18 Nisan 2014

Her şey gibi medyum (da) eskidiğinde ne olacak?

Misal Adnan Yıldız sergisinin açılışından hemen önce Erdağ Aksel ile söyleşti.

Misal Adnan Yıldız sergisinin açılışından hemen önce Erdağ Aksel ile söyleşti: “H harfinin altına heykeltraş, Y harfinin altına Yetmez ama Evetçi’leri yerleştirmek, herhalde insanları rahatlatıyor.”

 

Uzun süredir üzerine konuştuk, çalıştık ve şimdi hazır. Direktörlüğünü yaptığım Künstlerhaus Stuttgart, uzun bir aradan sonra gerçekleşen ‘Life of Objects’ isimli solo serginizi açıyor ve üstelik sergi, sadece yeni işlerden oluşan bir son dönem projesi değil, daha sonra yayınlanacak olan monografik bir kitabın üretimi için pratiğinizden farklı kavramsal eğilimleri içinde barındıran bir anlayışla tasarlandı. Yani bizim kitabı üretmemiz için bir çeşit ortak stüdyo gibi kullanılacak. Nasıl bir süreçti, size ne getirdi, ne düşünüyorsunuz?  

EA: Tabii ki her sergi gibi acılı bir süreç olarak başladı. Bazı eski çalışmaların tekrar toparlanması gerekti. Bu kendi başına her zaman acı verici bir iştir. Ama bilirsin hafif acı bazı yemeğe yakışır. Son olarak  yaptığım “Aile Benzerlikleri” sergisinde de bazı eski işlerime geri dönüp, deyim yerindeyse onları  tekrar ziyaret ederek, bazılarını farklı biçimde yeniden üretme pratiğim olduğundan, bu sergideki monografik özellik beni kavramsal olarak çok zorlamadı. Herhalde insan yaşlanınca, geriye dönüp eskiden yaptıklarına şöyle bir bakıp, kendine şimdiki aklımla nasıl yapardım sorusunu soruyor. Şikayet etmiyorum ama, her zamanki gibi sen benim çekmecelerimi karıştırıp, ortaya çıkarmadığım bazı çalışmalarımı sergilenebilir hale getirmeye  zorladın. Bunun sonucunda “yeni” denilebilecek  bazı işler ortaya çıktı. Eh, sadece bu bile belki de çekilen acıya değer. Ancak dört günlük enstelasyon süreci sonunda  bir bel ağrısı başladı ki, o acının keyfinden pek bahsedemeyeceğim.


Objelerle ilişkiniz ilgimi çekiyor. Bu sergide, malzemeden anlama, fonksiyondan bağlama kadar, farklı şekillerde üretilen bir nesneler dünyası ile karşılaşıyoruz. Bunun üzerinden işlerinize bakınca, aynı malzeme ile formal arayışlara giren heykeltraş profilinden çok, sürekli malzeme, bağlam ya da anlam ile oynayan kavramsal bir sanatçı görüyorum. Karşımızda 80’lerden gerçekleşen çamaşır makinası resimlerinizden, seri halde üretilen heykellere ve mekansal/mekana duyarlı yerleştirmelerinize kadar, farklı medyumlar var. Bu sergi için,  ilk kez video ürettiniz ve pratiğinizi yakından takip edenler için, bu video yerleştirmesi hem heykelleşmesi ile hem de topladığınız objelerden üretilen ‘Alis Alis’e’ işinizle çok ilgili... 

EA: Kendimi sanatçı diye tanıtmayı biraz fazla iddialı buluyordum. Modern, çağdaş, ya da güncel sanatçıyım demenin ise komik olduğunu düşünüyorum. Ama tabii  herhalde en komiği de  insanın kendini “yeni medya sanatçısı” olarak tanıtması. 1960’larda akrilik boya kullanmak yeni medyum ile çalışmaya tekabül ediyordu.  Peki, her şey gibi medyum da eskidiğinde ne olacak?  O zaman da herhalde “eski medya sanatçısıyım” filan demek gerekecek. Türkiye’ye döndüğümde, heykelci tanımı ne yaptığımı açıklamak için bana daha mütevazı,  daha nötr ve daha  zararsız gelmişti.  Ama tabii ben kendimi böyle tanımladığımda bu kavramın Türkiye’de ne denli yüklü bir kavram olduğundan habersizdim.  Heykel yapmanın “anıtçı”lıkla eş anlama geldiğini açıkcası hiç düşünmemiştim.

 

Yani heykeltraşa heykelci de deniliyordu?

EA: Zaten heykelci sözcüğü de nedense hemen heykeltraşa çevrildi. Halbuki bu hayatta hiç anıt yapmadığım gibi, traşlayarak ya da yontarak da pek bir şey yapmadım. Asıl derdim görsel dil ya da görüntü diliyle bir şeyler söyleyebilmekti. Tabii -umuyorum ki, söylemeye değer bir kaç sözüm olmuştur. Görüntülerin ilüzyonist metodlarıyla söz söyleme özelliği ile, nesnelerin  hem görüntüleri, hem de fiziksel varlıklarıyla  söz söyleme  özellikleri arasında savrulup durduğumu düşünüyorum. Ama bundan bir şikayetim yok çünkü asıl mesele  hep söylenecek bir sözün olmasıydı. Fiziksel varlığımız nedeniyle diğer fiziksel objelerle ilüzyon dünyasıyla kurduğumuzdan farklı bir ilişki kurduğumuzu düşünüyorum. En azından ben objelerle böyle bir ilişkiye giriyorum. Bu nedenle daha ziyade fiziksel objeleri kullanarak söz söylemeyi tercih ettim. Ama ilüzyon dünyasından da  hiç kopmadım. Senin de çok iyi bildigin gibi, pek sergilemediğim binlerce çizim yapmayı hep sürdürdüm. Her yaptığım çalışmanın “sanat eseri” olarak sergilenmesinin şart olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bir sürü şey defterlerde, çekmecelerde duruyor. Alis serisi de atölyedeki bir raftan  senin ısrarınla ortalığa çıktı. İlk kez bir video kamerayı 1974 yılında elime aldım. Sinemayla ilgili haddimi bilmem gerektiğini düşündüğümden video göstermekten özellikle uzak durdum. Ta ki sen, bu kez çekmece ya da rafları değil de;  bilgisayarımın hard diskine burnunu sokana kadar. Bu sergi vesilesiyle senelerce önce Alis dizisindeki objelerle oynayarak yaptığım bazı kısa videoları, sevgili dostlarım Ahmet Elhan ve  Aydın Sarıoğlu’nun  değerli yardımlarıyla yeniden çekip kurguladık. Müziği  de Baba Zula ile birkilte çalışarak gerçekleştirdik. Kavramların içleri biraz hızlı boşaldığından kavramsal sanatçı etiketinden o kadar emin değilim, ama genelde dediğin doğru. Eğer biri gerçekten yıllar içinde benim yaptığım işlere şöyle bir baksa, belli bir teknik ya da malzemede ustalaşmış, o teknik ve malzemeyle  formel arayışlara giren bir heykeltraş yerine aslında epey tutarsız, stilsiz, daldan dala atlayan bir adam görür.  Zaten mesele de  hep buydu. Tek tutarlı olan, görüntünün izin verdigi ölçüde bir söz söyleyebilmekti.

 

Sergide, daha önceki çalışmalardan ‘Bu sergi’ ya da ‘Öyle bir şey’ gibi örnekler de var, ama bunlar yeniden üretildi, adapte edildi ve ‘Öyle bir şey’ varyasyonlarıyla birlikte sergileniyor... Varyasyon ve seri halinde üretmek zaten sizin pratiğinizin içinden gelen eğilimler...

EA:  Atölyede yüzlerce, binlerce fikirle oynaşıyorsun. Bazılarını çiziyorsun, bazılarını yapıyorsun, bir sürüsünü çekmeceye kaldırıyorsun, bir çoğunu da çöpe atıyorsun. Sergi, yani gösterme eylemi ise yapmaktan farklı bir iş. Sergilemede  sonunda göstermeyi seçtiğin, söylemeye değer bulduğun sözün etrafında bir takım işleri sonlandırıyorsun ve ortaya çıkıyorsun. Bir dizi söze konsantre olup, onların etrafında dolaşmak, seriler, varyasyonlar bu nedenle oluşuyor.  Aslında gösterdiğim her serinin arkasında göstermediğim onlarca, abartmıyorum yüzlerce başka seriler var. 

 

Şu meşhur cetvellere  gelelim. Paris’te gerçekleşen ‘A History of Inspiration’ (Palais de Tokyo, 2013) sergisinde, en çok fotoğrafı çekilen işlerden biri idi. Neden cetvellere karşı konamıyor? 

EA: Bilemem. Gerçekten karşı konulamaz bir durum var mı? Benim cetvellerle uğraşmaya başlamamın altında farklı katmanlar var. Bunlar ölçüsüzlüğün at koşturduğu bir alanda çalıştığımı fark etmekten, ölçünün anlamsızlığına, bir ya da üç cetvel ile bir obje yapmak yerine  yüzlerce cetvel kullanarak kırk altı obje yaparak ilginçliği sıradanlaştırmaya,  ortaya çıkan okunamaz tipografinin beni New York Times’ın yüz yıl önceki sayılarını okuyabilirken, yüz yıl önce İstanbul’da yayınlanan gazeteler karşısındaki cehaletime götürmesine değin anlam katmanları. Kırkbeş yıl önce katolik papazların bu cetvellerle ellerime vurarak, kim bilir hangi sacma gerekçeyle beni cezalandırdıkları gibi bu objeyle olan kişisel ilişkilerime girmiyorum bile.

 

Çalışmalar taranınca, elbette militarizm, iktidar algısı, üniforma, bürokrasi ve siyasi semboller, motifler ve temalarda hemen öne çıkıyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, herkes zoraki tercihler arasında sıkıştığını söylüyor; kimse kendini siyaseten temsil edilmiş hissetmiyor. Böyle bir siyasi  düzlemde, semboller, kodlar ve anlamlar nasıl kayıyor, sanki işlere bakınca, miğderden kravata, daha net okunuyor... Pratiğiniz siyaset tarihimizle paralel okununca, ortaya şu da çıkıyor: Sanki her şey ‘Retour  de Force’dan mı ibaret?

EA: Görüntüyle söz söylemek zorunlu olarak kodların, sembollerin kullanımını gündeme getiriyor. İçinde yaşadığımız orttama yönelik olarak “site specific” iş yapınca militarizm, bürokrasi, iktidar algısı ile halleşmek zorunda kalıyor insan. Ancak bu biraz da algı ile ilgili bir şey. Yani ben kendimce bunlar da dahil bir sürü kodlar, semboller, göndermelerle çalıştığımı düşünüyorum.  Ama  insanlar bunları daha önce, belki de daha kolay algılıyorlar. Farkındayım, diğer sözler, diğer sembol ve göndermeler biraz daha zor algılanıyorlar ama oradalar ve sayıları da hiç az değil. Bence...

 

Anayasal özgürlüğün genişletilmesi için verdiğimiz oylardan dolayı, sanki demokrasi talep eden biz değilmişiz gibi, ulusalcıların lanetine uğradık... Herhalde yaşadığımız siyasi tıkanıklığın müsebbibi 5000 kişi olmasa gerek... Bugün, denize düşünce sarıldığımız “Yetmez ama Evet” demokrasisinin yerine öyle bir “İleri Demokrasi” ile sınanıyoruz ama tarihsel olarak da ortaya koymak şart: Tercih yapmak, pozisyon almak ve karar vermek gündelik hayatımızda her gün var olan bir matematik, siyaset gündelik hayatın kendisi... Bana bir kere dediğiniz gibi, ’siyaset toplumun mutluluğu için var ama tersine çalışıyor...’

EA: Mealen söylüyorum ama hatırladığım kadarıyla Edward Said’in entellektüel tanımı içinde bir  “ait olamama” durumu vardır. Siyasette de sanatta da bu durumu bir mücevher gibi muhafaza etmek önemli.  Her iki alanda da, etiketleyip, arşivleyip çekmecelere yerleştirme eğilimi çok fazla. H harfinin altına heykeltraş, Y harfinin altına Yetmez ama Evetçi’leri yerleştirmek, kategorizasyonlar yapmak her halde insanları rahatlatıyor. Tabi ki senin deyiminle 5000 “Yetmez ama Evet”çi,  ya da alfabetik olarak  düzenlenmiş çekmeceler tıkanmış bir muhalefetin anlamsızlığını açıklayamaz. Gerçeğin açıklanması ise çok daha kompleks. Sanırım  bu kategorizasyonları meraklılarının ciddi açıklamalara ya da analizlere yönelik pek  bir talepleri yok.. Belki de analiz 140 karakterle yapılamadığı içindir.


İşlerinizi bir araya getiren bir monografi hazırlıyoruz, ama son dönemde basılan, siyaset ve sıcak politika tartışmaları içeren birçok kitabın kapağında işleriniz var. Neden siyaset üzerine düşünenler kapakları için sizin işlerinizi seçiyor? 

EA: Arkadaşlarım oldukları için herhalde. Belki de beraber yemekler yediğimiz ve bir şeyler paylaşabildiğimiz içindir.


Sergi ile ilgili metin: http://www.kuenstlerhaus.de/wp-content/uploads/2014/04/life-of-objects_Plakat.pdf

Erdağ Aksel’in solo sergisi “Life of Objects” 1 Haziran 2014 tarihine kadar Künstlerhaus Stuttgart’ta http://www.kuenstlerhaus.de görülebilir. 

Görsel Dizin

1. Erdağ Aksel,  Misal Adnan Yıldız ile beraber Künstlerhaus Stuttgart'ta. 

2. Erdağ Aksel, Hesaplanmış Bir Hafıza Kaybı -Stuttgart versiyonu, 1999-..., 30 cm standart cetvel.    

3. Erdağ Aksel, Alis Alis'e karşı, 2005-..., karışık teknik. 

4. Sergi posteri. 

5. Fuat Keyman ve Şebnem Gümüşçü'nün yakınlarda yayınlanan kitaplarının kapağında Erdağ Aksel'in "Retour de Force" serisinden, ''Cihat'ın Şikayeti'' (1995) var. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Rabbim herkesi Roman yaratsın

Ölümden sonrasına inanın ya da inanmayın. Ama Selim Sesler Araf’ta çalmaya devam edecek

Küçük Prens: BERKİN

268 gündür komada eriyen Berkin Elvan’ın ölümü hayatımızın akışını bıçak gibi kesti.

Bugün kime oy veririm?

Sivil protestolara izin verilmediği, seçimlerin güvenliğinin sorgulandığı, hukuk süreci ve adalet çözümlerinin tıkandığı noktalarda, elbette direnişin rengi değişiyor...