Söyleşi

Tahir Elçi: Şırnak katliamında Genelkurmay, hükümeti de yalanlamış oldu

38 kişinin öldürüldüğü Şırnak bombardımanı davasında Türkiye'yi AİHM'de mahkum ettiren mağdurların avukatı Tahir Elçi: Bazı mağdurlar JİTEM üyeleri tarafından tehdit edildiler

02 Aralık 2013 02:00

Hazal Özvarış

[email protected]

Yaklaşık iki sene önce, 28 Aralık 2011’de TSK’nın savaş uçaklarıyla operasyonu sonucu Uludere’de 34 kişi hayatını kaybetti. Fail kurum belli olsa da talimatı kimin verdiği davanın “askeri” seyri nedeniyle de kamuoyuna açıklanmazken Uludere için emsal oluşturan benzer bir katliamın görüldüğü Şırnak davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) 12 Kasım 2013’te sonuçlandı, olay tarihinden 19 yıl sonra...

19 yıl nasıl geçti?

26 Mart 1994’te dört savaş uçağı Şırnak’ın Koçağılı ve Kuşkonar köylerinin üzerinden uçtu. Uçaklardan yapılan bombardıman sonucu 38 kişi hayatını kaybetti. Uçaklara kimin bombalama talimatı verdiği, kimlerin bu talimatı yerine getirdiği bilinmezken, Uludere’den farklı olarak, uçuşları TSK üstlenmedi.

Olaydan sonra harekete geçen savcılardan çok, olayın mağdurlarını dinleyen avukat Tahir Elçi oldu. Bugün Diyarbakır Barosu Başkanı olan Elçi’nin başvurusu ardından, 1997’de, Şırnak Cumhuriyet Savcılığı yaklaşık üç yıl süren soruşturma sonrasında "Bombalamayı PKK'nın gerçekleştirdiği" iddiasıyla dosyayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı'na gönderdi.  

Ancak dosya tam 7 yıl sonra Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ilgilenilmeye değer bulundu. Dosya askeri ve sivil savcılıklar arasında gidip gelirken Diyarbakır ve Malatya Hava Kuvvetleri komutanlıklarına ısrarla o günlerde uçuş yapıp yapmadıkları soruldu. Yanıtlar olumsuzdu.

Fakat 2011’de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın aynı soruyu Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne (SGHM) yöneltmesiyle farklı bir sonucu ulaşıldı. SGHM’nin 31 Ocak 2012’te savcılığa ilettiği uçuş defterine göre, bomba yüklü savaş uçakları o gün, o köylerin bulunduğu koordinatlarda uçuş yapmıştı. Hürriyet yazarı Sedat Ergin’in ortaya çıkardığı üzere, SGHM’ye defteri veren Hava Kontrol Komutanlığı’nın bağlı olduğu Genelkurmay Başkanlığı, böylece Hava Kuvvetleri’ni yalanladı.

Tahir Elçi, bu defteri davanın görüldüğü AİHM’deki dosyaya ekledi ve sonuç malum: Türkiye, AİHM tarafından 2 milyon 310 bin 700 Euro’luk “rekor” tazminata mahkûm edilmenin ötesinde bir utanç vesikası daha edindi.

Dava sürecini, yaşananları, AKP Hükümeti’nin AİHM savunmasını ve kararın yaptırımlarını öğrenmek üzere mağdurların avukatı Tahir Elçi’ye ulaştık. Sorularımızı yazılı olarak yanıtlayan Elçi’nin T24’e verdiği söyleşi şöyle:

 

‘Tazminat 33 milyon Euro olmalıydı’

 

- AİHM’nin Türkiye’yi 2 milyon 310 bin 700 Euro tazminata mahkûm etmesiyle sonuçlanan Şırnak’ın Koçağılı ve Kuşkonar köylerine yapılan bombardıman sonucu 38 kişinin ölümü üzerine görülen davada neler yaşadınız?

Öncellikle davanın kamuoyuna daha çok “AİHM’den rekor tazminat” , “2 milyon 310 bin Euro” gibi parasal yönüyle sunulmasından rahatsızlık duyduğumu ifade etmek isterim. Davanın parasal yönüyle konuşulması durumunda da bunu “rekor tazminat” olarak nitelendirmek doğru değil, 33 sivil insanın savaş uçaklarıyla korkunç ölümünün maddi karşılığı iki değil, 33 milyon Euro olmalıydı. (Koçağlı ve Kuşkonar köylerinde bombardıman sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 38, ancak AİHM’deki dava sürecine 5 mağdur sonradan katıldıkları için verilen karar şimdilik 33 kişiyi kapsıyor - T24) Ortadaki manevi zararın karşısında hükmedilen tazminat komik veya sembolik bir meblağı ifade ediyor.

Davayı ilk defa mağdur köylülerden Cizre’de bir yakınımın evinde dinlediğimde, hemen o anda yanımda bulunan diz üstü bilgisayarımla görüştüğüm mağdur ve tanık köylülerin beyanlarını bir ifade tutanağı gibi yazılı hale getirdim. Yıllardır bölgede, çok sayıda ağır insan hakları ihlalinin mağdurlarına avukatlık yapan biri olarak, o anda gün yüzüne çıkmamış çok büyük bir katliamın gerçekleriyle yüz yüze geldiğimi anlamıştım. Katliamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, mağdurlar hâlâ yaşadıkları dehşettin korkusu içindeydiler. Derhal olayın diğer tanık ve mağdurlarının beyanlarını almak için çalışmaya başladım, 1994 yılındaki katliamdan sonra çoğu bombalamadan hemen sonra köylerini terk etmiş, başta Adana, Mersin, Cizre ve Siirt gibi merkezlere göç etmişti. Çok sayıda tanığın yazılı ifadesini aldıktan sonra, bu kez soruşturma dosyasının peşine düştüm…

 

Dosyayı ilk gören DGM Savcısı’ndan ‘AİHM’ uyarısı

 

- 19 sene süren davada hangi makamlar ve kişiler size ne kadar yardımcı, ne kadar köstek oldu?

Bana yardımcı olan bir makam olmadı, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı’na sunulmak üzere şikâyet dilekçesini kaleme aldığımda çok büyük bir katliamla yüzleşme sürecini başlattığımın farkındaydım. Özellikle Kuşkonar Köyü’nde çoğu çocuk 25 kişi bizzat yakınları tarafından toplu şekilde bir çukura/toplu mezara gömülmüş, ama ne resmi kayıtlarda, ne de gayri resmi kayıtlarda (insan hakları örgütleri vs.) tek bir bilgi bulunmuyordu. Korkunç bir katliam olmuştu, ama sanki böyle bir olay yaşanmamıştı. Dilekçeyi yazarken büyük bir gerçeğin peşinde olmanın heyecanı içindeydim.

Koçağılı Köyü ile ilgili dilekçeyi yazarken (Kuşkonar ile ilgili kayıt yoktu ama Koçağılı ile ilgili içi boş da olsa bir dosya kaydı vardı) dilekçemde olayın nasıl meydana geldiğini açıkça yazdım ve zaten katliamın nasıl meydana geldiğine işaret eden bazı bilgilerin dosyada olduğunu da yazmıştım. Savcı dilekçemi okuduktan sonra, hakikati anlamış olmanın edasıyla kafasını birkaç kez öne doğru salladı. Ve savcı soruşturma dosyasını “…ileride ülkemizin AİHM önünde sıkıntıya girmemesi bakımından olayın etraflıca araştırılması gerektiği” gerekçesiyle olayı “terör” kapsamından çıkarıp “adli bir vakıa” olarak değerlendirerek dosyayı Şırnak Savcılığı’na gönderdi.

 

‘Sürekli ölüm dâhil tehditler alıyorum’

 

- Aileler ve avukatları olarak siz neler yaşadınız? Tehdit aldınız mı?

Davayı bir avukatlar grubu olarak değil, tek başıma takip ediyorum. Ben öteden beri failleri tehlikeli ve örgütlü suçların mağdurlarını ulusal ve uluslararası makamlar önünde temsil ediyor, sürekli ölüm dâhil tehditler alıyorum. JİTEM davası, Temizöz ve diğerleri davası, Musa Anter davası, Kaymaz’ların öldürülmesi davası, Silopi kayıpları davası vb. kısacası tehditlere alışkınım. Bu tür davalarda avukatlık yaparken korkmadığımı söyleyemem, ama bir hukukçu olarak hakikatin peşinde iken korksam da hiçbir zaman tereddüt geçirmedim.

 

‘Mağdurlar JİTEM üyeleri tarafından tehdit edildi’

 

Bir ara başlattığım şikâyet ciddiyet kazanınca, AİHM’e yaptığım başvuru üzerine, hükümetten de savunma istenince ve hükümet de yerel askeri makamlardan “savunma argümanı” için bilgi ve belge isteyince, yerel askeri makamlar olayı soruşturacaklarına beni yıpratma, suçlama ve aleyhime delil oluşturmaya başladılar. Komşu bazı köylerden, olayla ilgisi olmayan, köy korucusu ve PKK ile ihtilafları olan bazı kişilerin ifadeleri alındı ve benim aleyhime yalan ifadeler almaya başlandı. AİHM bu konuyu da kararında değerlendiriyor, bunu suçluluğa bir karine olarak görüyor. Benim açımdan durum bir ara ciddiyet kazandı, ama ben tedirginlik yerine savcıya 6 sayfalık bir dilekçe vererek, ek bazı deliller ve gerçeğe tanıklık etmiş bir liste verdim.

Şikâyetimiz ile ilgili gelişmeler olunca ve konu kamuoyuna da yansıyınca Mersin’de yaşayan bazı mağdurlar JİTEM üyeleri tarafından tehdit edildiler.

 

‘Genelkurmay, o kayıtları ‘kazaen’ gönderdi’ 

 

- O günlerde bölgede savaş uçaklarıyla uçuş yapılması Sivil Havacılık’ın Genelkurmay Başkanlığı’na başvurması üzerine öğreniliyor. Daha önce Diyarbakır ve Malatya Hava Kuvvetleri komutanlıklarına uçuş sorusunu yönelten savcılıklar daha önce bunu Genelkurmay Başkanlığı’na sormadı mı? Buna gerek mi duymadılar yoksa sordular ve Genelkurmay’dan olumsuz yanıt veya “Saldırıyı PKK yaptı” yanıtı mı aldılar?

Yerel Jandarma makamları sürekli olarak olayın “PKK tarafından gerçekleştirildiğini” söylüyordu. Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve bölgedeki askeri üs komutanlıkları olay tarihinde bir uçuş faaliyeti olmadığını /uçuş kaydı bulunmadığını savunuyordu. Başta Genelkurmay Başkanlığı’na müzekkere yazılmamıştı, bizim de aklımıza sadece Hava Kuvvetleri geliyordu. Ama Genelkurmay’a yazılsaydı bile Hava Kuvvetleri’nden farklı bir cevap geleceğini sanmıyorum. 2012 yılında olayı açıklığa kavuşturan uçuş kayıtlarının bilerek gönderildiğini sanmıyorum. Yoğun başvurularımızı üzerine Savcılık Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne de yazı yazınca, Sivil Havacılık da o günün kayıtlarını Genelkurmay Başkanlığı Hava Kontrol Komutanlığı adlı bir birimden isteyince olayın, konunun boyutu bilinmeden 26 Mart 1994 tarihli uçuş kayıtları Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne gönderildi, diğer bir ifadeyle “kazaen” uçuş kayıtları gönderildi. Kayıtlar elime geçince de gerçek tablo ortaya çıktı.

 

‘Bu infazları belgeleyen elimdeki ilk belge değil’

 

- Siz bu bilgiyi öğrenince ne hissettiniz? “18 yıldır bir yalanla yaşadığınızı” mı yoksa “devlette gedik açıldığını” mı?

Belgenin fotokopisini elime alınca yıllardır peşinde olduğum ve karanlıkta olan hakikati aydınlatmış olmanın heyecanıyla büroma koştum. Tek sayfalık belgeyi tekrar tekrar ve saatlerce inceledim. Belgedeki ayrıntılar yıllardır şikâyetçi müvekillerim ve tanıkların anlatımlarını inanılmaz detaylarla teyit ediyordu. Mesela “yükü boşaltma anı” tam da mağdurların bombalama dakikalarını tarif ediyordu. Koordinatlar her iki köyün konumunu tarif ediyordu. Aslında bu belge elime geçen ve hukuk dışı infazları belgeleyen ilk belge değil. Daha önce bazı yargısız infazların belgelerini ele geçirmiştim…

 

‘Kayıt paylaşmanın Necdet Özel’le ilgisi olduğunu sanmıyorum’

 

- 2012’de bilgiyi paylaşma Genelkurmay Başkanlığı’nda olan Necdet Özel’in varlığına bağlanabilir mi? Başka bir komutan bu paylaşımı yapar mıydı?

Ben Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün Hava Kontrol Komutanlığı’ndan 26 Mart 1994 tarihli uçuş kayıtlarını istediğinde ne Sivil Havacılık’ın, ne de Genelkurmay’a bağlı Hava Kontrol Komutanlığı’nın işin ucunun nereye varacağını, konunun tam olarak neyle ilgili olduğunu bildiğini sanmıyorum. Dolayısıyla bu meselenin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile bir ilgisinin olduğunu sanmıyorum. Sedat Ergin’in “Hava Kuvvetleri sakladı Genelkurmay bildirdi” başlıklı yazısının bir tahminden ibaret olduğunu sanıyorum. Sedat Bey, bendeki yazıyı yorumlayarak böyle bir değerlendirme yaptı…

- Savcılıklar defalarca “Saldırıyı PKK yaptı” derken ve davalar sürerken Genelkurmay, 18 yıl bu bilgiyi sizce neden paylaşmadı? Bir avukat olarak yanıtlar mısınız; 38 vatandaşın ölümünün araştırıldığı/yargılandığı bir davada bir devlet makamının ve onun başındaki Genelkurmay başkanlarının bilgi saklaması suç teşkil ediyor mu?   

Her gün böyle suçlar işleniyor, bu çok şaşırtıcı ve yeni bir durum değil. JİTEM davasında sivil savcıların bazı üst düzey askeri bürokratların kimlik ve görev yerlerine ilişkin yazılara karşılık Genelkurmay Başkanlığı’nın DGM Savcılığı’nı azarladığını hatırlıyorum. Bu ülkede suçu soruşturmakla görevli olanlar o kadar çok suç işledi ki bu durum bana şaşırtıcı gelmiyor…

 

‘Genelkurmay hükümeti de yalanlamış oldu’

 

- Hükümetin Şırnak olayına dair AİHM savunmasında neler vardı? Davada taraf olan AKP Hükümeti, savunmasını Hava Kuvvetleri’nin paylaştığı bilgilere mi dayandırdı yoksa Genelkurmay’ın kendileriyle paylaştığı başka bilgiler üzerinden mi savunma yaptı? 

Hükümet hiçbir zaman, Türk savaş uçaklarının uçuşunu ve katliamın askeri uçakların bombalamasından kaynaklandığını kabul etmedi. “Bombalamayı savaş uçakları yapmışsa bile, bizim kuvvetlerimize ait uçaklar değil, nitekim tanıklar uçakların menşei ve kuyruk numaraları konusunda bir şey söyleyemiyorlar” diyerek kendini savunuyordu. En son ben uçuş kayıtlarını AİHM’e teslim edince ve bu belgeleri hükümete de iletilince, hükümet herhangi bir yorum yapmadan, “soruşturmanın devam ettiğini” söylemekle yetindi…

- Dolayısıyla Genelkurmay, sadece Hava Kuvvetleri komutanlıklarını değil, hükümeti de mi yalanlamış oldu? 

Genelkurmay’a bağlı bir birim olan Hava Kontrol Komutanlığı’nın Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği, oradan dosyaya ulaşan ve buradan bana ve AİHM’e ulaşan belge bağlamında elbette…

- 38 kişinin ölümüne sebebiyet verecek ikisi F-16, ikisi F-4 olan dört savaş uçağının bölgede bulunma amacı/gerekçesi açıklandı mı?  

Bu sorunuza ilişkin “soruşturmanın selameti” nedeniyle ve bu aşamada daha fazla bilgi veremeyeceğim…

 

‘AİHM’e göre talimatı veren ve uygulayanlar cezalandırılmalı’

 

- AİHM kararının Genelkurmay’ın yalanladığı Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na nasıl bir yaptırımı olacak? TSK içinde bir soruşturma açıldı mı, açılacak mı, herhangi bir bilginiz var mı? Ayrı bir suç duyuruyu yaptınız mı?

AİHM’in kararı çok açık. Kararın gereği olarak, uçuş ve bombalama faaliyetini gerçekleştiren ve onlara bu talimatı veren görevlilerin kimliklerinin tespiti ile cezalandırılmaları gerekiyor. İdari soruşturma yönünde bizim bir talebimiz olmadı. Ama kurumsal işleyiş gereği bir idari tahkikat yapılacaksa bunu bilemem. Fakat korkarım ki bombalamayı gösteren belgeyi gizlemekten değil de, belgenin neden sızdırıldığı nedeniyle bir soruşturma açılır.

- Burada hem 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan görevi veren makamlar, hem de yıllarca olay günü savaş uçaklarının uçuşunu gizleyen sorumlular var. İki ayrı suç duyurusu ve dava mı gündeme gelecek?

Evet. Hem toplu bir öldürme /katliam-insanlığa karşı suç, hem de suç delillerini gizleme ve görevi suiistimal suçları var ortada.

- Soruşturmanın ilk aşamasını “PKK yapmıştır” diyerek kapatan dönemin Şırnak Savcısı hakkında da sorumluluk doğabilir mi?

Aslında doğması lazım. Ama böyle bir sorumluluk yoluna gidilecekse, ne yazık ki yüzlerce savcının yargı önüne çıkarılması gerekir.

- Siz suç duyurusunda bulunacak mısınız? Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Halis Burhan ve diğer Hava Kuvvetleri sorumluları AİHM kararı sonucu yargılanabilir mi?

AİHM kararı ve bu karar uyarınca derinleştirilecek soruşturma sonunda birçok kişi yargılanacak, ancak şimdilik yargılanacak görevlilerin kimlikleri konusunda bir şey söyleyemem.