29 Ağustos 2020
26 yıllık bir hukuksuzluk hikâyesi...
Ya da 26 yıl önce uçaktan düşen bombalar...
Bir meslektaşım, Yıldıray Oğur, Karar gazetesinde
çıkan bugünkü yazısında insanın içini burkan bu olayı
çarpıcı bir biçimde anlatıyor.
1990'lı yıllarda benim de ilgilendiğim bu konu,
aynı zamanda askeri vesayet nedir ne değildir,
merak edenler için de aydınlatıcı olabilir.
Ayrıca, Yıldıray Oğur'un bu satırları, 9 yıl önceki
"Uludere (Roboski) katliamı"nın üstünü örten
Saray iktidarı açısından ibretlik bir hikâyedir.
Yıldıray Oğur'un 26 yıl önce “Uçaktan düşen bombalar..."
başlıklı yazısını köşeme aynen alıyorum.
* * *
Tarih, 28 Mart 1994.
27 Mart 1994 yerel seçimlerinden
hemen sonraki gün.
Türkiye’nin tek merak ettiği İstanbul ve Ankara’da
seçimleri Refah Partisi adaylarının kazanıp kazanmadığıydı.
Erdoğan, Gökçek portrelerinin, Refah Partisi’nin
sürpriz başarısı üzerine korkuyla karışık yorumların
çıktığı o günkü gazetelerin iç sayfalarında kenarda
kalmış bir haber çok az kişinin dikkatini çekmiş olmalı:
Şırnak’ta bomba düştü:
Şırnak’ın Kumçatı beldesine bağlı Koçaklı Köyü’ne bölgede
operasyon yapan
Türk savaş uçaklarından
birinden bomba düşmesi
sonucu 12 kişinin öldüğü,
8 kişinin de yaralandığı
öne sürüldü.” (Cumhuriyet)
Köyde 12 ölü: Şırnak’ın Cudi,
Gabar, Namaz Dağları’nda
PKK’ya karşı
hava destekli operasyonlar
sürerken, önceki gün 12.00 sularında
kent merkezine
30 kilometre mesafedeki
Koçaklı köyüne uçaktan
bir bomba düştüğü öne sürüldü. (Milliyet)
Birbirine benzeyen kısa haberlerde
hep aynı vurgu vardı:
“Uçaktan bomba düştü.”
Sanki askeri jetin kapısı yanlışlıkla açılmış bir
bomba kapıdan yuvarlanmış gibi verilmişti haberler.
2011’de Uludere’de (Roboski) bile
çıplak gerçeği çok az gazete söyleyebilmişti,
1994 bu söylemek daha da zordu.
Birkaç ay sonra Cudi’ye bayrak çekilerek
terörle mücadelede zafer ilan edilen günlerdi.
Çiller, terörü bitiren Başbakan olmak istiyordu.
Bu uğurda devlet “rutin dışına” çıkmıştı.
Öyle ki, bir kaç ay sonra SHP’li İnsan Haklarından
Sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu ve
Tunceli milletvekili Sinan Yerlikaya ile birlikte
Dersim’den gelen muhtarları kabul eden
Başbakan Tansu Çiller, bir muhtarın
“Köylerimizi askerler yaktı, hatta bu
operasyonlara askeri helikopterler de katıldı”
sözlerin üzerine şöyle demişti:
Her gördüğünüz helikopteri
bizim helikopter sanmayın.
Bu PKK’nın helikopteri de olabilir.
Rus, Afgan, Ermeni
helikopteri de olabilir.
Çünkü bazen sınırı ihlal edip
girebiliyorlar.
Çiller’in “PKK’nın helikopteri” sözüyle
o günlerde PKK bile dalga geçmişti.
O yüzden ancak “bir uçaktan bomba düşmüş” olabilirdi.
Gazetelerin iç sayfalarında kenarda
köşede kalmış haber büyük bir trajediydi.
Ancak iki gün sonra haber olabilmişti.
Ne ölü sayısı doğruydu ne de köyün adı.
26 Mart 1994 günü sabah saatleri
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Kuşkonar
ve Koçağılı köylerinde hayat rutin başlamıştı.
İki köyün erkekleri köyün dışındaki tarlada çalışıyor,
çocuklar dışarıda oynuyordu.
Saat: 10.30-11.00 sularında uçak sesleri
duydular ama bu sesler artık onların günlük
hayatının bir parçası haline gelmişti.
Ama birazdan köylülerin “masa kadar”
dedikleri kazan bombalarından ilki bir evin üstüne,
ikincisi okula isabet etti.
Jetler gittiğinde bilanço ağırdı.
Koçağılı köyünde 13,
Kuşkonar köyünde
25 sivil hayatını kaybetmişti.
Ölen 38 kişiden, 24'ü çocuktu.
Onlardan 7'si ise bebek.
Geri kalanların çoğu ise
erkekler tarlada olduğu için
kadınlar ve yaşlılardı.
Bombalamalar çevrede sürdüğü için
Kuşkonar'daki cenazeler dinî bir tören bile
yapılamadan toplu bir mezara gömüldü.
Ne savcı geldi,
ne de tek bir otopsi yapıldı.
Yaralılar etraftaki köylülerin
yardımıyla Cizre ve Mardin'deki
hastanelere kaldırıldı,
köylüler komşu köylere sığındı.
Kumçatı beldesine sığınanlar Jandarma'ya
verdikleri ilk ifadede "Kazaydı, şikâyetçi değiliz" dediler.
Koçağılı Köyü'nün muhtarı
Halil Seyrek ise
1 Nisan günü
Şırnak savcısına gidip
köyün askerî uçaklar tarafından
vurulduğunu anlattı.
26 yıllık hukuk mücadelesi
o ifadeyle başladı.
Soruşturmayı başlatan Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı,
tanıkların iddia ettiği bombalama iddiasını inceledi.
Bombalamayı gösteren ilk hukuki delil, kaldırıldığı
hastanede hayatını kaybeden üç yaşındaki
Zahide Kıraç'ın savcının da katıldığı otopsiyle
bir ateşli silahla parçalandığı tespit edilen kafatasıydı.
Şırnak Cumhuriyet Savcısı, 10 gün içinde soruşturmasını
tamamladı ve 7 Nisan 1994 günü saldırının PKK tarafından
gerçekleştirildiğine hükmederek görevsizlik kararı verdi.
Dosyayı terör suçlarına bakan Diyarbakır
DGM Başsavcılığı’na gönderdi.
Bu arada konu TBMM’ne taşındı.
23 Haziran 1994’de Şırnak Milletvekili Selim Sadak’ın Kuşkonar
ve Koçağılı köylerindeki katliamla ilgili sorusuna cevap veren
İçişleri Bakanı Nahit Menteşe şöyle cevap verdi:
26 Mart 1994 günü Şırnak, Merkez,
Koçağılı Köyü kuzeyindeki Stoker Tepe
ile Kuşkonar Köyünün kuzeyindeki
kayalıklarda 1 000 civarında
teröristin toplandığı,
Şırnak İl Merkezi ile bölgede bulunan
Askerî Birliklere eylem hazırlığı içinde
bulundukları duyumunun alınmasını
müteakip teröristlerin bulunduğu
Stoker Tepe ile Kuşkonar Köyünün
kuzeyindeki kayalıklara
hava harekâtı düzenlenmiştir.
2. Hava harekâtı sonucunda
teröristlerin telsiz konuşmalarından
150 civarında ölülerinin olduğu
anlaşılmıştır.
Teröristlere verdirilen bu zayiat
sonucu; Güvenlik Birimlerine
terörist gruplarla ilgili bilgilerin
Koçağılı ve Kuşkonar köylüleri
tarafından verildiği değerlendirilerek,
aynı gün teröristler tarafından
anılan köylere 82 mm.'lik Havan, Roket
ve uzun namlulu silahlarla
saldırı düzenlenmiş
ve bu saldırı sonucunda
Koçağılı Köyünden
(13) kişi ölmüş, (13) kişi
yaralanmıştır.
Kuşkonar Köyünden ise Resmî
Makamlara, saldırı hakkında
bugüne kadar herhangi bir
müracaat olmamıştır. Arz ederim.
Bu arada Diyarbakır DGM Başsavcılığı,
iki yıl boyunca dosyayı elinde tuttu.
Bu iki yılda bazı mağdurları dinledi.
Hatice Bayı ve Lali Erden ifadelerinde
ne olduğunu anlamadıklarını söyleyip,
kimseden şikâyetçi olmadılar.
1996 yılının mart ayında Diyarbakır DGM savcısı
“eylemin terör örgütü mensuplarınca yapıldığına dair
delil bulunamadığı” gerekçesiyle görevsizlik kararı verdi.
Dosyanın tekrar döndüğü Şırnak Savcısı
ağustos ayında görevsizlik kararı verdi.
Böylece birbiriyle çelişen iki görevsizlik
kararıyla soruşturma ortada kaldı.
Artık olayın adı
"Köyün üzerine atılan
bombalar sonucu meydana gelen
ölümler"di.
10 yıl boyunca
38 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını
kimin öldürdüğüyle
kimse ilgilenmedi.
10 yıl sonra, olayın meydana geldiği günlerde
İstanbul Belediye Başkanlığı’na seçilen Erdoğan’ın
kurduğu AK Parti iktidar oldu.
Üst üste çıkarılan Avrupa Birliği reform paketleriyle
demokratikleşme sürecine girildi.
5 Ekim 2004 günü
avukat Tahir Elçi,
köylülerin “köyümüzü jetler
bombaladı, o gün
korktuk söyleyemedik” diye
özetlenecek şikayet dilekçeleriyle
soruşturmanın yeniden açılması için
savcılığa başvurdu.
Şikâyeti alan Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı
Haki Çeliker, “Olayın PKK tarafından yapıldığına dair
bir delil olmadığından, bilakis olayın uçak ya da
helikopterden düşen bombalarla meydana geldiği
anlaşıldığından” diyerek cesur bir adım attı,
AİHM kararlarını hatırlatıp, köylerin uçakla bombalandığı
iddiasının yeniden araştırılması için 8 yıl önce
takipsizlik kararı verilen dosyayı yeniden açtı.
Mağdur ve tanık beyanları yeniden alındı.
Fakat henüz eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ
tarafından “FETÖ için yapıldığı” iddia edilen askerlerin
sivil mahkemelerde yargılanma düzenlemesi yapılmamıştı.
İsnat edilen suçun askeri savcılığın görev alanında
olduğu gerekçesiyle önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı,
ardından Şırnak Cumhuriyet Savcılığı görevsizlik
kararı vererek, dosya 15 Haziran 2005 tarihinde
Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Savcılığı’na gönderildi.
Diyarbakır Askeri Savcılığı, Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri
Komutanlığı’na 26 Mart 1994 günü olay saatinde
o bölgede uçak ve helikopterle herhangi bir
uçuş faaliyeti olup olmadığını sordu.
Komutanlık herhangi bir uçuş olmadığını bildirince,
Diyarbakır Askeri Savcılığı, 2006’da dosyadaki bir
takipsizlik kararının daha altına imza attı.
Tahir Elçi, savcılıktan dosyanın bir örneğini istedi
ama “soruşturmanın tehlikeye girmemesi”
gerekçesiyle sadece görevsizlik kararının
bir örneğini alabildi. Bunun üzerine
davayı AİHM’e taşıdı.
Bu arada soruşturma dosyası tekrar
Şırnak Cumhuriyet Savcısı’na dönmüştü.
Savcılık ek ifadeler aldı.
İfadelerde bazı tanıklar uçak gördüklerini söyledi ve
şikâyetçi oldu, bazıları şikayetçi olmadı.
Savcı, tekrar Şırnak İl Jandarma Komutanlığı’na
yazı yazarak bilgi istedi. Komutanlık, olay tarihi ve
saatinde uçuş planlarının kayıtlarında olmadığını bildirdi.
Bunun üzerine 2007’de Şırnak Cumhuriyet Savcısı
“ister uçakla bombalanma iddiası olsun ister terör örgütü
yahut yabancı ülkeler tarafından gerçekleştirilen bir
saldırı olsun bu olayın sıradan bir olay olarak
nitelendirilmesi mümkün değildir” diyerek dosyayı
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade etti.
Tahir Elçi, dosyanın hala peşindeydi.
2008 yılında yeniden ifadelerin alınması
için başvuruda bulundu.
Artık yeni adı Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı
başvuru üzerine yeniden Diyarbakır 2. Taktik Java
Kuvvet Komutanlığı ve Malatya Erhaç 7. Ana Jet Üssü’ne
o gün bu köyler üzerindeki uçuşlar,
uçuş personel, hakkında bilgi istedi.
Bir kere daha komutanlıklar o gün orada
bir uçuş yapılmadığını bildirdiler.
2011 yılında yine Tahir Elçi’nin talebi üzerine
Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı,
bu kez Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne aynı soruyu sordu.
Cevap 2012’de geldi.
Sivil Havacılık, o gün ve saatte Şırnak üzerinde
bir uçuş gerçekleştirilmediğini bildirdiği yazısının
ekine bir bilgi notu eklemişti:
O gün Şırnak’ın batısı ve kuzeybatısında
Tanyer 60 adlı iki F-4 uçağı
iki adet MK83 yüklü olarak
saat 10.24 kalkmış,
saat 11’de hedefine varmış
ve 11.20’de de inmişti.
Yine Kaplan 05 adlı
iki F-16 uçağı da
dört adet MK82 yüklü olarak
11’de kalkmış, saat 11.20’de
hedefine varmış ve 12’de inmişti.
İşte nihayet yıllar sonra köylüleri
doğrulayan bilgi gelmişti.
Bu bilgiden sonra Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı,
soruşturmayı derinleştirdi.
Genelkurmay’a ve Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na
yazılar yazarak, bu uçuşlarla ilgili tüm personelin bilgilerini istedi.
Genelkurmay’dan isimlerle ilgili bilgi gelmezken,
Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri’nden isimler geldi.
Bu isimler doğrultusunda savcılık dönemin
Diyarbakır Asayiş Kolordu Komutanı
Hasan Kundakçı ve ismi verilen
üç üst düzey subayın ifadelerini aldı.
Bu arada Kasım 2013’de 7 yıl önce
Tahir Elçi’nin yaptığı AİHM başvurusunda karar çıktı.
26 Mart 1994 günkü bombardımanda iki oğlunu,
iki gelinini ve dört torununu kaybeden Hatice Benzer
adına yapılan başvuruda hak ihlali kararı çıktı.
Türkiye, 2 Milyon 310 bin Euro tazminat ödemeye mahkum edildi.
AİHM kararını dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin
Strasburg'da değerlendirdi, “AİHM'den dönen
eksik soruşturmaların yeniden açılabileceğini,
bu dosyanın da yeniden açılacağını” söyledi.
Davada Türkiye tarafını temsil eden
Adalet Bakanlığı'nın basın danışmanı
Adnan Boynukara da Twitter'da kararı
"Güvenlik merkezli politikaların sonucu"
diyerek yorumladı.
Fakat ne AİHM kararı ne de Adalet Bakanı’nın soruşturmanın
yeniden açılmasına desteği de sonucu değiştirdi.
2014 yılında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı
olayın “askeri operasyon sırasında
görevli askeri personel tarafından yapıldığı”
gerekçesiyle yeniden görevsizlik kararı vererek,
dosyayı Diyarbakır Askeri Savcılığı’na gönderdi.
Diyarbakır Askeri Savcılığı dosyayı
Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi.
Genelkurmay Askeri Savcılığı da
olayın 20’inci yılının
yani zaman aşımının dolmasını
bekledi ve 9 Nisan 2014’de
zamanaşımından dosyayı kapattı.
Bunun üzerine Tahir Elçi,
dosyayı hak ihlalinden
Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı.
Ama Tahir Elçi bir yıl sonra 2015 yılında
Diyarbakır’daki hendek olayları sırasında
tarihi dört ayaklı minareyi çatışmalardan
korumaya çalışırken ateş arasında kaldı
ve polislerden çıkan kurşunlarla öldürüldü.
Ondan sonra dosyayı AYM’de avukat Neşet Girasun takip etti.
Ve nihayet önceki gün
Anayasa Mahkemesi
26 yıl sonra Şırnak Uludere’ye
bağlı Kuşkonar ve
Koçağılı köylerinin
1994’te askeri uçaklar tarafından
bombalandığına,
yaşamını yitiren 38 kişi ile
yaralananların ve yakınlarının
yaşam haklarının ihlal edildiğine
oybirliğiyle karar verdi.
Bu karar, devletin 38 vatandaşını
jetlerle vurduğu,
bunu inkâr etmek için yıllarca
yalan söylediği,
suçu PKK’ya attığı,
olayı örtbas etmeye çalıştığı,
mahkemelerde sürekli görevsizlik
kararı vererek suçluları koruduğu,
zamanaşımına kadar soruşturmayı
sürüncemede bıraktığının da kabulü
demek.
Bu 26 yıllık hukuksuzluk hikâyesi Türkiye’de hararetle
tartışılan pek çok meselede de duymak isteyene çok şey söylüyor.
Öncelikle, bugün üzerinde konuşulmasa da,
pek popüler bir konu olmasa da Türkiye’nin hâlâ bir
Kürt sorunu var ve bu sorunu kangren hâlâ getiren devlet oldu.
Bebeklerin, çocukların içinde olduğu 38 insanın ölümüne
en başından itibaren 26 yıl boyunca gösterilen bu ilgisizlik,
PKK’nın, HDP’nin hala hangi psikolojik zemin üzerine
oturduğunu net biçimde gösteriyor.
Askeri vesayet bir liberal tez
ya da FETÖ’cü yalan değildi.
Kendi vatandaşlarının
ölümüne neden olup,
26 yıl bunu örtbas edebilen
bir yapı büyük bir sorundu.
Bununla mücadele edilmesi
gerekiyordu.
2009’da askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının
önünü açan düzenlemeyle ilgili adım, hesap vermek
istemeyen kapalı devre bir hukuki yapıyı çözmek için atılmıştı.
Geçmişi bugünden değerlendirip, bunu
FETÖ projesi gibi sunanlar, önce bu soruşturma
örtbas edilirken neden görevlerini hakkıyla
yapmadıklarının hesabını vermeliler.
2010 referandumunda Evet demek için sadece
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı bile yeterli sebepti.
Devleti korumak refleksiyle hareket eden bir yargının
değişimini istemek demokratik bir talepti
20 yıl 38 masum insanın katledilmesini aydınlatmak için
uğraşmış Tahir Elçi, hayatının son yılında televizyon ekranlarında,
mahkemelerde linç edildi. Bunları yaşamış bir insandan
tekrarlaması istenilen cümlelerin ne kadar haksız bir
zorlama olduğu herhalde anlaşılmıştır.
Uludere katliamında sorumluların
hesap vermesi için
2037 yılında bir Anayasa Mahkemesi
kararı mı beklenecek?
Yeni Türkiye’yi haklı olarak yererken eski Türkiye’yi
övenlerin aklına Koçağılı ve Kuşkonar köylerindeki katliam gelsin.
Bugün de devletin her hatasını hararetle savunanların,
örtbas etmeye çalışanların, bu örtbaslarda rol alanların
bu 26 yıllık hikâyeden çıkaracağı büyük ibretler olmalı.
Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu
Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor
Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın
© Tüm hakları saklıdır.