Gökova Körfezi'nde sabah vakti erken seyrediyoruz.
Deniz içimi huzurla dolduruyor.
Yaşamak ne güzel şey!
Ama bir yandan da o vicdan azabı beni yalnız bırakmıyor.
Hapisteki dostlar aklımda.
Ahmet Altan 1400 gündür Silivri'de hukuksuzluğun esiri...
Osman Kavala 1000 gündür Silivri'de bir hücrede tek başına...
Denize doğru sesleniyorum:
Ahmet Altan'a,
Osman Kavala'ya,
Selahattin Demirtaş'a
özgürlük!
Deniz içimi huzurla dolduruyor ama...
Acılar da peşimi bırakmıyor.
Yine her sabah içimde bir sıkıntı yumağı, öyle uyanıyorum.
Koronavirüs hayatı berbat etti.
Ekonomide kriz derinleşiyor, çöküş yaşanıyor.
İşsizlik, yoksulluk çok fena vuruyor.
Dolar aldı başını gidiyor.
Karanlıktayız!
Saray sözcüleri ise hala aynı şarkıları okumaya devam ediyor.
Ders alacakları yok.
Ne kadar hazin.
Einstein'ın o sözü kulağımda:
Ahmaklık,
sürekli aynı şeyi yapıp
farklı bir sonuç
beklemektir!
Yine bir Mavi Yolculuk'taydık.
2018 yılı Ağustos ayı.
Haberler kötüydü:
Dolar patlamış, ekonomi yanıyor!
Herkes sinmiş durumda.
Erdoğan, ekonomiyle ilgili eleştirileri düşmanlık ve vatan hainliği ile damgalıyor, ekonomik teröristlik diyor.
Denizin üstünden bir yazı gönderiyorum T24'e, bazı satırları şöyle: (13 Ağustos 2018, Memleket Yanıyor)
Bugün "memleket yanmaya başlamış"sa, bu bir birikimin sonucudur.
Tek adamlık yönetiminden kaynaklanan uzun bir 'hatalar zinciri'dir, Türkiye'yi bu yakıcı krizin içine yuvarlayan...
Kimse kendini aldatmasın.
Bir zamanlar kredi faizini düşürmeyen Merkez Bankası başkanlarını vatan haini ilan edebilen, daha çok yabancı sermaye yatırımı için daha iyi yargı düzeni isteyen TÜSİAD başkanlarını vatan haini ilan edebilen, ekonomide disiplini ve yapısal reformları kaç yıldır savsaklayan, hukuk ve özgürlükleri kaç yıldır umursamayan bir "tek adam zihniyeti"yle Türkiye bugünlere gelmiş bulunuyor.
Son söz:
Bu "tek adam zihniyeti" sona ermeden de memleket yanmaya eder!
Aradan geçen iki yıl...
Bugün de farklı düşünmüyorum.
Bir vatandaşın yerinde deyişiyle:
Ampul çoktan patladı!
Gökova cennet gibi...
Rahmetli Sadun Boro'nun Vira Demir isimli kitabındaki deyişiyle:
Tanrı dünyayı yaratmış
Gökova'yı nakşetmiş
Cenneti tasvir için
Kullarına bahşetmiş.
Mavi yeşil cennette, sessizlikle kuşatılmış halde yol alırken upuzun bir bacanın puslu silueti uzaktan şekilleniyor.
Gökova Termik Santralı...
Baca ince ince tütüyor.
Ve dipsiz bir kuyunun kapağı açılıyor, içinden Özal'lı hatıralar çıkıyor.
1985 yılı Ocak ayı.
Gökova'da termik santral tartışması var kamuoyunda.
Muhalefet ayaklanıyor.
Böylesine bir cennet parçasında termik santral yapmanın bir doğa katliamı olacağını savunuyor.
Cumhuriyet'te Genel Yayın Yönetmeni'yim, ben de santrala fena halde karşıyım.
Başbakanlık koltuğunda ANAP lideri Turgut Özal oturuyor. Kızı Zeynep de santrala karşı çıkanlar arasında...
Özal bir uçak dolusu gazeteciyi toplayıp Gökova'ya götürüyor.
Fotoğraf, Malatya Turgut Özal Üniversitesi'nin internet sitesinden alınmıştır
Özal'ı Marmaris'te karşılayanlar arasında Doğru Yol'lu bir belediye başkanı da var, Özal takılıyor ona:
Doğru yol, Anavatan'a gider!
Nazlı Ilıcak laf atıyor Özal'a:
Sayın Başbakan'ım,
Anavatan'ın
"doğru yol"u bulması
daha doğru olmaz mı?
Şenlikli bir seyahat.
Son derece neşeli bir Özal.
Eleştirilere fazla aldırdığı yok, gazeteci milletiyle sürekli kafa buluyor.
Santralın yapıldığı yer kaynıyor.
Meydanın orta yerinde bir kürsü hazırlanmış, rengarenk kilimler serilmiş üstüne.
Yörede yetişen ne kadar meyve varsa hepsi kürsüde. Kırmızı portakallar, yeşil yapraklarıyla sapsarı bergamutlar... Zeytin dalları... Petek petek ballar...
Bir köylü bağırıyor:
Bütün bu güzellikler
yok olup gidecek
termik santralle...
Köylüler gösteri halinde. Pankartlar açılmış, termik santrala karşı protesto sloganları atılıyor. En çok da köylü kadınların sesi çıkıyor.
Gökova Kemerköy Termik Santralı projesini protesto eden yöre kadınlarının isyanı sonucu değiştirmedi
Renkli, gürültülü bir kalabalık.
Başbakan Özal otobüsten iniyor, bir anda gösteri yapan köylülerin arasına dalıyor, renkli bir sohbet başlatıyor onlarla.
Arada bir, "Durun bakalım, elimizdeki donelere bir daha bakarak bir daha inceleyelim" diyerek gaz alıyor.
Ve Özal'ın tipik hareketlerinden biri:
Her birinin kollarını dirseklerinden tutup tartışıyor, kendisini protesto eden köylülerle...
Bu fotoğraf kareleri gözümün önünden akıp giderken, düşünüyorum, Erdoğan Özal'ın çizmiş olduğu böyle bir çerçevenin ne kadar uzağında bir siyasetçi, bir tek adam...
Geçelim.
Amerikalı meslektaşımın Twilight of Democracy (Demokrasinin Alacakaranlığı) isimli kitabına dalıyorum yine.
Bazı satırlarının altını çiziyorum:
Toplumu bölmek...
Kutuplaşmayı öylesine
keskinleştirmek ki,
sonunda toplumu
kimin yöneteceğine
sadece şiddet
belirleyici olsun.
Koronavirüs korkusu
belki dünyada
"özgürlük korkusu"nu besleyecek
Ya da tersi olacak,
koronavirüs küresel çapta
dayanışma
duygularını tetikleyecek.
Bu sayede belki de
kurumlarımızı yenileyecek
ve modernleştireceğiz.
Belki de uluslararası işbirliği
bütün dünyada genişleyecek.
Amerikalı meslaktaşım kitabında dünyayı ve hayatı bir yol ağzına getiriyor.
Şu satırlarını seviyorum:
Evet, oradan oraya savrulmalar, yenilgiler, hayal kırıklıkları...
Ama hayat, bütün bunlara rağmen
özgürlük için, adalet için,
hukuk ve insan hakları için,
dayanışma ve barış için
mücadele etmeye değer.
Bütün otoriter rejimler,
halkı çatıştırmanın,
düşman kamplara bölmenin,
kutuplaştırmanın peşinde...
Buna karşı mücadele etmenin yolu,
yeni koalisyonlar
oluşturmaktan geçiyor.
Hep birlikte,
eski ve yanlış anlaşılmış
liberalizm gibi sözcüklerin
hala bir anlam ifade ettiğini
anlatmak için hep birlikte
mücadele etmeliyiz;
bu konuda meydanı
yalanlarla yalancılara
bırakmamalıyız;
ve dijital çağda demokrasinin
nasıl olması gerektiğini
yine hep birlikte
yeniden düşünmeliyiz.
Demokrasi için yeni ittifaklar kurmak...
Demokrasiyi yeniden düşünmek...
Bunların altını kalın kalın çiziyorum.
Kitaptan başımı kaldırdım.
Olağanüstü bir sessizlik içinde bir başka cennet koya giriyoruz, Tilki Burnu diyor Ayşem...
Mavi Yolculuk Günlüğü devam edecek.
TIKLAYIN - Hasan Cemal yazdı: Mavi Yolculuk Günlüğü - 1 | Cennette cehennem!