02 Haziran 2024

Bir başka Fatih Sultan Mehmet portresi (II)

"Ölenlerin çokluğunu, evlerin boşaldığını, şehrin tümüyle uğradığı yıkımı, gerçekleşen felaketi ve tahribatı da gördü. Yapılan bu yıkım ve talan için birden acıma ve pişmanlık duygularına kapılarak gözleri yaşlarla doldu, derin derin iç çekerek, üzüntüyle: 'Nasıl bir şehri talan ve yıkıma terk ettik?' dedi"

Kuşatmaya II. Mehmet olarak başlayan, büyük kapıdan "Fatih" olarak giren ve kendini bundan böyle "Doğunun ve Batının Kayseri" olarak görecek olan yeni imparatorun, İstanbul'a karşı hissettiği tutkunun, heyecanın derinliğini Bizans'ta siyasal görevler üstlenen, daha sonra Sultan Mehmet'in yakınında bulunup bir olasılıkla onun kâtiplerinden, belki de danışmanlarından biri olan Mihail Kritovulos'un "Kritovulos Tarihi" adlı eserinin satır aralarında görebiliyoruz:

"Sultan, Polis'e girerek, büyüklük, konum, parlaklık ve güzelliğini, kiliseleriyle kamu binalarının sayıca çokluğunu, görkem ve güzelliğini, sıradan halkla seçkinlerin evlerinin ihtişamını ve limanla tersanelerinin konumunu büyük bir özenle teftiş etti, doğanın şehre her açıdan cömert ve ayrıcalıklı davrandığını saptadı. Tek kelimeyle söylemek gerekirse bütün yapısını ve tezyinatını teftiş etti."

Kritovulos Tarihi, orijinal metni

II. Mehmet'in yazıcılarından Kritovulos, Sultan'ın kendisine de sunduğu, bu yanıyla tartışmasız gerçeklik taşıyan kitabında, şehrin ele geçirildikten sonraki halinin Fatih'i nasıl pişmanlık içinde bıraktığını, üzdüğünü de açıklıkla dile getiriyor:

"Ölenlerin çokluğunu, evlerin boşaldığını, şehrin tümüyle uğradığı yıkımı, gerçekleşen felaketi ve tahribatı da gördü. Yapılan bu yıkım ve talan için birden acıma ve pişmanlık duygularına kapılarak gözleri yaşlarla doldu, derin derin iç çekerek, üzüntüyle: 'Nasıl bir şehri talan ve yıkıma terk ettik?' dedi. Canı bu derecede yanmıştı. Gerçekten de şehirde gerçekleşen yıkım çok büyüktü. Söylencelerde ve tarihi eserlerde anılan, bu şehrin dengi olabilecek büyüklükteki başka eski şehirlerden hiçbirinin fethi bu kadar sert ve haşin olmamıştı. Bu yıkım, olayın anlamsızlığıyla olağandışılığı ve felaketin aşırılığıyla alışılmamışlığı açısından herkesi ve özellikle onu uygulayanlarla onun cefasını çekenleri şaşırttı." 

Kim bilir belki de kenar notları Fatih'e aittir.

Fatih Sultan Mehmet, yağma ve ganimet paylaşımı sırasında duyduğu acıyı, kadim kentten geriye kalan tanınmış ve bilge kişileri esirgeyerek dindirmeye çalışır, eserden anlaşıldığına göre. Yazıcı Kritovulos, Fatih'in, şehri savunma görevindeki Notaras'ı huzuruna çağırarak onurlandırdığını yazar. Onunla teselli edici şekilde konuştuğunu belirtir. Sadece onu değil, yanında bulunanları da umutlandırarak maneviyatlarını yükselttiğinden söz eder. Yazıcı, Fatih'in bu insanların daha önce her şeye sahipken başlarına gelen felaketi düşünerek onlara ve kadersizliklerine üzüldüğünü de eklemiş satırlarına:

"Sultan o günlerde bilge ve saygıdeğer bir insan olan Gennadios'u yanına çağırttı. Hakkında iyi şeyler duymuştu, eskiden beri bilgelik, sağduyu ve erdemine büyük saygı duyuyordu. Fetihten sonra onunla görüşmek ve bilgeliğine tanık olmak amacıyla bulunmasını istedi (…) Sultan onu yakından görüp, bilgelik, sağduyu ve erdemini, hitabet yeteneğiyle karizmatik kişiliğini algılayınca ona hayran kaldı; büyük saygı ve yakınlık gösterdi. Onunla sohbet etmekten, ona sorular sorup yanıtlar almaktan hoşlandığı için huzuruna çıkma ve serbestçe konuşma iznini verdi; değerli hediyelerle cömertçe onurlandırdı. Önemli bir makam olan Hıristiyanların Patrik'i ve Başrahibi konumuna getirerek, başka birçok şeyle birlikte, ona kilisenin yönetimini ve daha önce Bizans döneminde sahip olduklarından az olmayan başka yetki ve sorumluluklar verdi. Onu onurlandırmak için, saray görevlileri ve ulema ile ziyaretine giderek, huzurunda, serbestçe ve hiç çekinmeden Hıristiyanların inanç ve teolojisi hakkında güzel konuşmalar yapmasına izin verdi. Bu şekilde, sadece hasmı olan bir kişinin değil, krallar, zorbalar ve hükümdarlardan oluşan bütün bir sınıfın erdemine de saygı duyabileceğini gösteriyordu. Sultan bu şekilde Tanrı'nın inayetiyle, servetinin büyük bir kısmıyla birlikte Hıristiyanlara kiliselerini geri verdi."

Fausto Zonaro'nun II. Mehmed'i Konstantinopolis'e girerken tasvir eden tablosu.

Kritovulos, Fatih'in talan ve yıkımın izlerini silmek için giriştiği heyecanlı çabayı da anlatır. Anlaşılıyor ki şehri İslamlaştırmak, geçmişin izlerini silmek gibi bir kaygısı yok Sultan'ın:

"Şehrin imarı ve süslenmesi, halkın yararı, kullanımı ve refahı için buna benzer birçok başka emir verdi. Ancak özellikle şehrin yerleşimi ile ilgilendi. Onu daha önce olduğu gibi insanlarla doldurmak üzere, hem Asya'dan hem Avrupa'dan, ülkesinin her tarafından, mümkün olabilecek en hızlı ve düzenli şekilde her kavimden insanlar ve özellikle Hıristiyan nüfus nakletti. Polis'i iskân ederek eski refahına kavuşturmak üzere ruhunda bu kadar derin bir tutku doğmuştu (…) Asya ile Avrupa'ya emir ve genelgeler göndererek, köleleşme, göç ya da herhangi başka bir nedenle fetihten önce ya da sonra başka şehirlere taşınmış olan bütün Konstantinopolis sakinlerini geri getirtti (…) Ganimetten kendi payına ayırdığı bütün esirleri, eşleri ve çocuklarıyla birlikte limanda sahil boyunca yerleştirdi (…) Romalı seçkinler arasından seçtiklerini de eşleri ve çocuklarıyla birlikte yerleştirmek, onlara evler, araziler ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için maddi imkânlar tanımak, her bakımdan rahat ettirmek de istiyordu."

Kritovulos tarihinden bir sayfa

Bu tutku, Fatih için bütün savaşların, seferlerin öncelikli gündeminden biri olmuştur Kritovulos'a göre. Nereye giderse gitsin, İstanbul aklından çıkmamaktadır. Örneğin Korintos'u ele geçirince, halkını topluca naklederek İstanbul'a yerleştirir.

"Konstantinopolis'e varınca alışılagelmiş uğraşlarıyla ve özellikle şehrin imar ve iskânıyla ilgilendi. Önce, getirtmiş olduğu Peloponezliler arasından diğerlerinden üstün olduklarına inandıklarını ve bir meslek sahibi olanlarını şehrin içine yerleştirdi. Diğerlerini şehrin dışındaki köylere yerleştirdi, toprağı işleyerek ve çiftçilikle uğraşarak şimdilik kendilerine yeterli olmaları için onlara buğday, öküz ve ihtiyaç duydukları başka her şeyi verdi. Daha sonra Paflagonya'nın Karadeniz sahillerinde bulunan Amastris (Amasra) şehrine adamlarını göndererek nüfusunun en büyük ve en faal kısmını getirtti. Aynı şekilde, Ermeni uyrukları arasından en güçlülerini, zenginlik, mal varlığı, sanat ve meslek bilgileri açısından en üstünlerini, özellikle de tüccar sınıfından olanlarını memleketlerinden alıp şehre yerleştirdi. Aynısını hâkimiyeti altında olan diğer milletlerin halklarına da yaptı (…) Bu şehri, eskiden olduğu gibi her alanda; güç, zenginlik, şöhret, bilim, sanat, bütün diğer meslekler ve güzel şeylerde, kamuya ait ve özel binalarla anıtsal eserlerde kendine yeterli ve güçlü kılmak istiyordu."

Şimdi bu cümleleri okurken, İstanbul'un özellikle son yüz yılda geldiği duruma bakıp üzülmemek mümkün mü? Geçmişi resmi tarihin hamasi ufuklarında dalgalanan bayraklarda gören, mehteran bölüğünün bu çağda gülünç kalan giysilerinde izleyen, ipe sapa gelmez televizyon dizilerindeki tarihsel kişilikleri gerçekmiş sananlar ve bunu pompalayanlar İstanbul'u tutkuyla ve bütün geçmişiyle sevebilir mi?


Bir başka Fatih Sultan Mehmet portresi (I)

İbrahim Dizman kimdir?

1961'de, Çanakkale'de doğdu. Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Dili, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Yaratıcı Yazarlık dersleri verdi.

1983'ten beri çeşitli kültür-sanat ve edebiyat dergilerinde eleştiri-röportaj, değerlendirme ve kültür tarihi üzerine inceleme-araştırma yazıları yazdı.

İbrahim Dizman'ın ikisi roman olmak üzere yayımlanmış 20 kitabı var; bir kitabı Yunancaya da çevrildi.

Dizman'ın yönetmenliğini yaptığı 4 belgesel film de bulunuyor.

Sahnelenmiş iki tiyatro oyunu bulunmakta. Ayrıca, çeşitli sahne gösterileri de hazırladı ve uyguladı.

Kültür Bakanlığı Roman Başarı Ödülü, Behzat Ay Ödülü ve Genel-İş Abdullah Baştürk İşçi Ödülü sahibi de olan Dizman, çeşitli yıllarda Çağdaş Türk Dili ve Roman Kahramanları dergilerinin yayın yönetmenliğini ve editörlüğünü yürüttü. Türkiye PEN üyesidir. 

Kitaplarından bazıları:

Suyun ve Rüzgârın Şehri Çanakkale, İletişim Yayınları, 2020

Aşrı Memleket Trakya (T. Bilecen'le birlikte), İletişim Yayınları, 2018

Adı Başka Acı Başka (Karadeniz'in Son Ermenileri), İletişim Yayınları, 2016

Kardeşim Gibi (A. Papadopulos ile birlikte), Heyamola Yayınları, 2016

30 Yıl 30 Hayat (Ç. Sezer'le birlikte), İmge Kitabevi Yayınları, 2010

Başka Zaman Çocukları (roman), 2007, Heyamola Yayınları, 2007

Denize Düşen Dağ (monografi), 2006, Heyamola Yayınları, 2006

Belgesel filmleri: 

Kardeş Nereye: Mübadele, senaryo yazarlığı ve danışmanlık (yön: Ö. Asan), 2010

Oyunlarla Yaşayan Şehir, yönetmen, 2012

Hrant Amca: Memlekete Dönüş, yönetmen, 2016

Poliksena: Kız Öldün, yönetmen, 2018

Yola Gelmeyenler, yönetmen, 2020

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Yollarımız ayrılsa bile" 50 yaşında

Filmi yağmurlu bir yaz akşamı izlerken bunu pek anlayamamış olabiliriz ama sonraları defalarca izlediğimde Güney'in saptamasına bazen tersinden de olsa hak verdim: Aslında insanlar kolayca değişmez! Devrimci Semra haklıydı mesela, Cemil değişemezdi. Melike, "Kimsin sen?" diye sorduğunda, "Arkadaş" yanıtını vermişti Âzem, "Kimin arkadaşı?" diye devam etmişti Melike

Türkiye'nin en güzel haziranlarından biri

O gün sokakları, caddeleri, meydanları dolduran ve hakları için sloganlar atarak yürüyen işçileri görenler, izleyenler ülke tarihinin çok özel bir gününe tanıklık ettiklerini fark etmişler miydi bilinmez ama Türkiye işçi sınıfı, tarihinde ilk kez böyle görkemli bir direnişle kendi gücünün farkına varıyordu. Bu güç ne zamana kadar ve nasıl kullanılabilecekti?

Hatıralar: Belleğimizin tozlu rafları

Ufuklarda söken şafak ne zaman ki görülür, yani yaşanan biter ve hatıraya dönüşür, işte o zaman belleğin tozlu raflarına yerleştirilir kelimeler.