaktan da geri durmadı.
HDP’nin gayet isabetli bir şekilde, barış süreci ile Erdoğan’ın başkanlık arzusunu pazarlık konusu yapmaması; barış ile demokrasi konusunda eşzamanlı ve ilkeli bir tutum takınması; bunun gereği olarak da “barış istiyoruz, ama senin arzuladığın gibi bir başkanlık istemiyoruz” hattında ilerlemesi ve bunun sonucu olarak 7 Haziran seçimlerine %13 gibi bir destek yakalaması, Erdoğan ve AKP liderliğinin bütün kimyasını bozdu. Süreç bitti, HDP şeytan ilan edildi, 7 Haziran seçimleri öncesinden itibaren ağır saldırılara maruz kalmaya başladı.
7 Haziran’dan sonraki süreçte yine anladık ki HDP’nin yüzde13’ü ve 80 milletvekili, sadece Erdoğan ve AKP’nin kimyasını bozmamıştı. MHP’sinden ulusalcılarına kadar o hâkim-millet takıntısından mustarip bütün egemen düzen bileşenleri de alarm durumuna geçmişti. Ülke içindeki bu HDP alarmına dış destek babından IŞİD’i de zikretmemiz gerekir.
7 Haziran seçim sonuçları hem Saray / Hükümet, hem de bu daha geniş hâkim-milletçi-blok tarafından kabul edilemezdi, yenilenip değiştirilmeli ve HDP’ye haddi bildirilmeliydi. Zira 7 Haziran’da HDP, Kürtler arasında epeyce hegemonik bir güç olmakla kalmamış, Kürtler dışına da ciddi bir açılımda bulunmuş, aldığı oydan çok daha fazla potansiyel oy kazanmıştı.
Görünen o ki AKP, diğer hâkim-milletçi-blok bileşenlerinin en azından zımni desteği ve katkısıyla, HDP’yi tekrar baraj altına itebilmek için, PKK ile nispeten kontrollü bir çatışma ortamı yaratıp en azından iki fayda sağlamayı denedi.
İlki, HDP’yi PKK ile eşitleyip, HDP’nin büyük sempatiyle karşılanan barışçı, eşitlikçi, mizahi, tüm ezilenlerin sesi olma iddiasına sahip duruşunu yıpratmak ve kirletmek. Bunun için PKK’nin kışkırtılıp tekrar savaşa davet edilmesi gerekiyordu.
Bununla bağlantılı olarak umulan ikinci fayda da çatışma durumunun toplumda genel bir güvensizlik / istikrarsızlık algısı yaratacağı ve bu algının da geniş toplum kesimlerini statükodan (yani AKP tek parti iktidarından) yana davranmaya iteceğine dair bir inançtı.
Umulan bu iki faydanın da aslında ne denli büyük bir kumar olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Ancak köşeye sıkışmış ve kaybederse her şeyini kaybedeceğini düşünenlerin, dolayısıyla çok büyük risk almaktan çekinecek bir şeyleri kalmayanların oynayabileceği cinsten bir kumar. Bu kumar sadece kendi kar zararıyla ilgili olsa hiç ilgilenmeyebiliriz, ama ülkenin yanması ve çözülmesi pahasına bir kumar oynanıyor.
Erdoğan / AKP, bu konuda maalesef kısmen başarılı oldular. PKK’nin 7 Haziran öncesi çatışmadan özenle kaçınan tavrını bırakması, kimi infial yaratan cinayetler, “devrimci halk savaşı” denemeleri, bütün bunlar ciddi hatalardı ve HDP’nin Kürt-olmayan toplum kesimlerine açılım hızını yavaşlatan etkileri oldu.
İddia edilebilir ki, PKK bu süreçte 7 Haziran öncesi çatışmasızlık tutumunu sürdürebilseydi, HDP’nin 1 Kasım’da alacağı oy oranı 3-5 puan daha fazla olabilir ve HDP %17-20 aralığına doğru hareketlenebilirdi.
Öte yandan Demirtaş bu çok zor süreçte olabildiğince iyi bir sınav verdi ve defalarca açık biçimde çatışmasızlıktan yana tavır aldı, PKK’ye çatışmasızlık çağrısı yaptı, PKK ile HDP’nin farkını vurguladı. Ama tabii AKP sözcüleri, medyası ve AkTroller aracılığı ile sürekli HDP = PKK propagandası yaptılar. Bu sefer, açıkça sindirilmiş ya da başka hesapları olan yandaş-olmayan anaakım medya da HDP’ye yönelik ambargoya katıldılar, dolayısıyla HDP’nin bu duruşu geniş toplum kesimlerine etkin biçimde ulaşamadı [Meraklısı için makalenin altına Demirtaş’ın bu konudaki bazı sözlerini linkli olarak ekledim, ama iki tanesini kısaca da olsa metin içine almamak olmazdı].
“Tek bir gencimizin silah tutmasına, canını ortaya koymasına gerek yok. Siz gereğinden fazla öldünüz… Burada demokrasi ve özgürlük mücadelesinde görev bizimdir, görev seçilmişlerindir” (13 Eylül).
"Kürtler de şunu görmeli artık. Demokratik siyasetimiz artık dünyada etki yaratabilecek kendi gücüyle sonuca gidebilecek bir duruma geldi. Halkımızın partimize verdiği desteğin anlamı budur. Kürt hareketinin bütün bileşenleri bunu iyi değerlendirmelidir. Bizler ateşkes ve silah dışı yöntemlerde ısrarcıysak bir bildiğimiz var. Bu fırsatları değerlendirmeden başka yol ve yöntemler zarar verebilir” (24 Ekim).
HDP’nin başında Demirtaş çapında bir siyasetçi olmasaydı, AKP’nin bu hesabı daha fazla geri dönüş sağlayabilirdi. Bu noktada bir süredir Demirtaş’a yönelik çok ciddi suikast riskinden bahsedildiğini de anmadan geçemiyoruz.
İleride daha ayrıntılı tartışmak üzere geçerken belirtelim ki Demirtaş’ın PKK’ye yönelik eleştirel tavrının HDP içinden, özellikle de politik şiddet meselesiyle ilkesel bir derdi olan bileşenlerinden çok daha gür bir şekilde yankılanması gerekirdi. Bunu giderilmesi gereken bir zaaf olarak kaydedelim.
Sonuçta, hükümet ve devlet tarafından sürekli tam saha baskıya maruz kalan HDP, çok ağır acılara rağmen örgütünü ve kitlesini diri tutmayı başardı ve 1 Kasım seçimlerine İnadına Barış sloganıyla giriyor. Bu isabetli bir tercih, zira bu seçimler Türkiye’nin önümüzdeki dönemde savaş-barış kavşağında hangi yolu tercih edeceğini güçlü bir şekilde etkileyecek.
Savaş mı barış mı?
Bu noktada 29 Eylül’de Birgün Gazetesi’ne verdiğim bir mülakattan alıntı yaparsam:
[Türkiye’nin önünde bu Türk-Kürt meselesi konusunda sadece üç yol var, dördüncü bir yol yok. Birinci yol, şimdiki bildiğimiz, onyıllardır uygulanan yol. Askeri yolla çözmeye çalışma. Kürt ulusal bilincinin geldiği nokta itibarıyla, PKK’nin çapı itibarıyla ve de uluslararası düzenin durumu itibarıyla, Kürt sorununu askeri yolla çözmek diye bir şey uzun zamandır mümkün değil. AKP, MHP ya da her kimse bu yolda devam ederlerse bölünmeyecek ülkeyi bölerler, başka hiçbir işe yaramaz. Bölündüğünde de Batı tarafında yine milyonlarca Kürt yurttaşımız kalır, Kürt sorunu bitmez, başka bir düzeyde devam eder. Sahiden çözmek istiyorlarsa ikinci ve üçüncü yol kalıyor. İkinci yol soykırım yoludur. 1915’te yaptıkları gibi, ne yapıp edip Kürtlerin çoğunu temizlersiniz, kalanı da kaçar gider, böylece Kürt sorununuz kalmaz. Buna mukabil, yeni bir soykırım sorununuz olur, hem onun lanetiyle, hem de uluslararası ambargolarla sittin sene uğraşıp durursunuz. Kürtlerle anlaşmadan bu sorunu çözeceğinizi sanıyorsanız soykırımdan başka seçeneğiniz yoktur. Çünkü artık Kürtler ne kadar baskı da savaş da olsa haklarını alana kadar mücadele etmekten vaz geçmeyecek bir kıvama gelmişlerdir. Üçüncü yol ise eşitlik, özgürlük, adalet temelinde barışçıl, demokratik bir siyasi çözüme razı olursunuz. “Kardeşlik” safsatalarıyla değil, sahiden hukuki eşit yurttaşlık, isteyene istediği dilde eğitim hakkı, geniş yerel özerklik, tarihle yüzleşme ve tabii geniş bir siyasi af üzerinden gerçekleşebilecek bir çözüm. Türkiye’yi rahatlatabilecek ve “normal” siyasi mücadele kulvarına çekebilecek tek çözüm yolu budur. HDP, net bir şekilde bu yolu savunan tek siyasi parti olduğu için de çok önemlidir. (Birgün Gazetesi’nden Can Uğur’a verdiğim mülakattan, 29 Eylül 2015).]
HDP, radikal demokratik reformlar temelinde eşitlikçi / barışçıl bir çözümü net bir şekilde savunan tek siyasi parti görünümündedir. CHP de son zamanlarda savaşçılıktan uzak bir söylem tutturmaya çalışmaktadır, ama barış yolunda yapılması gerekenler konusunda HDP gibi bir netlikten en azından şimdilik uzak görünmektedir.
AKP / MHP cephesi ise, duruşları itibarıyla savaşsız bir çözüm üretebilir gibi görünmemektedirler. Meselenin en kritik noktasında duran hâkim-milletçi anlayışla yüzleşebileceklerine dair şimdiye kadar bir işaret vermemişlerdir. Yurttaşlar arasında "yerli/milli" olan-olmayan ayrımıyla uğraşarak, aslında gayet evrensel faşizan bir fanatizm zemininde en büyük ayrımcılık ve bölücülüğü yapmaya devam etmektedirler.
İstikrar mı kaos mu?
Erdoğan / AKP’nin 7 Haziran sonrası planlarında ikinci fayda olarak değerlendirdiğim, kitlelerde kontrollü olarak arttırılacak güvensizlik / istikrarsızlık algısının mevcudu korumacı (statükocu / muhafazakâr) eğilimi güçlendireceği meselesinde de karmaşık IŞİD faktörü nedeniyle büyük bir kumar oynandığını görüyoruz.
Suriye’deki karanlık tezgâhların dışında yurt içinde de IŞİD’i kendi dar çıkarlarını genişletmek, HDP’yi sindirmek amaçlı olarak, en azından göz yumarak, buram buram kasıt kokan “ihmal”ler silsilesiyle yol vererek kullandığı iyice ortaya çıkan mevcut iktidar, sonuç olarak IŞİD gibi barbarlık zirvesi bir meseleyi Türkiye’nin meselesi haline getirmişlerdir. Bunun ne denli büyük bir güvenlik meselesi olduğu önümüzdeki dönem çok daha iyi anlaşılacaktır.
Böyle davranarak AKP, bizatihi kendisinin büyük bir güvenlik riski olduğunu göstermiştir. Muhalefetin bu noktayı topluma çok daha iyi anlatabilmesi gerekmektedir.
Müzakere yerine PKK’yi savaşa çağırmak, IŞİD’e Türkiye’de yol vermek, sonra kanlı bıçaklı olan bu iki örgütün Türkiye’ye yönelik ortak hareket ettikleri gibi bir hezeyandan medet ummak, AKP’liler dâhil bütün Türkiye toplumu için çok büyük bir güvenlik zaafı yaratmaktadır.
Oylarımızın anlamı
Bu çerçevede baktığımızda, AKP ve MHP’ye yönelik toplumsal desteğin artmasının, faşizan yönelimin güçlenerek savaş ve kaos ile sonuçlanma ihtimali gayet yüksek görünmektedir. Türkiye artık şirketlere ve medya organlarına hiçbir yargı kararı olmadan el koyulabilen bir ülke haline gelmiştir. Bir savaş dalgası daha yaşanırsa, zaten epeyce yıpranmış olan bağlar iyice kopacaktır; Kürtler ve Türklerin önemlice bir kısmı artık birlikte yaşamak istemeyeceklerdir. Yine bu süreçte, Türkiye’nin IŞİD’e olan kırılganlığı giderek büyüyecektir. Bu güzergâhta, uluslararası konjonktürün durumuna göre, Türkiye’nin parçalanması ihtimal dâhilindedir. Arada “durumdan vazife çıkaran” askeri darbe ihtimalleri de söz konusu olabilir. Her ne iktidar olursa olsun, barışçıl/eşitlikçi çözüme yanaşmadıkça akıbet değişmeyecektir.
CHP, ulusalcı dogmalarından kurtulabildiği ölçüde istikrar ve barış yönünde önemli katkılarda bulunabilir. Bu yönde bir hareketlenme yapıyormuş ya da yapacakmış gibi bir izlenim veren CHP’nin meselenin ciddiyetini kavrayan, Türk milliyetçiliğinden sıyrılmış, eşitlikçi çözümlere yaklaşan, daha somut bir noktaya gelmesi gerekmektedir.
HDP’ye verilen toplumsal desteğin yükselmesi ise, barış, eşitlik, özgürlük ve istikrar temelinde yeni bir Türkiye kuruluşuna verilen siyasi bir destek olacaktır.
HDP’nin güçlenmesi,
- Eşitlik ve özgürlük mücadelesi için askeri yöntemlerin lüzumsuzlaşması demektir;
- Türkiye’de ve Orta Doğu’da IŞİD ve benzerlerine karşı tavizsiz bir özgürlükçü seküler mücadele demektir;
- Her alanda demokratikleşmenin derinleşmesi demektir;
- Emeği ile geçinenlerin, yoksulların ve genel olarak ezilenlerin güçlenmesi demektir.
Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun HDP’ye çok ihtiyacı var, kıymetini bilelim.
* * * *
Makale Eki: 7 Haziran seçimlerinden beri Demirtaş’ın konuşmalarından seçmeler
26 Haziran: “Türkiye’de artık silahların patlamayacağı kalıcı bir barışa ulaşmamız gerekir. KCK yönetimi de buna destek vermelidir. %13 oy almış bir HDP’nin önü açıktır. KCK yöneticileri akıllı insanlardır. HDP’yi zayıflatacak her adımın Türkiye’deki çözümü ve demokrasiyi zayıflatacağını görürler, bilirler.”
14 Temmuz: "KCK bu gibi durumlarda daha sabırlı davranmalı. PKK'yı tehdit olmaktan çıkarmanın yolu müzakeredir. Bizim çağrımıza kalmış olsa sabah kalkar akşama kadar çağrı yaparım. Çağrıyla olacak iş değil. Buradan çağrı yapıyorum PKK kesinlikte Türkiye'ye karşı silah bırakmalıdır.”
22 Temmuz: [Suruç Katliamı’ndan sonra] “Kan kanla yıkanmaz, bunu biliyoruz. Bütün bu zorluklara rağmen, demokratik, barışçıl bir yöntemi benimsemeye devam edeceğiz. Çok öldük, çok üzüldük. Bunu gidermenin yolu yeniden çatışma, kan, gözyaşı değildir. Ezilen halklar olarak birlikte olmak zorundayız… Önceki gün Adıyaman'da hayatını yitiren asker de, bugün katledilen polisler de bu halkın evladı. Ceylanpınar'da katledilen polisler, ezilen halkın, emekçilerin çocuklarıdır. Ben onlara da Allah'tan rahmet diliyorum, ailesinin acılarını paylaşıyorum… Gençlerin bedeni üzerinden siyasi rant devşirdiğimizi söyleyenler, içimizde bulunduğumuz durumun siyasi rant kavramını ağza almayacak kadar vahim olduğunu görmeli. Keşke 32 yurttaşımız, asker, polis yaşamını yitirmemiş olsaydı. Biz bunun için hayatlarımızdan vazgeçmeye hazırız.”
30 Temmuz: [Erdoğan’ın “Kendisi de fırsatı bulduğu zaman oraya koşar” sözlerine cevap olarak] “Dağın çözüm olduğuna inansaydım ben de dağa gitmiş olurdum. Merak etmesin, gidiş hiç zor değil. Burada kalmak zor. Burada seninle yüz yüze mücadele etmek daha zor ve biz zor olanı seçtik.”
2 Ağustos: “Ben çağrımı tek taraflı yapmıyorum. PKK silahları susturmalı elini tetikten çekmelidir. Hükümet de operasyonların durduğunu ifade etmelidir. Birileri çarpıtacak ama ben devlet silah bıraksın demiyorum. Devlet tabi ki kendini koruyacak. Ama elini tetikten çekmek başka bir şeydir.”
4 Ağustos: “PKK, Ceylanpınar infazlarını kendi içinde soruşturmalı, sonuçlarını kamuoyuna açıklamalıdır… Biz çözüm süreci bitti diyerek ortamı silaha, savaşa teslim edemeyiz. Türkiye toplumu barış istiyor ve kesinlikle PKK'nın silahlı eylemlerini sona erdirmesini, hükümetin de artık askeri operasyonlarına son vermesini ve müzakereye dönmesini istiyoruz.”
22 Ağustos: “Ölümlerin durması lazım. PKK'nın amasız olarak silahlı eylemlerini, durdurması lazım. Silahın demokrasi mücadelesi açısından mazereti yoktur. AKP'nin hataları suçları, askeri ve polisi öldürerek sorulmaz.”
23 Ağustos: "HDP'nin işi silahların konuştuğu yerde silahları durduracak siyaset yapmaktır. Bütün gücümüzle silahların susması için uğraşıyoruz…İki polis öldü, AKP savaş başlattı, demek meseleyi anlamamaktır. Ama ulusal ve uluslararası kamuoyunda Ceylanpınar'da iki polisin katledilmesine dayandırıyorlar. O nedenle PKK'nin Ceylanpınar konusunda bir soruşturması, araştırması varsa bunu çok hızlı yapıp kamuoyuna açıklama yapmasında fayda görüyorum."
30 Ağustos: "Özerklik talebi, baskılara karşı sivil bir isyandır… Silah yoluyla özerklik ilanını doğru bulmam."
13 Eylül: "Bu zor günlerde, bu katliam ve linç günlerinde, duygusu barıştan, kardeşlikten yana eli tutmazsanız yarın bir gün bizim arkamızdan gelecek olan genç nesilde tutacak el bulamayacaksınız. Bu neslin öfkesini büyütmek Türkiye'ye, kinini büyütmek Türkiye'ye hiçbir fayda getirmez. Aklı başında bir devlet yönetimi, aklı başında bir devlet siyaseti bugün Kürt'ün elini tutmak dışında hiçbir seçeneğe sahip değildir. Kürtlerin elini tutmak Türkiye'ye sadece kazandırır, kaybettirmez."
“Tek bir gencimizin silah tutmasına, canını ortaya koymasına gerek yok. Siz gereğinden fazla öldünüz. Gereğinden fazla acı, zulüm çektiniz. Burada demokrasi ve özgürlük mücadelesinde görev bizimdir, görev seçilmişlerindir. Biz sizin hakkınız, hukukunuzu her yerde korkusuzca savunacağız. 'Silahlar sussun' derken 'ateşkes olsun' derken 'halk teslim olsun' demiyoruz. Özgürlük arayışı, demokrasi mücadelesi bitsin demiyoruz. Bizler burada sizlerle özgürlük mücadelesini siyasette yürüteceğiz. Karşımızdakiler zalim olabilir, hukuk tanımıyor olabilir, vicdansız olabilir ama mazlumun onurlu duruşu ve direnişi karşısında hiçbir zulüm sonsuzluğa kadar kalamaz."
29 Eylül: “Ne HDP’yi desteklemek ne de ona zarar vermek PKK’nın hedefi değil. PKK’nın kendi ajandası var… Biz rakip değiliz. Bizim PKK ile ortaklığımız da yok. Ama ona düşmanlık da beslemiyoruz. PKK; İran, Suriye ve Irak’ta da örgütlü. Hedef kitlesi farklı. Biz Türkiye Anayasası çerçevesinde hareket eden bir partiyiz… Biz PKK’yı temsil etmiyoruz, PKK da bizi temsil etmiyor. Bu, hükümetin propagandası, PKK’nın eylemlerini bizim üzerimize yıkmak için. Biz PKK’yı AKP’nin yaptığı gibi sınıflandırmıyoruz. Seçmenlerimiz de PKK’yı AKP gibi görmüyor."
10 Ekim: [Ankara Katliamı’ndan hemen sonra] “Bizim bu şeklide an ve an, gün ve gün katilimiz olmana izin vermeyeceğiz. Bizi bu şekilde tehdit etmenize boyun eğdirmenize asla izin vermeyeceğiz. Ortada bir çocuk oyunu oynanmıyor. Her gün ölüyoruz. Ölen biziz, asker de biziz, polis de biziz. Kürt de biziz, Türk de biziz.”
17 Ekim: “Türkiye’yi bir iç savaşa doğru götürmek hedefleniyor. Ancak biz AKP’liler gibi davranmayıp iç savaşa izin vermiyoruz.”
18 Ekim: “Silah ve demokratik siyasetin bir arada olamaz… HDP sırtını ne silaha, ne de PKK'ya dayıyor… Devletin de siyaseti silahla baskı altına alma, zor altına alma politikasını asla kabul etmiyoruz. PKK'nin de silahlı şiddet eylemlerini kabul etmiyoruz. Dolayısıyla bizi zorlayan şey, savaşın kendisidir. Yoksa biz, PKK, Ankara ve İmralı arasında sıkışmış falan değiliz.''
24 Ekim: "Kürtler de şunu görmeli artık. Demokratik siyasetimiz artık dünyada etki yaratabilecek kendi gücüyle sonuca gidebilecek bir duruma geldi. Halkımızın partimize verdiği desteğin anlamı budur. Kürt hareketinin bütün bileşenleri bunu iyi değerlendirmelidir. Bizler ateşkes ve silah dışı yöntemlerde ısrarcıysak bir bildiğimiz var. Bu fırsatları değerlendirmeden başka yol ve yöntemler zarar verebilir." [Bu konuşmanın tümünü dinlemek için tıklayın].
26 Ekim: [‘Diktatörün devrildiği filmi izlediniz mi?’ sorusuna cevap olarak] “Bizatihi çekiyoruz o filmi.”
Alıntılar kısmını Osman Baydemir’den bir alıntıyla bitirelim:
17 Ekim: “HDP olarak Kürt sorununun çözümünde şiddet araçlarının tamamen bırakılması gerektiğine inanıyoruz. Bu inancımızı çatışan her iki tarafa da ifade eden bir partiyiz. İnadına barış tezimiz, duruşumuz; hem hükümete hem de muhalefetedir, (muhalefet derken) Kandil’i kastediyorum. İnadına barış, çünkü çatışmanın Suruç’tan bugüne kadarki bilançosu tüyler ürperticidir, 246 masum sivil insanımız hayatını yitirdi. Yüzlerce asker, polis, köy korucusu gerilla hayatını yitirdi, yüzlerce insan yaralandı, sakat kaldı. Eninde sonunda bu sorunun çözümü masada olacaktır, müzakerede olacaktır. O halde kaybettiğimiz her bir can kaybetmememiz gerekenlerdir… “5 Haziran (Diyarbakır) saldırısı tam da ateşkesi bozdurma ve HDP’yi barajın altında bırakma saldırısıydı. Temel duruş, çatışmasızlıkta ısrar odu, KCK’nin de HDP’nin de toplumun da barış feraseti hâkim geldi ve o barış feraseti o metanet HDP’nin %13 teveccüh görmesini sağladı. Seçim sonrası çıkmış olan tabloda, -başta sayın Erdoğan olmak üzere- hükümetin halkın iradesini kabul etmemesi ve tekrar seçim kararının alınmasından sonra aslında tekrar savaş kararı alınmış oldu.
Suruç saldırısıyla birlikte AKP bunun startını vermiş oldu. Hemen akabindeki halen aydınlatılmamış Ceylanpınar karanlık olayı bu oyunu besleyen bir saldırıdır. HDP ne yaparsa yapsın, PKK ne yaparsa yapsın, AKP savaşı başlatacaktı. Buna rağmen, AKP’nin savaşı başlatmasına rağmen PKK-KCK eylemsizlik pozisyonundan çıkmamalıydı. Eğer PKK eylemsizlik pozisyonundan çıkmasaydı, AKP bu savaşı 20 gün sürdüremezdi, bu toplum buna izin vermeyecekti… Nefsi müdafaa hattında kalınmış olsa o metanet gösterilmiş olsaydı AKP bu savaşı sürdüremeyecekti. Peki, her gün bombalandığınızda, her gün öldürüldüğünüzde bu ne kadar olanaklıdır? Onu da toplum vicdanına bırakmalı.”
@PakerMurat
Travmatik olayın en temel etkilerinden biri kişinin sembolizasyon kapasitesine ket vurmasıdır. O anlar için söz yoktur, kurulamaz haldedir.
Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor
Değişik tonlarıyla baskı, asimilasyon ve şiddet politikalarının işe yaramadığı açık değil mi?
© Tüm hakları saklıdır.