Kamuoyu anketlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "en güvenilir kurum" çıktığı yıllardı. Genelkurmay, "Kamuoyuna saygı ile duyurulur" diye noktaladığı açıklamalarında silahlı kuvvetlerin "Türk milletinin bağrından çıktığına" vurgu yapmaya özen gösterir, ama millet adına her sorgulama girişimine karşı kaşlarını çatardı. Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köyleri o sıralarda bombalandı; 26 Mart 1994'te. 38 Kürt köylüsü, yaklaşık 19 yıl önceki o bombardımanda hayatını kaybetti.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sürecinde ortaya çıkabilen ayrıntıları biliyorsunuz; önce Şırnak Savcılığı, yaklaşık üç yıllık soruşturmanın ardından "PKK terör örgütünün saldırısı" diyerek, dosyayı görevsizlik kararıyla Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderdi. Diyarbakır'da yedi yıl boyunca uyutulan dosyanın kapağı 2004'te açılabildi. DGM ve askeri savcılıkların yönelttiği sorular üzerine Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı Diyarbakır ve Malatya komutanlıkları, geçen 19 yıl içinde defalarca "savaş uçakları ve helikopterlerin 26 Mart 1994 tarihinde Şırnak bölgesinde uçuş yaptıklarına dair hiçbir kayıt bulunmadığını" öne sürdüler.
Ancak, dosyanın peşini bırakmayan mağdurların avukatı ve Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin girişimlerinin ardından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı aynı soruyu bu kez Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'ne (SHGM) yöneltti. SHGM de, Genelkurmay Başkanlığı'na başvurunca 19 yıllık yalan ortaya çıktı. Genelkurmay'ın gönderdiği uçuş defterleri kayıtlarına göre, Hava Kuvvetleri uçakları 26 Mart 1994 tarihinde, bomba yüklü olarak Şırnak bölgesinde uçmuşlardı. Genelkurmay, ihtimal farkında olmayarak, hem Hava Kuvvetleri Komutanlığı birimlerini, hem de Türkiye adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde savunma yaparken "saldırıyı PKK'nın yaptığını" öne süren AKP Hükümeti'ni yalanlamış oldu.
Talihsiz bir tarihselliğin eşiğinde...
Peki o sırada Ankara'da neler oluyordu? Soru önemli, zira 38 kişinin öldürüldüğü bu katliama ilişkin inşa edilen yalanın siyasi ortakları da var.
Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'te beklenmeyen ölümü üzerine DYP-SHP koalisyonunun Başbakanı Süleyman Demirel Çankaya'ya çıkınca Haziran 1993'te olağanüstü toplanan DYP kongresi Tansu Çiller'i genel başkanlığa getirdi. Böylece siyasete girer girmez 20 Ekim 1991 seçimlerinde milletvekili seçilen, hemen ardından ekonomiden sorumlu bakan yapılan Çiller, yaklaşık 2,5 yıl sonra Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olmuştu.
Türkiye talihsizliğin eşiğinde bir tarihsellik yaşıyordu. Tek ciddi kitabı ve makalesi bilinmeyen Boğaziçi'li iktisat profesörü, ABD'ye de uzanan gizli ve kuşkulu serveti, Başbakanlığının son günlerinde gece yarısı şubeleri açtırılan Vakıfbank'tan çekilen örtülü ödenek paralarıyla çok tartışılacak bir isimdi. Çiller, başbakanlığının son günlerinde çektiğini inkâr ettiği 500 milyarlık örtülü ödenek parasını, belgesi ortaya çıkınca durumu "Açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine girer" sözleriyle açıklamaya çalışacaktı.
Muazzam servetini dayandırdığı holdinginin (Marsan) yıllarca tek kuruş vergi ödemediği kanıtlanan, inkâr ettiği ABD'deki serveti ortaya çıkınca seçim öncesinde "Şehit Anaları Vakfı'na bağışlayacağı" sözünü verip, seçim sonrasında bu sözü unutan Çiller, eşiyle iyi bir ikili oluşturuyordu. İstanbul Bankası Özer Uçuran Çiller'in genel müdürlüğünü de kapsayan süreçte içi boşaltılarak batırılacak, ikisi de varlıklı ailelerden gelmeyen Çiller çifti bir süre sonra, halen ikamet ettikleri Yeniköy'deki yalılarına yerleşecekti. "İyi bir ikili" demiştim, öyleydi. Misal Özer Uçuran Çiller, servetinin kaynağının sorgulandığı TBMM'de "Kayınvalidemin çıkınında bulduk" diyebilecekti!
'Elimizde PKK'lı işadamlarının listesi var!'
Şaka değil, Türkiye Başbakanlığı'ndan bir Çiller hadisesi geçti. Peki Çiller bu tuhaf servet tartışmaları dışında nasıl geçti Başbakanlık'tan, derseniz, birinciliği, Çiller'in 1994 yılında seri cinayetlerle sonuçlanan o ünlü açıklamasına veririm. Tarih 4 Kasım 1993. Başbakan Tansu Çiller konuşuyor, hatırlayalım:
"Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir."
Çiller'in bu açıklamasıyla başlayan ve devletin parmağına ilişkin davası yaklaşık 20 yıl sonra açılabilen o süreci biliyorsunuz. 14 Ocak 1994'te Behçet Cantürk'le başlayan, 25 Şubat'ta avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden o cinayet dizisinde Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP'li avukat Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Ankara'nın Altındağ ilçesinin Yüksekovalı Nüfus Müdürü Mecit Baskın katledildiler.
Başbakan: Devletin uçakları değil!
Bu uzun hatırlatmadan sonra, 38 kişinin hayatına mal olan Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin 26 Mart 1994'te bombalanmasına ve o sıralarda Ankara'da neler olduğu sorusuna dönebiliriz. Malum, Başbakanımız, çok karanlık ve kanlı bir süreci "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Devlet PKK'ya mali destek sağlayanlarla her biçimde mücadele edecektir" sözleriyle önceleyen Tansu Çiller.
Ne demiş Başbakan, 38 vatandaşının katledildiği olay için? Ortalıkta dolaştırılan "PKK saldırısı" iddialarına karşılık uçaklar ve bombalardan söz edilmesi üzerine Başbakan Çiller'in, örtülü ödenek skandalındaki gibi kamuoyunu "ikna eden" açıklaması "bombardımanı gerçekleştiren uçakların devlete ait olmadığı" olmuş! Bir başka deyişle, başka bir devlet "savaş nedeni" sayılacak girişimle Türkiye'nin köylerini bombalamadığına ve söylentisi çıkan "Çekiç Güç uçakları" iddiası teyit edilemediğine göre, Başbakan PKK'nın savaş uçaklarıyla saldırı düzenlediği mesajını vermiş
İçişleri Bakanı: PKK'ya hava harekâtı
Peki İçişleri Bakanı ne demiş? Çiller Hükümeti'nin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, yaklaşık üç ay sonra, haziran ayında, TBMM'de yöneltilen sorular üzerine, PKK saldırısından söz etmiş; onu da hatırlayalım:
"Şırnak Merkez, Koçağıl köyü kuzeyindeki Stoker Tepe ile Kuşkonar köyünün kuzeyindeki kayalıklarda bin civarında teröristin toplandığı, Şırnak il merkezi ile bölgede bulunan askeri birliklere eylem hazırlığı içinde bulundukları duyumunun alınmasını müteakip teröristlerin bulunduğu Stoker Tepe ile Kuşkonar köyünün kuzeyindeki kayalıklara hava harekâtı düzenlenmiştir.
Hava harekâtı sonucunda teröristlerin telsiz konuşmalarından 150 civarında ölülerinin bulunduğu anlaşılmış, bölgede yapılan arazi taraması sonucunda Stoker Tepe ve Kuşkonar köyünün kuzeyindeki kayalıklarda ölen teröristlere ait çok miktarda kan izleri ve elbise parçaları bulunmuş, ölen teröristlerin cesetleri arkadaşları tarafından kaçırılarak gizlendiği köylülerin beyanlarından da anlaşılmıştır."
İçişleri Bakanı'na göre, "devlet hava harekâtı düzenleyerek 150 PKK'lıyı öldürüyor", ama ortada sadece 38 Kürt köylüsünün cansız bedeni var!
Genelkurmay Başkanı: Uçakların kayışı gevşemiş!
Bir de dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş var. Başbakan Çiller için "O şak diye emrediyor, ben tak diye yapıyorum" diyen, siyasete atılınca "yarısı Atatürk, yarısı Çiller'den oluşan" tuhaf bir portreyi duvarına asan Orgeneral Doğan Güreş. Güreş'e göre, "uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla" 38 köylünün "üzerine düşmüş!" (1994 cinayetlerinde eşi Savaş Buldan'ı kaybeden Pervin Buldan'ın 8 Nisan 2013 tarihli Meclis Araştırma önergesine ve gerekçesine bakılabilir)
Kürt milletvekilleri tutuklanıyor
Ankara'da olan biten bunlarla sınırlı değil. Şırnak'ta Kürt köylüleri öldürülürken Ankara'da Kürt milletvekilleri tutuklanıyordu. Başbakan Çiller'in Türkiyesi'nde dokunulmazlıkları kaldırılan ve üstelik bir bölümü TBMM'de gözaltına alınan DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurtdaş aynı 1994'ün, aynı Mart'ında tutuklandılar.
Kürt milletvekillerinin 10 yıla yaklaşan cezaevi serüveni başlarken, Şırnak köyleri bombalandığında Genelkurmay Başkanı olan Doğan Güreş, 1995 seçimlerinde Çiller'in DYP'sinden Kilis Milletvekili olarak parlamentoya girmeye hazırlanıyordu.
Bir ülke düşünün ki, Başbakan'ı, katledilen 38 vatandaşı için "devlete ait olmayan uçakların bombardımanından" söz ediyor, Genelkurmay Başkanı "kayışı gevşeyen TSK uçakları" diyor, İçişleri Bakanı "hava harekâtında 150 PKK'lının öldürüldüğünü ve ölenlerin örgüt tarafından kaçırıldığını" öne sürüyor, Hava Kuvvetleri ise yıllarca katliamın yaşandığı gün o bölgede uçuş yapmadığını iddia edebiliyor!
Bir ülke düşünün ki, yalanları, katilleri ortaya çıkarmayan yargısı Kürt milletvekillerini TBMM'de gözaltına alıp tutukluyor ve "Türk Milleti adına" karar veren o yargı millete adaleti kendi toprakları dışında aratıyor.
Ve bir ülke düşünün ki, medyası, Hava Kuvvetleri'nin yalanını, yıllar sonra da olsa, ortaya çıkaran Genelkurmay kayıtlarını baş sayfalarından, ekranlarından köşe bucak kaçırıyor...
Yaşar Kemal der ki; zulmün artsın ki tez zeval bulasın!
Twitter: @DOGANAKINT24