23 Ağustos 2015 19:59
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "HDP'nin işi silahların konuştuğu yerde silahları durduracak siyaset yapmaktır. Bütün gücümüzle silahların susması için uğraşıyoruz" dedi. Demirtaş, "İki polis öldü, AKP savaş başlattı, demek meseleyi anlamamaktır. Ama ulusal ve uluslararası kamuoyunda Ceylanpınar'da iki polisin katledilmesine dayandırıyorlar. O nedenle PKK'nin Ceylanpınar konusunda bir soruşturması, araştırması varsa bunu çok hızlı yapıp kamuoyuna açıklama yapmasında fayda görüyorum" görüşünü dile getirdi. "Öz yönetim" kararlarının meşru olduğunu belirten Demirtaş, gençlere vicdani ret çağrısında bulundu, özgür basın etrafında kenetlenilmesini istedi.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Fırat Haber Ajansı ANF'den Ali Barış Kurt'un sorularını yanıtlarken şu görüşleri dile getirdi:
"Ben bir defa AKP'nin bir savaş oyunu gibi savaşı kurguladığını ve kendisine hizmet edecek bir düzeyde tutmaya çalıştığı kanaatindeyim. Böyle topyekûn imha, topyekûn bir savaş yürütmeye ne gücü var, ne iradesi var, ne de bunun gerçeğe tekabül etme şansı var. Bunu bildiği için bir topyekûn imha savaşından çok siyaseten kendine yarayacak düzeyde bir savaş kurgusu ve planı yaptı. Ama masada kurguladığı savaş sokakta istediği gibi sonuç doğurmuyor. Yani evdeki hesabı çarşıya uymuyor. Siyaseten kendisine hizmet vermesi için kurguladığı savaş şu anda siyaseten kendisini bitiriyor. Ama dikkat ederseniz, işte "sonsuza dek savaşırız" diyorlar, "son terörist kalana kadar savaşırız" diyorlar ama sadece bu eskinin bir özentisi. '90'lı yıllardaki siyasetçiler de böyle söylerdi. Toplumu milliyetçi, şoven duygular etrafında birleşirmek için. Onlar da inandığı için söylemiyor bunu. Bunun gerçekle alakası olmadığını biliyorlar ama bu duygularla toplumu birleştirmeyi hedefliyorlar. Bu da tutmuyor ama. Yani bunun da toplumda bir karşılığı yok. Şunu söyleyebilirim; AKP'nin ve bu yürüttüğü savaşın ne içeride ne dışarıda, ne toplumun vicdanında meşruiyeti, karşılığı var. İflas etmiş savaş politikasında ısrar ettikleri her saat, her gün kendi kendilerini bitiriyorlar, bitirmeye devam edecekler.
HDP de savaş politikasından zarar görüyor, görmez olur mu? Savaş sonuçta demokratik siyaset alanını daraltan bir şeydir. Tutuklamalar da oluyor, ölüler de oluyor, HDP üyelerine yönelik gözaltılar oluyor, kriminalize eden uygulamalar oluyor. HDP'yi destekleyen çevrelerde korkma, sinme, geri çekilme yaşanıyor. HDP'ye dönük, binalarına dönük linç saldırıları gelişiyor. Medya ambargosu bizim üzerimizde daha rahat bir şekilde uygulanıyor. HDP tabii ki bundan zarar görüyor, benim demek istediğim AKP yarar görmüyor. HDP'nin arzu ettiği şey çatışma, savaş ortamı değil. HDP'yi büyüten şey barış ortamıydı.
HDP'nin çıkışını sağlayan şey, çıkışına imkân sunan şey müzakere süreciydi. Sayın Öcalan'ın 2013 Newrozu'nda başlattığı süreçti. AKP bunu bildiği için bu ortamı zehirlemeye ve HDP'yi var eden toplumsal duygu zeminini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Fakat biz de bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Nasıl? Hem savaşı durdurmaya çalışıyoruz, hem de bu savaşın bir "Saray Savaşı" olduğunu topluma anlatarak AKP'nin arzu ettiği savaştan beklediği hedeflere ulaşmasını engellemeye çalışıyoruz.
Hükümet Dolmabahçe Mutabakatı'nı aslında yok sayarak, müzakere masasını devirerek savaş hazırlığı konusunda ciddi bir mesaj verdi. Öncesinde de, çözüm sürecinde de kalekolların yapımı, askeri açıdan yapılan tahkikatlar, birçok yerde askeri amaçlı yapılan barajlar, yollar; bunların hepsi yeni bir savaşa hazırlanma, yeni bir çatışmaya hazırlanma siyasetiydi. Fakat Dolmabahçe'nin inkârı, masayı devirmek artık AKP açısından savaşın ilanı anlamına geldi. Artık AKP seçimden önce "güvenlik paketi", "güvenlik yasası"nı da çıkararak bir bütün olarak topluma karşı savaş ilan ettiğini açıklamış oldu. Yoksa öyle Ceylanpınar'da iki polis katledildi, onun üzerine savaş çıktı demek yanıltıcıdır, yani iki polis değil, 2 bin polis ölse AKP'nin umurunda değil aslında. AKP polis için savaş başlatacak bir parti değil. Bizim için tek bir canın bile kıymeti vardır ama onlar için yüz binlerce polis, asker ölse umurlarında değil. İktidardan başka bir şey düşünmezler. O yüzden iki polis öldü, AKP savaş başlattı demek meseleyi anlamamaktır. Ama ulusal ve uluslararası kamuoyunda Ceylanpınar'da 2 polisin katledilmesine dayandırıyorlar. Yani bilinmesi lazım ki, AKP kendi savaş hazırlığı ve kararlılığını örtmek için onu sürekli içeride ve dışarıda kullanıyor ve işte oradan başladı savaş diye bir meşruiyet kurmaya, oluşturmaya çalışıyor. O nedenle PKK'nin bu konuda, Ceylanpınar konusunda bir soruşturması, araştırması varsa bunu çok hızlı yapıp kamuoyuna açıklama yapmasında fayda görüyorum. PKK yaptığı eylemi üstlenen, söylediğini yapan, yaptığını söyleyen bir örgüt olarak hep tanındı, bilindi. Dolayısıyla bütün bu konuların tarihe doğru not düşülmesi için yani açıklanmasında biz fayda görüyoruz."
"Vicdani ret seçim programımızda var, parti programımızda var. İnsanlar, gençler çıkıp toplu halde, tek tek vicdanı ret hakkını açıklayabilir ve savaşmak istemediğini söyleyebilir ve askerlik yapmak istemediğini söyleyebilirler. Bu ses çoğaldıkça savaşın durması ve zorunlu askerliğin sonlanması fayda getirecek, diye düşünüyorum. Bu konuda cesur olmalılar."
"Ben birçok ülkenin ve devletin olup bitenin farkında olduğu kanaatindeyim. Yaptığım görüşmelerden bu izlenimi edindim, diyebilirim. Yani AB'nin 26 ülkesinin büyükelçileri ile görüştüm. Amerika, İngiltere, İran elçileriyle ayrı ayrı görüştüm. En son İsveç Dışişleri'yle görüştüm. Haftaya Avusturya Cumhurbaşkanı'yla görüşeceğim. Oradan Belçika'ya gideceğim, orada üst düzey bazı görüşmeler yapacağım. Sonrasında Almanya'da bazı görüşmeler yapacağım. Bütün bundan hedeflediğimiz şey de, Türkiye'nin kendi iç sorununu çözme konusunda yeniden bir diyalog ve müzakere yoluna dönülmesi açısından savaşın durdurulması için uluslararası kamuoyu yaratmak, kamuoyu desteği yaratmak. Yani sonuçta Türkiye toplumunun çıkarına, lehine olan şey barıştır, biz bunun arayışı içerisindeyiz. Savaşın uluslararası toplum nezdinde de güçlü bir desteği yok, bunu net olarak söyleyebilirim. Zaten bunu devletlerin kendisi de ifade ediyorlar. İsveç Dışişleri Bakanı benimle birlikte aynı basın toplantısında aynı çağrıyı yaptı. "Silahlar susmalı, ateşkes olmalı ve müzakereye dönmeli taraflar" dedi. Bu çok önemli ve birçok uluslararası grup veya yapı gözlemci olma veya müzakerelerde izleme heyeti oluşturma konusunda istekli görünüyorlar, hazır olduklarını söylüyorlar."
"CHP'nin tutumu eskiye göre daha olumlu bir noktada tabii, dikkat ederseniz kayıtsız, koşulsuz bu AKP'nin yürüttüğü savaşı desteklemiyorlar. Eleştirileri var, bunlar anlaşılır. Fakat net bir barış ve çözüm duruşu ortaya koymuyorlar. Bu konuda da biraz eksiklik var. Yani savaşa koşulsuz destek veren bir CHP yok şu anda. '90'larda bu biraz böyleydi. Yani savaş cephesinde yer alma konusunda tereddüt göstermezdi CHP, bu konuda bir ilerleme olduğunu düşünüyorum ama henüz çözümü bir proje halinde, alternatif olarak bir çözüm geliştirme potansiyelleri de yok. Yani silahların susması konusunda bir irade gösteriyorlar, savaşa karşı bir eleştirel duruş var ama bir çözüm iradesi ve çözüm cesareti ortaya çıkmıyor CHP'de."
"Halkın öz yönetiminden daha meşru bir şey olamaz. Partimizin programının bir parçasıdır, biz zaten iktidara gelirsek veya iktidarla bir müzakere yürütürsek Türkiye'de siyasi yönetim modeli olarak özerkliği öneren bir partiyiz, resmi olarak. Dolayısıyla halkın özerklik talebini gayrimeşru ilan etmek partimizin programına da, ruhuna da aykırı olur. Bizim buradaki farkımız silah kullanılmamalı, şiddetsiz olmalı. HDP'nin yaklaşımı HDP'nin çözüm arayışı bu zemin üzerinde, demokratik siyaset zemini üzerinde olabilir. Dolayısıyla sivil halk meclislerinin ilan ettikleri özerklik tutumunu saygın bir halk iradesi beyanı olarak görmek lazım. Kent meclisleri, sivil toplum örgütleri eğer hükümet kurumlarına bir demokratik alternatif oluşturmak istiyorlarsa ve bunun nasıl oluşturulması gerektiğini fiilen ilan ederek yapıyorlarsa onu ciddiyetle dinlemek lazım. Yani gözaltına almak, tutuklamak, öldürmeye çalışmak nafiledir. Halkın sesine kulak vermek ve öz yönetimi güçlendirecek tartışmaları yürütmekte fayda var. Halk belki şu anda özerklik ilanıyla birlikte bizatihi özerklik çözümünü net olarak hayata geçirmiş olmuyor ama bu konudaki iradesini, kararlı, ısrarlı tutumunu belirtmiş oluyor. Siyasi bir tavır alıyor, siyasi bir hamle yapıyor. Halkın bu konudaki yaklaşımını böyle anlamak lazım. Yoksa şu anda işleyen bir özerklik yönetimi falan yok. Yani "bakın efendim özerklik budur, özerklik bu mu olacak" gibi yaklaşmamak lazım. Bu bir siyasi irade beyanıdır. Biz böyle algılıyoruz. Halkın bu tutumuna saygı duyuyoruz.
Hükümetin de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de bunu kriminalize etmemesi lazım. Bunu bölücü faaliyet görmek yerine ciddiyetle tartışması, ciddiyetle eleştirmesi daha yerinde olur. Yani varsa eksikliği "şöyle olmamalı, böyle olmalı" diyebilmelidir, hükümet. "Şurası yanlıştır, şurası yetersizdir" diyebilmeli. Onun dışında saldırgan bir tutumla ve hiçleştiren bir tutumla sorunun çözülmeyeceğini görmek lazım."
"(Öcalan'la) Bir görüşme yapıldığına dair somut bir bilgi yok elimizde. Zaman zaman bu tür spekülatif şeyler basında çıkıyordu. Görüşme yapıldığına dair yüzde yüz bir bilgimiz yok, bazı devlet yetkilileri görüşme yaptıklarına dair şeyler ifade ediyorlar ama Sayın Öcalan'dan duymadık. Ailesi, avukatları kimse görüşemiyor. Böyle bir tecrit ortamında da spekülasyonlara dayanarak konuşmamak lazım. Kesintisiz bir tecrit var, hükümet bu konuda da bilinçli politik bir tutum olarak tecridi uyguluyor. Başbakan defalarca açıkladı; "HDP heyeti eğer silah bıraktıramayacaksa Öcalan'a, Öcalan bu kararı açıklayamayacaksa görüşmesinin ne anlamı var" diye. Yoksa yani hem oradaki basit siyasi bir mahkûm değil, 2,5 yıldır müzakere yürüttükleri bir siyasi liderdir. Bunu onlar da bilir. Hem de yasal ve anayasal hakları gereği görüşebilir milletvekilleriyle, avukatıyla, ailesiyle.
Hukuku tümüyle ayakları altına aldığı, 2,5 yıldır müzakere yürüttüğü muhatabını hiçleştirmeye çalıştığı başbakan ağzıyla itiraf edilmiş durumda. Tabii bu geçen 4 aylık süreç bize çok şey gösterdi. AKP'nin çözüm istemediği, AKP'nin oyalamacı olduğu, AKP'nin halkı kandırmaya çalıştığı, çözüm sürecini çürütmeye bıraktığı eleştirileri 2,5 yıldır yapılıyor. Hâlâ bunu bir türlü anlatamıyorduk. Toplum şimdi bu 4 ayda bunların hepsini gördü ve AKP'nin çözüm konusundaki duruşu, ciddiyetsizliği, pragmatist yaklaşımı, araçsallaştıran yaklaşımı, Sayın Öcalan'a yaklaşımı hepsi o kadar çirkin bir şekilde dışa vurdu ki artık kin, öfke kusmaya başladılar. Yani 2,5 yıldır müzakere yürüttükleri muhataplarına, bizlere ağza alınmadık küfürlerle, hakaretlerle yaklaşıyorlar. Neden? Çünkü iktidarlarını kaybettiler. Çünkü onlar için çözüm süreci güçlü AKP iktidarı demekti. Buna yaramıyorsa barışın, çözümün onlar açısından bir değeri, kıymeti yoktur."
"Şüphesiz ki tecrit devam ettiği sürece hiçbir koşulda ilerleme kat edemiyoruz. Bu bir realitedir, AKP bunu bildiği için Sayın Öcalan'la müzakereyi başlattı, görüşmeyi başlattı. Tecrit devam ettiği müddetçe hangi konuda ilerleme sağlayabiliriz ki? Sonuç alınsın, alınmasın görüşmelerde, tecride son verilmesi lazım. Tecrit çok ahlak dışı bir uygulamadır. "Efendim ben sonuç alamadım, sana tecrit uyguluyorum" demek, kalitesiz bir siyasi anlayışın sonucudur. Tarihte en saygın devlet adamları veya en saygın krallar, padişahlar, en saygın liderler düşmanına en çok saygı gösterenlerdir. Tarihte hep onlar saygın liderler olarak anılırlar, bunlar çok bu işlerden anlayan bir anlayışla yaklaşmıyorlar. Keşke düşmanına saygı gösteren bir anlayışla siyaset yapsaydık, o zaman her şey çok kolay olurdu."
AKP kendi geleceğine endekslemek istiyor çözüm sürecini. Ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Yani AKP'nin tekelinden çıkarmamız lazım. Çözüm sürecini buzdolabına koyup çıkarmak artık AKP'nin karar vereceği bir durum olmamalı ve biz olası erken seçimde AKP'yi daha da geriletmeyi başarırsak AKP'nin tekelinden çıkar barış süreci. Yani buzdolabına koyma hakkı Cumhurbaşkanı veya AKP yönetiminin elinde olamaz, olmamalı. Yarın bir gün buzdolabından çıkardık, gelin görüşelim, barış yapalım tekeli de onlara ait değildir. Barışı biz istediğimiz zaman dayatarak, zorlayarak yaptırmalıyız. Zat-ı âlinin inisiyatifine bırakmamalıyız. Her gün, her saat barışı istemeye, çözüm istemeye devam etmeliyiz ki toplum olarak AKP savaşı ben başlattım ve ben durdururum gibi bir gücü kendinde göremesin.
"(Erken seçimin 1 Kasım'da yapılacağı açıklandı. HDP'ye yeni oy veren kitlelerde partinizden bir uzaklaşma öngörüyor musunuz, sorusu üzerine) Meşruiyetimizi zorlayan bir durum değil, daha çok HDP'ye yeni umut bağlayan, ilk defa HDP'ye akmaya başlayan kitlelerin etkilenmesi söz konusu. Evet, HDP'ye akış konusunda özellikle Kürt olmayan kitlelerde bir tedirginlik gözlemleniyor savaştan kaynaklı. AKP de zaten daha çok bu kesime hitap eden bir kirli propaganda yürütüyor. Biz bu oyunlara alet olunmaması, seçim dönemi olsun ya da olmasın, mutlaka şiddet dışı yönetimi AKP'ye dayatarak sonuç alınması gerektiği konusunda bir kararlılık sahibiyiz. HDP'nin işi budur. HDP'nin işi silahların konuştuğu yerde silahları durduracak siyaset yapmaktır. Bütün gücümüzle silahların susması için uğraşıyoruz.
Yeni seçmenlerimize zorlanarak da olsa sesleniyoruz. Çünkü medya ambargosu çok güçlü ve bu yeni kesimlere ulaşmamamız için ciddi bir siyasi manipülasyon, karalama kampanyası var ama biz aşmaya çalışıyoruz. Yani tümüyle kapalı demiyorum fakat eskisi kadar tabii ki rahat bir ortam değil, ülkede şu an demokratik siyaset açısından."
"7 Haziran'daki konuşmama tekrar bakılmasını tavsiye ediyorum. Orada Erdoğan'ın seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğini biliyorduk. Bizi savaşa sürükleyeceğini belirten bir açıklama yapmıştık. 7 Haziran'dan itibaren seçime hazırız. Önümüzdeki ay da yapılsa korkumuz yoktur. Çok hızlı şekilde planlamamızı çözeriz. MYK, seçim koordinasyonumuz toplanacak. Sıfırdan çalışma yapılmayacak; yüzde 95 önceki çalışmamızın üzerine inşa edeceğiz.
(AKP'nin erken seçimde birinci parti olmama ihtimali güçlü mü, sorusu üzerine) Bu demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmesine bağlı bir şey aslında. Yani Türkiye'de dediğim gibi tekçi, ırkçı savaş bloku var, AKP ve MHP tereddütsüz bu blokta yer almayı kabul etmiş durumda. Bir de barış isteyenler var. Bu blokun kimlerden oluşacağını, önümüzdeki dönem tabii ki AKP'nin birinci parti olup olmaması belirler. Yani CHP ve parlamento dışındaki demokrasi güçleri bir barış bloku, gerçekten de alternatif demokratik iktidar bloku olarak hareket etmeyi başarabilirlerse -tırnak içinde söylüyorum; bir seçim ittifakından söz etmiyorum, birlikte aynı ilkeler içinde ülkenin barışı, selameti için birlikte hareket etmekten söz ediyorum- o zaman AKP tek başına birinci parti olmayabilir. Böyle bir imkân var, böyle bir alan var. Türkiye toplumu bir alternatif görmek istiyor ve o biziz. Bizim dışımızda da kimse yok."
"Biz seçim hükümetinde yer almak istiyoruz ve AKP'nin devlet imkânlarını, hükümeti kendi partisi lehine kullanmasına engel olmak için ve yine hükümette olarak aslında HDP'nin Türkiye'nin bir parçası, gerçeği, meşruiyeti olduğunu ve Türkiye'yi yönetebileceğini göstermek istiyoruz. Biz AKP hükümetiyle işbirliği yaparak koalisyon kurmuyoruz. Seçmenimizin hakkı olan koltukları, sandalyeleri AKP'den alıyoruz aslında. Yoksa AKP'nin bir lütfu değil, bizim hakkımızdır, onu AKP'ye bırakmak istemiyoruz. Yani kim bakan olursa olsun bizim için fark etmez, her HDP'li bunu yapabilir. O görevi yürütecek her arkadaşımız sonuna kadar ahlaklı, ilkeli bir bakanlığın nasıl yapılacağını iki ay da olsa topluma gösterecektir. Seçimden sonra da hükümet kurulana kadar görevini sürdürecektir bu arkadaşlarımız."
"Yani savaşı bütün alanlarda sürdürmek AKP'nin bir hazırlığının olduğunu gösteriyor. STK'lere dönük, belediyelere dönük, medyaya dönük, halka dönük, siyasi partiye dönük bir hazırlık yapıldığı anlaşılıyor. Bu öyle Ceylanpınar'da iki polis öldürüldü ondan sonra başladı, diye bir süreç değil. Aylardır hazırlığının yapıldığı, kararlarının alındığı, görevlendirmelerinin yapıldığı anlaşılıyor. Medyaya dönük operasyon da bunun bir parçasıdır ve kapsamlı bir sansür, kapsamlı bir baskı operasyonu yargıyla birlikte, bürokrasiyle birlikte kararlaştırılmış görünüyor. Ama bunu kırmanın yollarını aramak lazım. Yani iletişim, teknoloji çağındayız. Özellikle mahkemelerin itirazları kabul etmediği, etmeyeceği anlaşılıyor. Mahkemenin bu konuda ikna edildiği ve taraflı davrandıkları anlaşılıyor. Dolayısıyla mahkeme kararlarını anlamsız hale getirecek alternatif medya organlarını, yayınlarını, imkânlarını zorlamakta fayda var. Bunların çözümlerini bulmak, bu gibi durumlarda bence daha sonuç alıcıdır. AKP'nin teşhiri üzerinden ya da mahkemelere itirazlara güvenerek sadece yürütülecek bir basın mücadelesi sonuçlanmayabilir. Ne kadar teşhir ederseniz edin AKP bunu göze almış durumda. Önemli olan bu haber organlarının, gazetelerin, internet sitelerinin bugünlerde halka ulaşabilmesidir, bunun başka yolu, yöntemini herkesin bulması lazım. Bu tehditlere karşı da özgür basın etrafında bir kenetlenme, dayanışma ağının örülmesi lazım. Özellikle basılı gazete olarak dağıtılan özgür basın gruplarının abonelik sistemiyle, günlük gerekirse bizatihi satın alarak desteklenmesi, tirajlarının yükseltilmesine yardımcı olunması da çok önemli. Çünkü maddi, manevi bir dayanışma herhalde özgür basın için olmazsa olmazdır. Onun da uzun süreceğini düşünmüyorum. Geçici bir sansür uygulayabilirler, bu çağda çok uzun süreli, '90'lardaki gibi bir kirli savaşı yürütme şansları da yok."
"AKP'de barış yanlısı çok insan var aslında. Çözüm sürecine dönülmesi gerektiğini düşünen, çatışmalardan rahatsız olan bakan düzeyinden, vekil düzeyinden ülke yöneticisine kadar. Bunların sesini yükseltmesi lazım. Savaşın herkese kaybettirdiğini görmeliler, kendi partilerine de kaybettiriyor, Türkiye toplumuna da kaybettiriyor. Madem bu kadar yanlış bir iş yapılıyor, bu dönemde sessiz kalarak bu savaşa ortak olunmamalı. AKP'liler de barış konusunda sesini yükseltirlerse ben bir an önce yeniden çatışmasızlık sürecine dönüleceğini düşünüyorum. AKP yöneticileri partiyi teslim almış durumdalar, Cumhurbaşkanı partiyi teslim almış durumda. Yani vesayetten daha öte bir şeyden söz ediyoruz. AKP üzerinde bir cumhurbaşkanı vesayeti falan değil, bu resmen AKP'nin teslim alınmasıdır. Ya orada politika yapmasın, ya da politika yapacaksa teslim alınmasını kabul etmesinler. Barış için sesini yükseltsinler. Bunu yaparlarsa hep birlikte barış için daha ciddi işler yapabiliriz. Daha sonuç alıcı çabalar ortaya koyabiliriz."
© Tüm hakları saklıdır.