10 Temmuz 2024

Cinayete yol açan "siyasi neden" nedir?

Siyaseti bırakması karşılığında çanta dolusu para ile ödüllendirilecek ve hayatının sonuna kadar para sıkıntısı da çekmeyecek! Bu Ateş'in bazı bildiklerini de yanına alarak çekip gitmesinin teklif edildiğini ve bu teklif kabul görmeyince de "biletinin kesildiğini" düşündürtmüyor mu? Ortaya çıkarılırsa siyasetteki balistik etkisi çok yüksek olacak bir bilgi bu

Sinan Ateş

Sinan Ateş'in siyasi bir cinayete kurban gittiği konusunda genel bir fikir birliği var ancak bu "siyasi nedenin" ne olduğunu kimse bilmiyor.

Bildiğimiz kadarıyla Sinan Ateş, Ülkü Ocakları Başkanlığından ayrıldıktan sonra üniversitedeki görevine yoğunlaşmış ve açık bir siyasi faaliyet de yürütmemiş.

Bir cinayet emri vermeye neden olacak siyasi görüş ayrılığı, çok daha derinlerde yatan bir şey olmalı.

Kurbanın, faillerin ve cinayetin derinlemesine soruşturulmasını engellemek isteyenlerin kimliklerine bakarsak, görüş farklılıkları halinde şiddete başvurulmasının o camia için çok sıradan bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim bizzat kurbanın kendisi de Ülkü Ocakları Başkanı olduğu dönemde böyle şiddet eylemleri için emir vermiş, militanları görevlendirmiş.

Cinayete kurban giden Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş, mahkemede verdiği ifadede şunu söyledi:

"Evet, Sinan Ateş birilerini dövdürdü. O zaman Sinan'ı karşıma aldım, dedim ki 'Bunlar sana yakışmıyor, yapma bu işleri. Yapacaksan ocak başkanı olma.' 'Ayşe, ben MHP Genel Merkezi'nden gelen talimatları yapıyorum. Yapmazsam bana da ceza keserler' dedi."

Bu ifadeye kimse şaşırmadı çünkü yaşadığımız örnekler çok sıcak.

Iğdır Haber gazetesinin sahibi Metin Işık, Antalya Expres muhabiri İdris Özyol, Korkusuz gazetesinden Ahmet Takan, Yeni Çağ gazetesinden Orhan Uğuroğlu ve o tarihte Halk TV yorumcusu Levent Gültekin, MHP'ye yönelik eleştirilerinin ardından önce hedef haline getirildiler ardından saldırıya uğradılar, darp edildiler.

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'a yapılan silahlı saldırı, Kayseri Pınarbaşı'nda CHP'li Şerafettin Bahadır'ın dövdürülmesi de bu serinin devamı niteliğinde.

Sinan Ateş cinayetiyle ilgili habercilik yaptıkları için Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Timur Soykan ve Barış Terkoğlu'na yönelik "kurşun" göndermeli açık tehditlerin nedeni de bu siyasi akımın davranış kalıplarında şiddetin önemli yer tutması.

Ancak bu durum bile geçmişte bu kurumlarda önemli pozisyonlarda yer almış bir kişinin öldürülmesini açıklamıyor.

Daha altta başka nedenler olmalı ki bu talimat verilmiş ve yerine getirilmiş olsun.

Geçenlerde bu cinayetin, Mersin'de yakalanan büyük çaplı bir uyuşturucu meselesiyle ilgili olduğunu iddia eden bir not yayıldı.

Doğruluğunu kontrol edebileceğim bir şey olmadığı için sanıklar, Mersin'de yakalanan uyuşturucu, sanıkları koruyan daha üst düzey politikacılar ile ilgili notu yayımlayamam.

Ancak Ateş'in Ülkü Ocakları Başkanı iken Mersin Ülkü Ocakları Başkanı görevinde bulunan Çağrı Ünel'e yönelik saldırının, Ülkü Ocakları yöneticileri tarafından planlanıp, yönlendirildiğini, Ünel'in yargılanması sırasında ortaya çıkan bilgilerden öğrenmiştik.

Saldırı sırasında Ünel kendisini korumak için silahını çekmiş ve boğuşma sırasında saldırganlardan biri hayatını kaybedince, Ünel cinayet suçlamasıyla yargılanmış, mahkûm edilmişti.

Arkadaşımız Tolga Şardan, T24'teki yazılarında bu yargılama sürecindeki "eksik soruşturma" meselesine dikkat çekmişti.

O gün de tıpkı Sinan Ateş cinayetinde olduğu gibi siyaset kaynaklı bir karartmadan şüphelenmiştik.

(Şardan'ın 18 Mart 2022, 23 Haziran 2023, 18 Temmuz 2023, 18 Ağustos 2023 günlerinde T24'te yayımlanan konuyla ilgili yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.)

Sizlere sözünü ettiğim "bilgi notu", Mersin'de ele geçirilen büyük tonajlı kokainin Çağrı Ünel'in ihbarı sonucunda yakalandığını iddia ediyor.

Uyuşturucunun yakalanmasının ardından yine aynı camiada şüpheli ölümlerin meydana geldiği ve bu ölümlerin soruşturulmasının örtbas edildiği de iddialar arasında.

Nitekim merhum Ateş'in eşi Ayşe Ateş, 11 Mayıs 2024 tarihinde Sözcü TV'de İpek Özbey'e şunu anlatıyordu:

"Bir gün eve geldi dedi ki 'Ayşe birileri geldi yanıma önüme bir çanta para koydular. Dediler ki al bu parayı Sinan devamı da var. Bu siyaseti bırak. Bu işleri bırak. Hayatına, keyfine, yoluna bak. Nasıl istiyorsan öyle yaşa ama bu işleri bırak kardeşim, çekil kenara. Keyfinde zevkinde yaşa. Dünyanın neresinde istiyorsan. Hayatının sonuna kadar para sıkıntısı çekmeyeceğini sana garanti ediyoruz. Tek bir şartımız var bu işleri bırak.' Bu bence Sinan'ın neden öldürüldüğünün cevabı. Görevden ayrıldıktan sonra (Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı) bu teklif gelmişti. Siyaset yapma, siyasetten uzak dur. Siyasete girme, okuluna git gel. Hocalığını yap. Keyfine bak, hayatını yaşa dediler. Sinan bu teklifi yapanların kim olduğu söylemedi bana."

Size de tuhaf gelmiyor mu?

Siyaseti bırakması karşılığında çanta dolusu para ile ödüllendirilecek ve hayatının sonuna kadar para sıkıntısı da çekmeyecek!

Bu Ateş'in bazı bildiklerini de yanına alarak çekip gitmesinin teklif edildiğini ve bu teklif kabul görmeyince de "biletinin kesildiğini" düşündürtmüyor mu?

Kuşkusuz ki gerek MİT ve gerekse Emniyet istihbaratı, bu cinayetin arkasında böyle bir hesaplaşmanın yatıp yatmadığını biliyor olmalı.

Ancak cinayetin örtbas edilmesi ve alelusul bir yargılamayla üstünün örtülmek istenmesi, devletteki bu bilginin, sumen altına atılmış bir bilgi olarak kalmasının başka bir işe yarayabileceğini de düşündürüyor.

Ortaya çıkarılırsa siyasetteki balistik etkisi çok yüksek olacak bir bilgi bu.

Onun için ortaya çıkarılıp hesap sorulmasındansa, "kullanılması" siyaseten daha çok işe yarayacağı düşünülen bir bilgi olmalı.

* * *

"Bana saygı duy" demek yetmez

Anayasa Mahkemesi kararına uymayan hatta AYM üyeleri için suç duyurusunda bulunan bir Yargıtay dairesine, hukuk fakültesinin önünde ayakkabı boyayan çocuk saygı duyabilir mi?
Tolga Şardan

MİT'in Cumhurbaşkanlığı'na sunduğu yargı raporu ile ilgili yazısı nedeniyle geçtiğimiz kasım ayında beş gün süreyle tutuklu olarak kalan arkadaşımız Tolga Şardan, dün mahkemeye çıkarıldı.

İddianameye göre Şardan, bu raporun varlığını iddia ederek "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymış"!

Yani Savcı Bey, Cumhurbaşkanı'nın yargıdaki iddialar ile ilgili olarak emrindeki MİT'ten herhangi bir bilgi, rapor filan istemediğine inanıyor.

Memleketin bir ucundaki kupon araziyle bile ilgilenen Cumhurbaşkanı, böyle bir meseleyle ilgilenmemiş olabilir mi?

İnsan hayret ediyor doğrusu.

Şardan'a atılı suçlardan biri de "devletin yargı organlarını alenen aşağılamak."

Devletin yargı organları, bizlerin kendilerine duyduğumuz saygının yarısını kendilerine duyuyor olsalardı, mesela Sinan Ateş yargılamasındaki gariplikleri hiç yaşamazdık.

Ortada Gezi protestolarının darbe girişimi olabileceğine ilişkin tek bir delil yokken Osman Kavala ve arkadaşlarını mahkûm edebilen mahkeme, sizce kendine saygı duyuyor olabilir mi?

Anayasa Mahkemesi kararına uymayan hatta AYM üyeleri için suç duyurusunda bulunan bir Yargıtay dairesine, hukuk fakültesinin önünde ayakkabı boyayan çocuk saygı duyabilir mi?

Bu suçlamalar yargının saygınlığını korumayı hedeflemiyor, tam tersini yapıyor.

Mahkemenin vereceği kararı merakla bekleyeceğim, saygı duyup, duymamaya da o zaman bakarız.

Adliye, kendisine saygı duyulmasını istiyorsa "bana saygı duy" demez.

Hukuku, her şart altında üstün tutmayı başarırlarsa o saygı zaten kendiliğinden oluşur.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Asgari ücreti unutun, Kudüs’ün fethi yakın!

Önümüzdeki aylar boyunca Esad’ın devrilmesinden siyasi kazanımlar elde edebileceği ile ilgili hamasete gaz verilecek, dini ve milli duygular köpürtülecek. Bu politika, Erdoğan yönetimine, ekonomideki beceriksizliklerini örtmek için ihtiyaç duyduğu illüzyonu sağlayabilir mi?

Yolsuzluk ekonomisinin bedelini ücretli öder

Asgari ücretin daha yüksek belirlenmesinin, enflasyonla mücadeleye zarar vereceğini savunanlar var. Eğer Türkiye’deki enflasyonun işçi ücretlerinden kaynaklandığına inanacak olursanız bu görüşlere hak verebilirsiniz. Oysa ekonomide kötü giden her şeyin bir tek sorumlusu var: Recep Tayyip Erdoğan

Erdoğan muradına erecek gibi

Suriye’deki gelişmelerin ardından AKP il kongrelerinin öne alınması da hesaba katılırsa ekonomide düzelme sinyalleri gelmeye başladığı anda öne alınmış bir seçim için konuşmaya başlayacağız gibi görünüyor

"
"