İlhan Berk'in şiiri şöyle başlar:
Bugün erken kalktım,
Denizi uyandırdım.
Ben de öyle yaptım bu sabah.
Gökova'da, Tilkiburnu'nda denizi uyandırdım.
Pırıl pırıl güneşli bir hava.
Denizin üstü sanki gümüşlenmiş.
Uzaktan bir ses kulağıma çalınıyor.
Bu ses, 2012 yılı Mayıs ayında Peace isimli yelkenlimizle Marsilya'dan Marmaris'e iki haftalık yolculuğu birlikte yaptığımız sıkı denizci Cüneyt Solakoğlu'nun sesi:
Deniz program kabul etmez,
programını kendisi yapar.
İnsan, zamanın
esaretinden kurtulmak için
denize açılır.
Zamanın esaretinden kurtulmak!
Ya da saatine bakmaya ihtiyaç duymadan yaşamak, hayatı zaman sınırlamalarıyla geçmiş bir insan için herhalde büyük bir ayrıcalıktır.
Evet, deniz büyük bir özgürlük...
Ama bir de deformasyon profesyonel diye bir şey var.
Cep telefonum açık kalmış.
Saray'ın başdanışmanlarından İbrahim Kalın'ın bir tweeti çınlıyor:
Biz masalları olan
bir coğrafyanın çocuklarıyız.
Bize 150 yıldır
modernleşme adı altında
başkalarının hikâyeleri anlatıldı.
Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır.
İbrahim Kalın'dan 'masallar...'
Not defterimi çıkardım, denizin harikulade sessizliğinde çalışmaya koyuldum.
Soruyorum İbrahim Kalın'a:
Modernleşme adı altında
150 yıldır bize anlatılan,
"başka hikâyeler"
nedir ki?
Laik Cumhuriyet mi?
Egemenlik Allah'ın değil
milletindir ilkesi mi?
Bak, Refah Partisi'nin
Ümraniye teşkilatının
1995'teki açılışında,
Erdoğan o senin "hikâyeyi"
nasıl da faşetmiş:
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demek,
koskoca bir yalan!
Kesin hâkimiyetin sahibi Allah'tır."
Bir "başka hikâye"
kadın-erkek eşitliği mi?..
Yoksa Medeni Kanun da
“başka hikâyeler”den biri mi,
üstüne çarpı işareti
konacak bir modernleşme
hikâyesi mi?..
Yoksa sizin “kendi hikâyeniz”de
kadın-erkek ilişkileri
İslami esaslara göre mi
düzenlenecek? Kadınla erkek eşit değildir
diye mi başlayacak
yeni hikâyeniz?
Resmi nikâh değil,
imam nikâhı mecburidir
mi diyeceksiniz?
Kadınlar her istedikleri mesleğe giremezler, diye mi başlayacak yeni hikâye? Mahkemelerde, tanıklık konusunda kadın-erkek eşit değildir;
miras hakkında
kadın-erkek eşit değildir; boşanma konusunda
kadın-erkek eşit değildir
diye mi yazacaksınız
yeni hikâyenizi?..
O “başkaları”nın 150 yıldır
bize anlattığı hikâyeler arasında küfür düzeni saydığınız
demokrasi de vardır herhalde...
Çünkü demokrasi,
hukukun üstünlüğü,
yargı bağımsızlığı, özgürlük, insan hakları,
bütün bunlar da
modernleşmenin ürünü,
yani Avrupa imalatı
hikâyeler...
Bütün bunlar başka hikâyeler,
Batı'nın, Avrupa'nın hikâyeleri...
Sizin hikâyeleriniz
bunları kapsamıyor,
bunlardan nefret ediyor.
Tweet'inde demişsin ki:
“Artık kendi hikâyemizi
yazma zamanıdır.”
Kendi hikâyenizi, hikâyelerinizi
yazmaya çoktan başladınız.
Son olarak Atatürk'ün
en medeni adımlarından birini
tersine çevirip,
Ayasofya'yı cami yaptınız.
Yetmedi,
Diyanet İşleri Başkanı'nız
elde kılıç namaz kıldırdı
Ayasofya'da.
Yetmedi, Ayasofya'daki
ilk namazda
Atatürk'e de hakaret etti.
Yetmedi,
ilk namazı 24 Temmuz'a
denk getirerek
Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluş antlaşması, belgesi olan
Lozan'a vurdunuz tekmeyi...
Ayrıca, bunlar yeni hikâyeler değil.
Erdoğan daha 1995'te,
Refah'ın Ümraniye teşkilatı açılırken
demişti ki:
“Tutturmuşlar, laiklik elden gidiyor!
Bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek.
Sen bunun önüne geçemezsin ki.”
Yine Erdoğan daha geçen yıl
kasım ayındaki Din Şûrası
toplantısında dedi ki:
“İslam bize göre değil,
biz İslam'a göre hareket edeceğiz.
Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine
dönemin koşullarını değil,
dinimizin hükümlerini
yerleştireceğiz.”
Uzun lafın kısası:
Farkındayız,
siz kendi masallarınızı okumaya,
kendi hikâyeleriniz yazmaya
çoktan beri koyuldunuz.
İktidar dizginleri elinizde,
yeni hikâyelerinizi yalnız yazmakla
yetinmiyorsunuz,
aynı zamanda uygulamaya da koyuyorsunuz.
Bazen aleni adımlarla,
bazen sinsi sinsi
Türkiye'nin yüzünü
Batı'dan Doğu'ya
çevirmeye, bu ülkenin 200 yıllık
“modernleşmesi”nden intikam
almaya çalışıyorsunuz.
Ama yazın bir kenara:
Yeni dediğiniz bu hikâyeler
Türkiye'yi çıkmaza itiyor.
Türkiye'nin krizini derinleştiriyor.
Ekonomide, siyasette
Türkiye'nin istikrarsızlığını
büyütüyor.
Belki de bu nedenle
yeni hikâyeler yazarak
“çöküş”ten kurtulacağınızı
sanıyorsunuz.
Modernleşme ürünü demokrasiye,
hukuk devletine,
seçim sandığına,
özgürlük ve adalete
tekmeyi vurarak
“Saray iktidarı”nızı
sürekli kılmanın peşindesiniz.
Bu notları alırken,
bir tweet daha düştü,
sosyal medyası sansürlü
Türkiye yolunda bir adım
daha attınız.
Hukukçu Yaman Akdeniz'in
tweeti şöyle:
“Bu sabah erken saatlerde
Sosyal Medya Yasa Teklifi
Meclisten geçti ve yasalaştı.
Bundan sonra muhalif görüşlü
haber sitelerinin içerikleri
ilk aşamada hedef olup,
hükümetin ve siyasetçilerin
geriye dönük hoşuna gitmeyen
tüm haberler silinecek
ve geçmiş AKlanacaktır.
Türkiye'de yeni ve karanlık
bir dönem başlıyor,
amaç susturmak...”
Yazın bir kenara İbrahim Kalın:
Nafile bir gayret içindesiniz.
Bir çöküşün tüm çatırtıları
duyuluyor.
Ve şunu iyi bilin:
Türkiye'nin sizi,
“Saray iktidarı”nızı
yeni sandığınız
o “hikâyeler”le birlikte
seçim sandığında
milletin oylarıyla
tarihe gömecek gücü vardır.
Notlar bitti, kendimi suya attım.
Elimde yeni bir kitap var, Hitler'i iktidara getiren uzun 1933 kışını ve İkinci Dünya Savaşı'nın nedenlerini anlatıyor.
Kitabın ilk sayfalarında gözüme çarpan bazı satırlar bugüne dönük:
Dünyada duvarlar yükseliyor.
Ülkeler içlerine kapanıyor.
Tıpkı iki dünya savaşı arasında
olduğu gibi...
Eyy HC!
Sen normal değilsin.
Neden ki?
Cennetin içinde, cehennemlerle haşır neşir olmaya devam ediyorsun çünkü...
Mavi Yolculuk Günlüğü devam edecek…
TIKLAYIN - Hasan Cemal yazdı: Mavi Yolculuk Günlüğü - 1 | Cennette cehennem!
TIKLAYIN - Hasan Cemal yazdı: Mavi Yolculuk Günlüğü - 2 | Ampul çoktan patladı!
TIKLAYIN - Hasan Cemal Yazdı: Mavi Yolculuk Günlüğü - 3 | Eyy Türk ve Yunan siyasetçileri! Yoksa tarihe alnınızda ahmak damgasıyla mı geçmek istiyorsunuz?..