10 Temmuz 2021
Türkiye’deki 25 havzadan biri olan Marmara Havzası, 23.084 kilometre karelik alanında Balıkesir, Bursa, Çanakkale, İstanbul, Kocaeli, Tekirdağ ve Yalova ve Kırklareli şehirlerini kapsar. Ekonomideki en büyük paya sahip Marmara Havzası, Türkiye nüfusunun %30’unu ve sanayinin yaklaşık %50’sini barındırmakta ve yoğun olarak karasal ve denizel kirlenmeye maruz kalmaktadır. Her türlü atık suyun boca edildiği 11.140 kilometrekare büyüklüğünde Marmara Denizi, Marmara Havzası’nın ortasına yerleşmiştir. 1950’lerde başlayan ve halen süren iç göç sırasında havzadaki şehirler, bölge ve şehir plancılığına ve çevre koruma kurallarına aykırı bir süreç içerisinde büyümüştür. 1965’de 3 milyon kişi olan Marmara Havzası nüfusu, başta İstanbul olmak üzere yüksek şehirleşme hızı nedeniyle çok artmış ve toplam nüfus 2020’de 24 milyon kişiye, toplam sanayi kuruluşu sayısı (2016 itibariyle) 66.953’e ulaşmıştır. Marmara Denizi’nin denizel yaşam ortamı son 50 yıldır hem Karadeniz hem de Marmara Havzası kaynaklı evsel ve endüstriyel atıkların yoğun kirlilik etkisi altında bozulmuştur. Karasal kirlilik etkisinin daha belirgin görüldüğü yüzey sularında ışık geçirgenliği azalması ve oksijen değerlerinde hızlı çöküşler (oksiklin) oluşmuştur.
Marmara Denizi binlerce yıl önce Karadeniz ile Ege Denizi arasında kalan bir göl durumundayken, boğazlar yoluyla denize dönüşmüştür. Bu iç denizin coğrafik özellikleri, dip yapısı, su yapısı, jeolojik oluşumu, barındırdığı canlı türü ve politik konumu dünyada tektir, benzeri yoktur. 11.500 km2 yüzölçümü, 909 km kıyı uzunluğu ve 1.270 metre derinliklere ulaşan çukurlarıyla Marmara Denizi’nin içerisindeki akıntı özellikleri, diğer deniz ve okyanuslardaki akıntı özelliklerine benzemez. Farklı tuzluluk, sıcaklık ve oksijen içeriklerine sahip Karadeniz’in suyu ile Ege-Akdeniz suyunun hareketlerinden ve karışımından oluşan Marmara Denizi’nin suyu, kendine özgü bir denizdir. Marmara Denizi’nin önemli diğer bir farklılığı ise, denizi doğudan batıya kat eden ve deprem bakımından çok aktif olan Kuzey Marmara Fayı (KMF) kuşağıdır. Bu fay kuşağı boyunca, derinlikleri 1.000 m’yi geçen üç tane çukur vardır. Ayrıca fay kuşağı boyunca farklı mineral yapısı, fay hattının hareketine bağlı farklı gaz yoğunlukları, fay hattı boyunca yüzeye çıkan sıcak su etkisiyle oluşmuş mikro-kozmos bölgeler ve fay kuşağı boyunca gelişen özgün habitat, denizin diğer bölgelerine göre önemli farklılık göstermektedir.
Marmara Havzası’nda oluşan evsel atık sular, her ölçekte endüstriden gelen atık sular, düzenli/düzensiz depolama sahalarından sızan sular, tarım alanlarından gelen tarım ilacı kalıntıları ve madencilik etkinlikleri ile kirletilen nehir ve dereler yetersiz arıtma sonrası derin deşarj yoluyla Marmara Denizi’ne boşaltılmaktadır. Bu kirleticilere ek olarak gemicilik, turizm-rekreasyon, kıyıların doğal yapısını bozan dolgular ve Karadeniz'den gelen yıllık 660 milyar metreküplük kirli su girişi de Marmara Denizi’nin kirliliğine ek bir yük oluşturmaktadır. Karadeniz suyunun bu kirlilik yükü bilimsel olarak ortaya konulmuşken ve Marmara Denizi’ndeki bu salya afetinden ancak tam arıtma yapılırsa kurtulacağımız biliniyorken, çözüm olarak “Kanal İstanbul yapılırsa kanaldan gelen Karadeniz’in kirli suyunun Marmara Denizi’ndeki salyayı temizler” safsatası kimin aklına gelirdi?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Marmara Havzasında atık su hizmeti verilen nüfus oranı il bazında şöyledir: İstanbul %40, Çanakkale %23, Balıkesir %21, Kırklareli %21, Bursa %18, Yalova %14, Kocaeli %13, Tekirdağ %12. Yapılan araştırmalarda atık sulara maruz kalan dere ve nehir gibi yayılı kaynaklardaki su kalitesinin 3. sınıf (kirlenmiş su) ve 4. sınıf (çok kirlenmiş su) olduğu belirlenmiştir. TÜİK tarafından açıklanan 2016 yılı verilerine göre Türkiye’deki 25 havzada toplanan ve arıtılan atık suyun %40’ı denize dökülürken, %48’i akarsu, %2,8’i barajlar, %1.8’i göl ve göletlere dökülmektedir. Yine TÜİK verilerine göre ülke genelinde oluşan atıksuyun yaklaşık %86’sı arıtılıyor görünse bile gelinen sonuç ya gerçek anlamda yapılamadığını ya da atıksuyun alıcı ortama dökülmesine esas alınan ölçütlerin yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu durum Marmara Denizi’nin aşırı kirlenmesine neden olmuş ve denizde yaşayan canlıların yaşam ortamının yok olması süreci başlatılmıştır. Arıtma tesislerinin çalıştırılması sanayi ve belediyeler için ek maliyet olarak ele alınmakta, arıtma tesislerinin denetim sorumluluğunu taşıyan Çevre Şehircilik Bakanlığı’na (ÇŞB) bağlı il müdürlüklerinin mevcut kapasitesi ile gerekli denetimler aksamaktadır. Bunun dışında atıksuyun alıcı ortama deşarjında esas alınan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nde mevcut kirliliğin ortaya konmasında kullanılan parametreler oldukça sınırlı kalmaktadır.
Son 70 yıldır plansız ve denetimsiz şekilde çevresinde biriken nüfus ve sanayi nedeniyle her gün biraz daha örselenen ve hor kullanılan Marmara Denizi’nin “imdat işaretleri” bilim insanları tarafından kaydedilmesine ve raporlanmasına rağmen yeterli önlemler alınamamış ve sonunda bu nadide denizimiz dibini ve yüzeyini salya (müsilaj) ile kaplayarak komaya girdiğini herkese göstermiştir. 2020 Kasım’ından bu yana yaşadığımız bu son salya olayının ölçeğine ve süresine baktığımızda insan kaynaklı bir afetle karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Marmara Denizi’nin barındırdığı balık ve diğer canlı türleri, su yapısı ve akıntı hareketleri, her türlü fiziksel ve kimyasal özellikleri ve ekonomik katkıları konularında inceleme ve araştırmalar için girişimler 1920’li yıllarda başlamıştır. Marmara Denizi’nin, Boğazlar ve etki alanında olduğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz ile ilişkileri günümüze kadar çok sayıda projede bilimsel yöntemlerle incelenmiş, yerli ve yabancı dilde yayınlara konu olmuş, hakkında çalıştaylar, sempozyumlar ve toplantılar düzenlenmiş ve sorunların çözümü için birçok kez eylem planları yapılmıştır. Ortaya konan tüm bilimsel ve somut sonuçlar bilinmesine rağmen bugün Marmara Denizi’ndeki salya afeti herkesin gözünün önündedir. Uluslararası yükümlülükler ve iç hukukumuz, Çevre Yasası, Kıyı Yasası ve ilgili birçok yasa ve yönetmelik koruyucu hükümler içerdiği halde Marmara Denizi’nin bugünkü duruma gelmesi nedense önlenememiştir. Marmara Denizi’nin uğradığı aşırı kirlenme karşısında kendisini koruyabilme ve yenileme gücü tükenme noktasına gelmiştir. Bu duruma bir günde, bir haftada, bir yılda gelinmemiştir. Uzun yıllardır yapılan hataların ve ihmallerin sonucudur. Konuyla ilgili bilim insanları fedakârca çalışmışlar, bulgularını raporlar ve makaleler yazarak uygulama erkini elinde tutan sorumlu yöneticilerin önüne koymuşlardır.
Aşağıda 1920’lerde günümüze kadar geçen 95 yılda Marmara Denizi ile ilgili bilimsel ve teknik faaliyetlerin bir bölümünü merak edip araştırdım ve erişebildiğim kaynaklardan edindiğim bilgileri kronolojik olarak aktarmak ve özellikle bilimsel bulguları ve çözüm önerilerini özetlemek istedim. Amacım bu konuda bugüne kadar yapılan önerileri kaynaklarını vererek hatırlatmaktır. Marmara Denizi’nin kirli bir denize dönüşüp nefessiz kalarak hayatiyetini yitirmesi noktasına gelişinin hikayesi böyle bir makaleye sığmayacak kadar büyüktür
1926 yılında Darülfünun’da yapılan kısmi reform girişimi sırasında Fransa’dan gelen bir grup öğretim üyesinden Profesör Raymond Hovasse, Baltalimanı’nda var olan Balıkçılık Enstitüsü’nün yanına 1930 yılında bir Hayvanat (Zooloji) Enstitüsü kurdu. Enstitüde yapılan çalışmalar, balıkların göçüne etki eden nedenlerin araştırılması üzerinde yoğunlaşmıştı. Çalışmalar sırasında İstanbul Boğazı’nda çeşitli derinliklerde periyodik sıcaklık ölçümleri de yapıldı. Profesör Hovasse 1932 yılında İstanbul’dan ayrıldı.
1933 yılında başlayan “Üniversite Reformu” sürecinde İstanbul'a davet edilen İsviçreli Profesör André Naville, Baltalimanı’ndaki Hayvanat Enstitüsü’nün genişletilmesi hususunda hazırlıklara girişti, ancak vefatından dolayı amaç gerçekleşemedi. Enstitü 1937 yılında kapatıldı.
1947 yılında Ekonomi Bakanlığı balıkçılık işlerinin bilimsel temellere dayalı olarak yapılması ve denizlerin biyolojik incelemelerinin başlaması için yeni bir yapılanma önerdi. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Fakültesi Hayvanat Kürsüsü’nün başına Profesör Curt Cosswig getirildi. Kosswig, balıkçılığı ekonomik ve teknik bakımdan kalkındırmak için yeni ve ciddi bazı girişimlerde bulundu. Baltalimanı’ndaki bina kapsamlı bir onarımdan geçirildikten sonra 1951 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Hidrobiyoloji (Su Biyolojisi) Enstitüsü kuruldu. Hayvanat Kürsüsü’nün elemanları da bu yeni enstitüye aktarıldı. Enstitü için bina dahil gerekli tüm olanaklar sağlanarak deniz araştırmaları başlatıldı.
1952-1953 yıllarında deniz ve göllerimizde yapılan hidroloji (su bilimi) ve hidrobiyoloji araştırmaları Hidrobiyoloji Enstitüsü tarafından çıkarılan “Balık ve Balıkçılık Dergisi” tarafından yayınlandı.
1954 yılında “Et ve Balık Kurumu (ETBK)” tarafından yayınlanmaya başlayan derginin basımı 1976’da durduruldu ve “Et ve Balık Endüstrisi” adlı yeni bir dergi çıkarıldı. 1954 yılından itibaren Marmara Denizi’nin hidrografik, oşinografik, kirlenme ve ekosistem değişikliklerinin bilimsel yöntemlerle ele alındığı ilk çalışmalar “MAREM-Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi” projesi adı altında, balıkçılık biyoloğu Olav Aasen ve biyolog İlham Artüz yöneticiliğinde başlatıldı. Proje çerçevesinde her yıl, Marmara Denizi ve Boğazlarda çok sayıda istasyonda yatayda ve düşeyde çeşitli ölçümler gerçekleştirildi.
1957 yılında, Haliç’in çevresinde sayısı giderek artan sanayi tesislerinin Haliç’i önemli derecede kirletmeye başladığı saptandı. Sanayi tesislerinin Haliç’e bıraktığı kirli su nedeniyle Haliç’in tabanındaki çamur kalınlığının her yıl 10 santimetre arttı ve su hidrojen-sülfür gazı çıkararak şikayetlere ve sağlık sorunlarına neden oldu. Aynı yıl, Rıdvan Tezel ‘Balık ve Balıkçılık Dergisi’ndeki makalesinde, Marmara Denizi’ndeki durum için şöyle yazıyordu: “Birkaç sene var, dişli balıklardan kofanalar, palamutlar, torikler kısmen Boğazda kalıyorlar. Meselâ şu bizim akıntıda üç senedir, Ağustos başlangıcında, kofana tutuluyor ki, bu gayrı tabiî haller, deniz âleminde acayip ve zararlı kargaşalığın mevcudiyetini gösteriyor”.
1958 yılında ETBK tarafından yayınlanan Balık ve Balıkçılık Dergisi’nde İlham Artüz, MAREM projeleri hakkında şunları yazıyordu: “Bu projenin tahakkuku için, ilk plânda yapılması lâzım gelen, araştırmalar, Marmara’nın fizikî, kimyevî muhit şartlariyle, biyolojik hususiyetlerinin, akından evvelki safhalarda tesbit edilmesidir. Fizikî şartlar meyanında, denizin muhtelif derinlik tabakalarındaki suhunet farkları, suyun yoğunluğu, akıntılar vesaire vardır. Kimyevî hususiyetler meyanında, tuzluluk ve oksijen gelmektedir. Biyolojik şartlar meyanında, başta denizin ilksel prodüktivitesini temsil eden plânkton organizmalarının metreküp başına düşen miktariyle, bunların deniz içerisindeki yayılışının tesbiti, ikinci olarak da, Karadeniz’den gelen balık akımından evvel, ne gibi balık sürülerinin nerelerde bulunduğunun tesbiti icabeder”.
1970’li yıllarda Marmara Denizi’nde ve özellikle İzmit Körfezi’ndeki sanayinin atık suları nedeni ile aşırı kirlenme ve bunun etkisiyle canlı yaşam dengesinin bozulduğuna dair bulgular artmaya başlayınca, 1973 yılında Marmara Bölgesi’nde 45 belediye bir araya gelerek, topluma ve yöneticilere "acilen bir şeyler yapılması gerekiyor!" mesajı veren bir toplantı yaptı. Marmara Denizi'ni kurtarmak amacıyla 25 Nisan 1975 tarihinde Marmara Belediyeler Birliği (MBB) İzmit merkezli olarak kuruldu ve 1977 yılında İstanbul'a taşındı.
1981 Yükseköğretim Kurulu’nun kurulmasıyla Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün Baltalimanı’ndaki binası 1982 yılında kapatılarak sosyal tesis haline getirildi. Bu tarihten sonra MAREM çalışmalarını İ.Ü Çevre Bilimleri Fakültesi bünyesinde sürdürmeye başladı.
1993 senesinde İlham Artüz’ün vefatı nedeniyle proje sorumluluğunu hidrobiyolog M. Levent Artüz üstlendi. Önceleri İTÜ Gemi İnşaatı ve Denizbilimleri Fakültesi ve İ.Ü ile ortaklaşa devam eden çalışmalar daha sonra 2006 yılından itibaren Sevinç-Erdal İnönü Vakfı’nın destekleriyle M. Levent Artüz ve O. Bülent Artüz tarafından yaz ve kış seferleri şeklinde sürdürüldü. Bu çalışmalar sonucunda çok sayıda rapor ve makale yayınlandı.
1997 yılında Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) kuruldu. TÜDAV bugüne kadar deniz araştırmalarında çok sayıda bilimsel araştırmaya öncülük etti, çalıştay ve sempozyumlar düzenledi ve raporlar hazırladı. Kurucu Prof. Dr. Bayram Öztürk vakfı neden kurduklarını şöyle açıklıyordu: “Denizlerin korunması, kirlenmenin önlenmesi, canlı kaynaklardan sürdürülebilir şekilde yararlanılması, genç kuşaklara deniz ve ekoloji sevgisinin aşılanmasını da düşündüm. Özetle, denizleri sevdirmek ve tanıtmak gerekiyordu. Diğer yandan, ülkemizin denizlerdeki hak ve menfaatlerinin korunması için bilimsel bir ağ oluşturulmasının zorunluluğuna inanıyordum. Bu hedef ve amaçlara ulaşmak için bir vakıf kurulmasının gerekli olduğuna inanarak 1997 yılında bir grup doğasever, denizci ve akademisyeni de yanıma alarak vakfı kurdum”.
2000’li yıllarda AB Su Çerçeve Direktifi ve AB Deniz Stratejisi Çerçeve Direktifi ile ekosistem (*) tabanlı yönetimini sağlamak ve bütüncül izleme yaklaşımı oluşturmak amacıyla üye ve aday ülkelere örgütlenme önerilerde bulundu.
11-12 Kasım 2000 tarihinde TÜDAV “Marmara Denizi 2000 Sempozyumu” adlı bir toplantı düzenledi. 600 sayfalık bildiri kitabının önsözünde Prof. Dr. Bayram Öztürk şunları söylüyordu: “Bilindiği gibi ülkemizin yegâne iç denizi olan Marmara Denizi evsel ve endüstriyel kirleticilerle ileri derecede kirlenmiştir. Çok kaynaklı kirlenme ve bozulma yanında aşırı avcılık nedeniyle Marmara Denizi’nde su ürünleri stokları ve türleri azalmış, buna karşılık kaçak avcılık artmıştır. Bütün bu koşullarda Marmara Denizi’nin bir kuluçkalık yeri olma özelliği genel olarak kaybolmuştur. Bir zamanların temiz Marmara kıyılarında mikrobiyal kirlenmedeki artış sonucu denize girilecek plaj neredeyse kalmamıştır. Kıyı kullanımındaki hatalar sonucu, kıyılar betonlarla dolarak verimli tarım arazileri ve kıyı alanları ikinci konutlara teslim olmuş, eski tarım alanlarının yerini çirkin yapılar almıştır. Diğer yandan, Marmara Denizi’nde gemilerin oluşturduğu kirlenme karşısında hiçbir önlem alınamamış, gemi kökenli kirlenme, evsel atıklar ve endüstriyel kirlenme sonucu Marmara Denizi’ndeki sorunlar içinden çıkılmaz hale gelmiştir”.
2004 yılında Levent Artüz kendine özgü hidrografik ve ekolojik özelliklere sahip olan Marmara ve Boğazlar sisteminin kısa denebilecek bir zaman dilimi içerisinde ciddi bir kirlenme yükü ile karşı karşıya bırakıldığını, arıtılmadan denize deşarjı yapılan atıkların ölçüm aletlerine bile gerek kalmayacak şekilde, beş duyumuzla algılayabileceğimiz bir düzeye ulaştığına dikkat çekiliyordu. Araştırmacıya göre Marmara Denizi’nde sınıra dayanmış biyosönotik (*) koşulların artık ikinci aşama kirlenmeye dönüştüğü, kirlenme yükünde oluşacak küçük artışların dahi yarı abiyotik (*) bir ortam yaratması her an gerçekleşebilecek noktaya gelmişti. Nitekim, 1975’lere kadar Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol oynayan balık türlerinin sayısı 127 kadarken, bu sayı 4-5’e kadar düşmüştü. 1989 senesinden itibaren Marmara Denizi’nin tüm Türkiye su ürünleri üretimindeki katkısı, %22'lerden %6'lara kadar inmişti. Bu sonuç, bundan 30 yıl önce Marmara Denizi’nin ne kadar kirlendiğini ve doğal yaşam yapısının bozulduğunu ortaya koymaktadır.
2007 yılında Türkiye Barolar Birliği tarafından yayınlanan “Bilimsel Açıdan Marmara Denizi” adlı kitabın giriş bölümündeki yazıda Prof. Dr. Erdal İnönü, Marmara Denizi’nin kirliliği konusunda şunları söylüyordu: “Daha küçük ölçüde ama sonuçları itibariyle bizim için aynı derecede önemli bir çevre bozulması, Türkiye'de Marmara Denizi'nde karşımıza çıkıyor. Pek çoğumuzun kıyılarında yaşadığı, balıklarından, plajlarından, adalarından yararlandığı Marmara Denizi'nin dünya denizleri içinde önemli bir ayrıcalığı tüm çevresinin, aynı ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprakları içinde yer almasıdır. Böyle olunca, bu iç denizin sağlığının her çeşit kirlenmeye karşı korunması da doğrudan doğruya Türkiye'nin sorumluluğu altında kalıyor. Acaba bu sorumluluğumuzun yeteri kadar farkında mıyız ve gereklerini yerine getiriyor muyuz? Sorunun yanıtı, yazık ki, "hayır" şeklindedir. Kıyılarındaki nüfusun ve sanayi tesislerinin durmadan artmasına karşılık atık suların arıtılmasına orantılı bir ağırlık verilmemesi yüzünden Marmara Denizi son yıllarda yükselen bir hızla kirlenmektedir.”
2008 yılında yayınlanan “Marmara Denizi genelinde gözlemlenen karışık alg patlaması sonucunda oluşan musilaj agregat konusunda rapor” başlıklı raporunda Levent Artüz şu uyarıyı yapıyordu: “Marmara Denizi’nde kaldırabileceği yükün üzerine çıkmış olan kirlilik olgusu, tür çeşitliliğinin hızla azalmasına ve dolayısı ile de mevcut türlerin fert adetlerinde patlamalar şeklinde ifade edilebilecek anormalliklere yol açmaktadır. 09.09.2007 - 11.10.2007 tarihleri arasında Marmara Denizi genelinde meydana gelen alg patlamasını takiben ve balıkçılar tarafından “salya”, basın tarafından da “deniz yüzeyinde görülen beyaz sıvı tabaka” olarak nitelendirilen olgu gerçekte bir alg patlamasıdır…. Marmara Denizi genelinde 2007 senesinin Eylül ayından bu yana afet olarak nitelendirilebilecek bir oluşum yaşanmaktadır…. Söz konusu olgunun bu aşamada durdurulması ve/veya “temizlenmesi” bilindiği kadarı ile pek olası gözükmemektedir. Ancak, 2007 Eylül ayı şartlarının çok fazla değişmediğinden hareketle, bu tip ve/veya benzer sonuçların gelecekte de oluşması kuvvetle muhtemeldir…. Musilaj yapının su sıcaklığı değişimleri ile sadece form değiştirmesi, ancak etkisini devam ettirmesi, korkarız önümüzdeki dönemlerde sorunların daha yoğun bir şekilde katlanacağı anlamına da gelmektedir”. Bugün karşılaştığımız salya afetini yaratan kirlenme boyutunun nereye varacağı bilimsel gözlemlerle o günlerde kestirilmişti.
2007-2008 yıllarındaki bu deniz salyası oluşumu tüm Marmara’da deniz ekosistemini derinden etkiledi ve Marmara Denizinde balıkçılık alanında kısa vadede büyük kayıplara neden oldu. Marmara Denizi’ndeki araştırmalar sonucu deniz salyası için elde edilen bulgulara göre şu öneriler yapıldı: “Yoğun yerleşim ve endüstriyel alanların bulunduğu Marmara Denizi sadece bölgesel tedbirlerle değil bir havza olarak düşünülerek yerleşim alanlarından ve dereler vasıtası ile gelen evsel atıklar ve endüstriyel kaynaklı atıklar kesinlikle biyolojik arıtımdan geçirilerek deşarj edilmelidir. Bu çalışmaların yanı sıra müsilaj oluşumuna neden olan potansiyel türün varlığı rutin izlemeler sırasında mikroskobik olarak görülemediği (yeni gelişmeye başladığı) dönemlerde, bu türe özgü problar (moleküler düzeyde ribozomal RNA genleri vasıtası ile) geliştirilerek izlenmeli ve bu şekilde bölge için erken uyarı sistemleri oluşturularak yerel yönetimler için tedbir alma imkanı yaratılmalıdır”. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi 2007 yıllarında artık deniz salyası Marmara Denizi’nde kendini açıkça göstermekteydi ve önlemler alınmazsa daha kötü sonuçlar ortaya çıkacağı bilinmekteydi. Bilim insanları uyarılarını her zamanki gibi yapmaktaydı.
2008’de CHP İl Örgütü İstanbul’da geniş katılımlı “İstanbul’un Su Politikası Sempozyumu” düzenledi Türkiye’nin ve İstanbul’un su durumu, yönetimi ve kirliliği ile ilgili çok sayıda bildiri sunuldu ve mevcut sorunlar ve çözüm önerileri tartışıldı. Bildirilerden birinde, Trakya’nın alansal olarak %54.7’sini kaplayan (13.300 kilometrekare) Ergene Havzası’nın yapısı incelenmiş ve sanayi ve nüfus artışı ile ortaya çıkan atık su kirliliği ile ilgili sorunlar açıklanmıştı. Havzadaki kimyasal ve biyolojik kirlilik nedeniyle Ergene Nehri’nde doğal hayatın sona erme noktasına geldiği uyarısı yapıldı.
2010 yılında TÜDAV İstanbul’da “Marmara Denizi Sempozyumu” düzenledi. Toplantıya 150’yi aşkın uzman ve bilim insanı katıldı ve 63 tane bildiri sunuldu. Sempozyumda sunulan bilimsel çalışmalarda Marmara Denizi’nin yaşam dengesinde 1960 yıllarından başlayan bir kirlilik sorunu olduğu ve bu kirlenmenin boyutları, müsilaj (deniz salyası) oluşumu, bakteri kirliliği ve halk sağlığı açısından yaratacağı tehlikeler dile getirildi. Marmara Denizi balıkçılığında sona gelindiği vurgulanarak, aşırı ve kaçak avcılığın önlenmesi, kaçak trol avcılığının kontrol altına alınması, balıkçılığa kapalı koruma alanların oluşturulması ve Marmara Denizi’nin korunması için bütün paydaşları içine alan bir eylem planı yapılması gerekliliği üzerinde mutabakata varıldı ve çözüm önerilerinde bulunuldu. Gemilere takılıp gelen bazı yeni zooplankton (*) türlerinin denizde baskın duruma geldiği, bazı türlerin ise ya ortadan kaybolduğu ya da sayılarında önemli değişiklikler olduğu belirlendi.
Marmara Denizi, Boğazlar ve Haliç’te 2004-2007 yılları arasında deniz suyundan çeşitli derinliklerden ve tabandaki tortullardan alınan örneklerde çok yüksek kirlilik oranları bulundu. Deniz suyundan alınan örneklerde ise, 2004’de 1512 μg/L (mikrogram/litre), 2005’de 3173 μg/L, 2006’da 1307 μg/L, 2007’de 1243 μg/L değerinde yüksek petrol kirliliği saptandı. Bu yüksek petrol kirliliğinin nedeni, Marmara ve Karadeniz’deki büyük sayıda gemi trafiği, tankerlerin kaçak balast sularını vermesi, sintine ve buna ek olarak bölgedeki yoğun endüstri ve şehir atık sularının neden olduğu belirtildi. 2006’da dip tortullardan alınan çamur örneklerinde petrol kalıntısı 1859 μg/g (mikrogram/gram) değerinde bulundu. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO, 182) ölçütlerine göre, petrol kirliliği deniz suyunda 2.5 μg/L ve dip tortullarında 10 μg/g değerleri altında olmalıydı. Onyedi yıl önce Marmara Denizi ve Boğazlar’dan elde edilen bulgular FAO ölçütleri ile kıyaslandığında petrol kirliliğinin çok büyük ve tehlikeli değerlerde olduğu anlaşılıyordu. Acaba bu değerler bugünlerde nedir?
2011 yılında, AB tarafından önerilen deniz izleme çalışmaları çerçevesinde dört denizimizde “Denizlerde Bütünleşik Kirlilik İzleme” yönünde çalışmalara başlandı. Bu çalışma ile tüm denizlerimizde meydana gelen kirliliğin izlenerek, ulusal deniz ve kıyı yönetimi politika ve stratejilerinin belirlenmesine altlık oluşturulması ve tüm bulgulara yönelik kapsamlı eylem planları üretilmesi öngörüldü. Bu çerçevede Marmara Denizi’nde ise BSIMAP ve MEMPIS programları kapsamında izleme çalışmaları yürütülmeye başlandı. Marmara Denizi’nin derin sularındaki gözlemler, daha önce de bilinen oksijen içeriğini çok riskli bir durumda olduğunu göstermekteydi. Elde edilen sonuçlar, Marmara Denizi’nde fitoplankton kompozisyonunda önemli mevsimsel değişimler olduğunu ve Bandırma, Gemlik ve İzmit körfezlerinin deniz salyası çoğalmaları için uygun koşullara sahip olduğunu gösterdi.
2011 yılında 644 sayılı KHK ile kurulan Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı (sonradan Tarım ve Orman Bakanlığı oldu) Marmara Havzası dahil 25 su havzasının her biri için ayrı ayrı “Havza Koruma Eylem Planları (HKEP)” hazırlama çalışmaları yaptı. Bakanlık bu çalışmaların tamamladığını ve 2014 yılı itibarıyla eylem planını uygulamaya koyduğunu beyan etti.
2012 yılında TÜBİTAK MAM Çevre Enstitüsü “Havza Koruma Eylem Planlarının Hazırlanması-Marmara Havzası” başlıklı ayrıntılı bir rapor hazırladı. Buna göre, 2020 yılı için havza içine deşarj edilen/üretilen kirlilik yükü için öngörülen toplam oksijen ihtiyacı (KOİ) oranı %4, toplam azot (TN) %4 ve toplam fosfor (TP) %10 olacaktı. Şu andaki ölçüm verilerine ulaşamadığım için bir karşılaştırma yapamadım. Ancak bu değerlerin 2009 yılına göre KOİ için 1/3 oranında, TN için 1/2 oranında ve TP için 2/3 oranında düşmesi gerekiyordu. TÜBİTAK’ın raporunun, öneriler bölümünde Marmara Havzası’nda 2015-2020 yılları arasındaki dönemde havzadaki kirlilik yükünün azaltılması için yapılması gerekenler 10 yıl önce şu şekilde belirlenmişti:
· Havzada bulunan Ön Arıtma Tesislerinin (AAT) Biyolojik AAT’ye (BAT) dönüştürülmesi 2017 yılına kadar tamamlanmalıdır.
· Nüfusu 10.000 in altında olan belediyeler ile nüfusu 2.000 in üzerinde olan kırsal köylerde mevzuata uygun olarak 2017 yılının 6. ayına kadar AAT lerin yapılması gerekmektedir.
· Havzada yer alan ve bağlı olduğu katı atık birliğinin nüfusu 50.000 in altında olan tüm belediyelerde 2017 yılı başlangıcına kadar katı atık düzensiz depolama alanlarının rehabilitasyonu tamamlanmalıdır.
· Tarım ve hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanan yayılı ve noktasal yüklerin önlenmesi amacıyla kısa vadede başlatılacak olan çalışmaların orta ve uzun vadede sürekliliği sağlanmalıdır.
· 2020 yılına kadar su üzerindeki baskıların önlenebilmesi için gerekli taşkın önleme yatırımlarının yapılması gerekmektedir.
· Tehlikeli ve özel atıkların ve tıbbi atıkların denetimi hususunda ilgili mevzuatın uygulanması çalışmalarının orta vadede devam etmesi gerekmektedir.
· Yeraltı ve yüzeysel sularının akım ve kalitesinin izlenmesi, arıtılmış atıksuların yeniden kullanımı, tarımsal amaçlı su kullanımı azaltma çalışmaları izleme ve denetimleri orta ve uzun vadede devam etmesi gereken çalışmalardır.
· Deşarj standartları uygulandığı takdirde söz konusu su ortamının su kalitesi ve ekolojik statüsünün hâlâ değişmediği durumlarda, sıcak nokta alanına özgü olarak yürütülecek model destekli detaylı bilimsel çalışma bulguları ışığında, en uygun üretim (BAT) ve arıtma teknolojileri de dikkate alınarak gerektiğinde noktasal kaynakların deşarj parametre ve limitleri ile deşarj yükleri yeniden değerlendirilmeli ve alıcı ortam deşarj standartları oluşturulması 2020 yılı sonuna kadar orta vadede tamamlanmalıdır.
Bugünkü Marmara’daki salyaya baktığımızda 10 yıl önce biyolojik arıtma (BAT) başta olmak üzere diğer önlem önerilerinin kaç tanesinin beklenen düzeyde gerçekleştirildiği merak konusudur.
2013’de Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Kalitesi Yönetimi Daire Başkanlığı “Marmara Denizi Kirlilik Raporu” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapora göre, Marmara Havzası’nda 2006-2007 ölçümlerinden bulunan kirlilik yükü günlük 7.500 tondu. Mevsimsel olarak değişmekle birlikte havzanın yıllık kirlilik yükü ise ortalama 270.000 ton civarındaydı. Bu yüke, Ege ve Karadeniz’den gelen kirlilik yükü ile deniz ulaşımının kirlilik yükü dahil değildi. Tuna Nehri’nin Karadeniz’e taşıdığı su miktarı bizim nehirlerimizden 8 kat daha fazla olup, kirlilik 10 kat daha fazlaydı. Tuna Nehri’nin taşıdığı kirli su, ağırlıklı olarak azot ve fosfor içermekteydi ve yükünün %50’si akıntı ile Marmara Denizi’ne taşınmaktaydı. Raporda, Ergene Nehri’nin Marmara Denizi’ne deşarjı durumunda öngörülen ek kirlilik yükünün günde 17.000 ton’a ulaşacağı belirtiliyordu. Raporda yapılan önerilere göre Marmara Denizi’ne kıyısı olan yedi ilin oluşturduğu Marmara Havzası’nın kirlilik yükünün önemli derecede azaltılması için “Çevre Master Planı ve Yatırım Stratejisi” uygulanmalıydı. Buna göre, kentsel yerleşimlerde üçüncü derece arıtma yapılmalı, bölgede iyi tarım yaygınlaştırılmalı, tüm katı atıklar düzenli depolanmalı ve Karadeniz için kirliliğe karşı planlanan önlemler uygulanmalıydı.
2015 yılında düzenlenen “II. Marmara Denizi Çalıştayı”nda Beyoğlu Belediye Başkanı Ali Misbah Demircan, çalıştay açılış konuşmasında şunları söyledi: “Her türlü atığı denizlerimize atmaya devam ediyoruz. Zaman zaman denizlerimizden çıkan atıkları, hayret verici bir şekilde izliyoruz. Arıtma tesislerinin verimli çalışması, bilinçli avlanma ve farkındalık konularında almamız gereken çok mesafeler var. Bu işin bütün toplumu ilgilendiren bir iş olduğu bütün boyutlarıyla ortadadır. Topyekûn bu duyarlılıkla hareket etmedikçe, kurumlarımızın çalışmaları her zaman yetersiz kalacak. Toplum olarak Marmara'yı kirlettiğimizin iki katı hızla temizlemeyecek olursak, denizimiz bize hayat vermeyecek. Taşınılamaz bir eziyete dönüşecek. Kanaatimce toplumumuzun bütün kesimlerini, belediyelerimizin gayretleri yanında saf tutmaya ikna etmemiz, Birliğimiz ve Sempozyumumuzun en önemli hedefi olmalıdır”.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) iş birliği ile 21 Aralık 2016 yılında “I. Ulusal Denizlerde İzleme ve Değerlendirme Sempozyumu” düzenledi. Sempozyum sonunda yapılan tespit ve önerileri şöyle özetleyebiliriz: “Marmara Denizi nüfus ve sanayi baskısı altındadır, körfez’ler hassas alan statüsünde olmalıdır, atık su arıtma tesislerinin teknolojisi geliştirilmelidir, 1980-2000 dönemine göre, Marmara Denizi’nde özellikle dip su oksijen durumu ve üst tabakadaki plankton tür dağılımları ve bolluğu yönünden daha da kötüleşmiş durumdadır, Marmara Denizi’ne yüklenen anorganik+organik besin tuzları girdisi arıtma kapasitesinin üzerindedir, deniz deşarjı yapan sanayi tesislerin denetimi arttırılmalı ve ileri arıtma teknolojileri uygulanmalıdır, tarımda ilaç kullanımı denetlenmelidir, kirliliği azaltacak ciddi yönetim planları gerekmektedir”.
2017 yılında “III. Marmara Denizi Çalıştayı” yapıldı. Çalıştay açılışında Marmara Belediyeler Birliği, Çevre Yönetimi Koordinatörü Ahmet Cihat Kahraman şunları söylüyordu: “Sayılan tüm bu kentsel, tarımsal, ticari ve endüstriyel etkinliğin Marmara Denizi’nin omuzlarına yüklediği kirlilik yükü yetmezmiş gibi, Almanya’dan doğan ve yaklaşık 3 bin km yol kat ederek neredeyse tüm Güney Doğu Avrupa’yı geçip Karadeniz’e dökülen Tuna Nehri yüzey akıntısı ile kirlilik tehdidi oluşturmaktadır. Bu kadar çok etken varken ve Marmara Denizi bu kadar mühim bir konumdayken etkilenen boyutları da hiç azımsanacak gibi değil; deniz ekosisteminin canlılığını idame ettirmesinden deniz kaynaklı besinlerin risk altında olmasına, ulaşım faaliyetlerinden turizme kadar ele alınması gereken birçok başlıkla karşı karşıyayız”.
Ancak herkes biliyordu ki Karadeniz’i kirleten yalnız Tuna Nehri değildi. Rusya, Kafkaslar, Bulgaristan ve Türkiye’den yeteri kadar arıtılmamış kirli sular Tuna dahil çok sayıda diğer nehirler tarafından yılda toplam ortalama 372 kilometreküp su (ort. 372 milyar ton, 1958-2014 ortalaması) Karadeniz’e boşaltılıyordu. Tuna Nehri bu boşaltımın ancak %56’nı sağlıyordu.
2017 yılında yayınlanan “2017-2023 Marmara Havzası Raporu”nda, Marmara Havzası’nda noktasal yüklerin, 2010 yılı ölçümlerine göre toplam azot (TN) için %26, toplam fosfor (TP) için %33 düzeyinde tespit edildiği belirtildi. Ölçümlere göre noktasal kaynaklı toplam oksijen ihtiyacı yükünün (KOİ) %68’i kentsel atıksulardan kaynaklanırken %32’si endüstriyel kaynaklardan gelmekteydi. Noktasal TN yüklerinin %80’inin kentsel, %20’sinin ise endüstriyel kaynaklı olduğu belirtildi. Noktasal TP yüklerinin %87’si kentsel, %13’ü ise endüstriyel kaynaklıydı. Yayılı (dere kaynaklı) azot (N) kirliliği, baskın olarak tarımsal faaliyetlerden ve hayvan yetiştiriciliğinden kaynaklanmaktaydı. Toplam mevcut yayılı kirleticiler içerisinde azot yükü açısından %57 ile başı çeken gübre kullanımı olup, bunun arkasından %22 ile hayvansal atıkların geldiği, diğer kalan kirlilik yükünün ise hayvan yetiştiriciliği ve arazi kullanımından kaynaklanan azot yükü takip etmekteydi. Atmosferik taşınım, foseptikler ve sızıntı suyu yükleri, toplam N yayılı yükleri açısından sadece %7’lik bir paya sahipti.
15 Mart 2017 tarihinde ÇŞB ve TÜBİTAK MAM Başkanlığı arasında imzalanan sözleşme ile ülkemizdeki tüm denizlerin kirliliğinin ve kalitesinin 3 yıl süreyle izleneceği “Denizlerde Bütünleşik Kirlilik İzleme Projesi” başladığı ilan edildi. Bu proje kapsamında yürütülecek araştırmaların sonucunda edinilen bulguların değerlendirilmesi, kirlenmiş veya riskli noktalar için alınacak tedbirlerin politikalara, yasal düzenlemelere, strateji ve eylem planlarına dahil edilebilmesi amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlar, belediyeler ve sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerin katılım sağlayacağı belirtildi.
20 Eylül 2018’de “Her Yönüyle Marmara Denizi 2018 Yılı Çalışma Verileri” hakkında Tekirdağ’da yapılan toplantıda, yurt içi ve yurt dışından 18 üniversitenin katıldığı proje sonuçları tartışıldı ve yapımı süren Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile dünyanın en kirli akarsuyu olarak kabul edilen Ergene’nin Marmara’ya akıtılması durumunda Marmara’nın kurtuluşunun kalmayacağı, kirliliğin Marmara’yı kilitleyeceği belirtildi.
11-13 Aralık 2019 tarihinde ÇŞB tarafından “II. Ulusal Deni̇zlerde İzleme ve Değerlendi̇rme Sempozyumu” düzenlendi ve sempozyum bildiri özetleri 2020 yılında yayınlandı. Sempozyumun sonuç bildirgesinde ötrofikasyon (*), kimyasal kirlilik, biyoçeşitlilik, deniz çöpleri, hidrografi ve gözlem sistemleri başlıkları altında denizlerimizdeki durum özetlendi. 2014-2019 yılları arasında yapılan ölçümlerde Marmara Denizi’nde toplam organik karbon içeriğinin %0.3-%6.7 olduğu, Marmara Denizi ve özellikle İzmit Körfezi’nde yüksek düzeyde cıva bulunduğu, Küçükçekmece civarında ağır metal içeriğinin orta-yüksek düzeyde olduğu, yazın fitoplankton (*) bolluğunun arttığı ve yoğun çöp birikimi olduğu tespitleri yapıldı. Araştırmacılar, toplam organik karbon içeriklerinin Karadeniz’de %0.2-10.4, Ege Denizi’nde ise %0.3-4.7 arasında değiştiğini belirttiler. Karadeniz’den gelen suyun kirliliği düşünüldüğünde Marmara’nın nasıl bir ek kirlenme yükü ile karşı karşıya olduğu anlaşılmaktaydı. Marmara Denizi’nde ve özellikle İzmit Körfezi’nde yüksek seviyede cıva zenginleşmesi, Küçükçekmece kıyılarında ise orta-yüksek düzeyde kadmiyum, bakır ve çinko zenginleşmesi bulundu. Yapılan senaryo çalışmaları, Marmara Denizi’nde kirliliğin giderilmesi ve hipoksiya (oksijen yokluğu) riskini ortadan kaldırmak için tüm havza ölçeğinde bütüncül önlemler alındığında (kirletici azaltılması ve biyolojik arıtma) en az 6 yıl gibi bir süre gerektiğini göstermekteydi.
Marmara’nın deniz salyası her yerde ve her derinlikte gözlenmeye başlayınca gündemin en önemli konularından biri oldu. Konunun uzmanları ve ilgili kurumların temsilcileri 1970’lerden bu yana elde ettikleri, raporladıkları ve tartıştıkları bulguları ve yaptıkları önerileri yinelemeye başladılar. Daha önce yapılan eylem planlarındaki önerileri hızla uygulamaya koyamayan yürütme erki, yeniden toplantılar düzenleyip yeni eylem planları yapmaya başladı. Nüfusu 25 milyona varan, sanayinin %30’unu bünyesinde barındıran, önemli alt yapı ve arıtma sorunları olan ve üstüne üstlük üzerinde 6 tane Boğaziçi Köprüsü kadar köprüler yapılacak Kanal İstanbul gibi gereksiz projelerle Marmara Havzası’nın kirletme yükünü daha da arttıracak ve çevre tahribatına neden olacak anlayışın, bu salya afetini nasıl bertaraf edeceği merak konusudur. Marmara Denizi’ni kirleten ve içerisinde barınan canlıları yok eden son 50 yılın kirlilik unsurlarının neler olduğu yukarıda özetlenmiş ve kaynakçada sıralanan rapor ve makalelerde verilmiştir. Eylem Planları ilan etmenin bir faydası olsaydı bugün bu salya afetini yaşamazdık ve Marmara Denizi boğulmazdı. 1970’lerde İzmit Körfezi’ndeki aşırı kirlilik sorunu vesilesi ile kurulan Marmara Belediyeler Birliği’ne, üniversitelere, ilgili bakanlıklara, meslek örgütlerine, sanayi ve ticaret odalarına önemli görevler düşmektedir.
Evsel, endüstriyel ve tarımsal atık suların kirliliğinde boğulan Ergene Nehri sularının, 2011 yılında başlatılan ıslah ve arıtma projesi ile Saros Körfezi yerine bir boru hattı ile derin deniz dejarjı yoluyla Marmara Denizi’ne boşaltılması planlandı. Ergene 1, Ergene 2 ve Çorlu 1 arıtma tesisleri bitirildi ve kalan bölümü olan Velimeşe Arıtma Tesisi'nin de 2021’de tamamlanacağı belirtildi. Kasım 2020’de biten bazı tesislerin açılışı yapıldı ve Ergene Nehri Marmara Denizi’nin derinliklerine boca edilmeye başlandı. Ne ilginçtir ki bu tarihten sonra Marmara Denizi’ni hızla kaplayan devasa salya sorunu ortaya çıktı.
Marmara Denizi insan kaynaklı bir çevre afeti ile karşı karşıyadır. Bu afet nedeniyle denizden faydalanan ve ekonomik değer üreten herkes olumsuz etkilenmiştir. Uzmanlar, gelecek yıl da bu sorunun sürme olasılığının yüksek olduğuna işaret etmektedirler. Son 50 yıllık bilimsel çalışmaların sonuçları, kirlenen denizlerimizle ilgili önemli sorunları ve çözüm önerilerini ortaya koymuştur. Onlarca yıldır evlerden, sanayiden, kıyı dolgu ve tahribatından, Karadeniz’den gelen kirli sudan, gemilerden, kirli havadan karışan her türlü kimyasal ve organik kirleticileri arıtmak için önerilen uygulamaları yapmak için bir engel yoktur. Sorunlar çözülmemişken Kanal İstanbul gibi coğrafya değiştiren, milyarlarca ton hafriyat çıkaran ve ortalığı toz dumana boğacak projeler bu Marmara Denizi’ne ek kirlilik yükleri yaratacaktır.
Bugün yaşadığımız deniz salyası afeti sonrası uzmanlar tarafından yapılan yeni ölçü ve analizlerle deniz yüzeyinde 5 farklı fitoplanktonun, deniz tabanında ise 2 farklı fitoplanktonun deniz salyasına neden olduğu saptandı. Önceki yıllara göre Marmara Denizi’nde daha yüksek salya hücresi bolluğu ve klorofile rastlandığı, önceki yıllarda yapılan araştırmalarda da belirtildiği gibi yeni fitoplankton türleri ortaya çıktığı görüldü. Bu türlerin sayısal olarak bolluğa ulaşmasına ve deniz salyası oluşturmasına neden olan evsel ve endüstriyel ve karasal atık sularının kontrol altına alınması, balıkçılığın denetlenmesi, gemi balast sularının ve sintine deşarjının önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması önerildi. Kıyı alanlarının çeşitli nedenlerle doldurulmasının ekosistemi bozduğu, canlı türlerini etkilediği ve dalga hareketleriyle kıyıya vurarak denizlerin kendi kendini temizleme özelliğini yok ettiği vurgulandı. Marmara Denizi'nde özellikle son yıllarda yoğun kıyı tahribatı yaşadığı ve durumun deniz salyasının kütlesinin denizde kalış süresini uzattığı sonucuna varıldı.
1926’dan başlayıp bugüne kadar, Marmara Denizi, Boğazlar ve Karadeniz’de yapılan araştırmaları, tespitleri ve çözüm önerilerini kronolojik sırayla özetlemeye çalıştığım bu yazımı, uzun yıllar denizlerimizde araştırmalarını çok sayıda rapor ve makalelerle duyuran hidrobiyolog Levent Artüz’ün sözleriyle bitirmek istiyorum. “Marmara Denizi öldü. İlk yapılması gereken şey bugüne kadar gelen sürecin sorgulanması…. Bunca zaman benim paramla yapılan kolektörler ‘arıtma’ olarak lanse edildi, ön arıtma tesisleri ‘arıtma’ olarak lanse edildi. ‘Milyarlık yatırımlar’ dendi, ‘milyon dolarlık yatırımlar’ dendi, birçok şey yapıldı… Bu sürecin sorgulanması lazım ki biz aynı hataları, başka böyle Kanal İstanbul gibi cin fikirli projelerde yapmayalım. Temel'in dediği gibi, ‘Haçan bu bize ders olsun’. Bakanlığın eylem planının tek bir maddesi olmalı, o madde de şu: Marmara Denizi, hatta denizlerimiz alıcı ortam olarak kullanılmayacaktır, nokta! Bu, benim tahminim büyük bir hızla beş sene gibi bir sürede yapılır”.
(*) Terimler:
Biyosönotik: Belirli çevresel faktörler ile donatılmış bir ortamda yaşayan tür topluluklar biosönoz (biocoenosis) olarak nitelendirilirler. Bu kavram, bitkisel ve hayvansal organizmalar ile, içersinde yaşadıkları ortamın fiziko-kimyasal özellikleri arasındaki belirgin etkileşimi vurgulamak için kullanılır.
Abiyotik: Atmosferik koşullar ve su kaynakları gibi bir ekosistemin tüm cansız faktörlerinin bulunduğu ortamdır. Bunlar su, ışık, radyasyon, sıcaklık, nem, atmosfer, asitlik ve toprak olarak sıralanabilir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Abiyotik_fakt%C3%B6r
Ötrofikasyon: Büyük su ekosisteminde (göl, deniz vb) başta karalardan gelenler olmak üzere, çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük oranda artması sonucu, plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalmasıdır. Bu durum sudaki çözülmüş oksijen miktarını azaltarak uzun vadede su ekosisteminin ölümüne neden olabilir. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96trofikasyon
Ekosistem: Belirli bir kısımda bulunan canlılar ile bunları saran cansız çevrelerinin karşılıklı ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik arz eden çevresel sistemlerdir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ekosistem
Plankton: Suda bulunan ve hareket yeteneği akıntıya bağımlı olan canlılara verilen genel isimdir. Genellikle mikroskobik boyutta ve tek hücreli oldukları varsayılmakla birlikte, denizanaları veya kopmuş yosunlar da okyanus bilimciler tarafından plankton olarak tanımlanır. Bitkisel planktonlara fitoplankton, hayvansal olanlarına ise zooplankton adı verilir. Göllerde, denizlerde ve akarsularda, hatta belirli şartlar altında buzullarda bulunabilirler. Dünyadaki fotosentez ile üretilen oksijenin büyük çoğunluğunu plankton üretir, diğer kısmını bitkiler üretir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Plankton
Kaynakça
- Aktan, Y., Altuğ, G., Topaloğlu, B. & İşinibilir, M., 2010. İzmit Körfezi Müsilaj Çalışması Sonuç Raporu, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Aralık, 2008, pp.72.
- Aktan, Y., Dede A. & Çiftçi, P.S., 2008. Mucilage events associated with diatoms and dinoflagellates in Sea of Marmara, Turkey. Harmful Algae News, an IOC Newsletter on Toxic Algae and Algal Blooms, No: 36. https://www.researchgate.net/publication/284430858_Mucilage_event_associated_with_diatoms_and_dinoflagellates_in_Sea_of_Marmara_Turkey
- Aktan, Y., İşinibilir, M., Topaloğlu, B. & Dede, A., 2010. İstanbul Marmara Denizi’nde musilaj oluşumu, Marmara Denizi 2010 Sempozyumu, 25-26 Eylül 2010, 444-455.
- Alcan, N. & Say, Ö. N., 2000. Türk Boğazlarında Çevrenin Korunmasına Yeni Bir Yaklaşım: Özellikle Duyarlı Bir Deniz Alanı, Marmara Denizi 2000 Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 11-12 Kasım 2000, İ stanbul, TÜDAV Yay. No: 5, ss. 55-69.
- Arabacı, A., Artüz, M. L., Ünal, Z. B., Eskiocak, M., Ergene Platformu, Gürseler, G.İ., Fırat, M., İnci, O., Kaçar, B. Trakya Platformu, Polat, C., Saraçoğlu, G.V. & Yavuz, C.I., 2015. Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesi ve Marmara Denizi, Ortak İnceleme Raporu. Türkiye Barolar Birliği, T. B. B. Yayınları, Ankara. http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/515.pdf
- Artüz, İ., 1990. Marmara Denizi ve Boğazlar bölgesinde kirlenmenin boyutları ve tarihsel gelişimi. İstanbul Çevre Sorunları ve Çözümleri Sempozyumu. İ.T.Ü. Maçka Kampüsü, 9- 13 Nisan 1990, s. 289. https://www.google.com/search?safe=active&sxsrf=ALeKk00hOtWi5UFm7C-ZI64f168mMu93YQ:1623683267085&source=univ&tbm=isch&q=I%CC%87stanbul+C%CC%A7evre+Sorunlar%C4%B1+ve+C%CC%A7o%CC%88zu%CC%88mleri+Sempozyumu.+I%CC%87.T.U%CC%88.+Mac%CC%A7ka+Kampu%CC%88su%CC%88,+9-+13+Nisan+1990&sa=X&ved=2ahUKEwi2tPLCs5fxAhWILewKHWzEAJYQjJkEegQIExAC&biw=1357&bih=624#imgrc=uSgZhCpmL86kBM
- Artüz, M. L., 2008. Marmara Denizi genelinde gözlemlenen karışık alg patlaması sonucunda oluşan musilaj agregat konusunda rapor, 31 Mart 2008, 118 sayfa. http://www.marem.org/HidroGrafi/DBase/HaberFoto/BASIN%20B%C4%B0LD%C4%B0R%C4%B0S%C4%B0_M%C3%BCsilaj-2.pdf
- Artüz, M. L., 2014. Marmara ve boğazların ekolojisi ve değişimler. https://www.researchgate.net/profile/M-Levent-Artuez/publication/237575364_MARMARA_VE_BOGAZLARIN_EKOLOJISI_VE_DEGISIMLER/links/0deec530f3dcc29d1f000000/MARMARA-VE-BOGAZLARIN-EKOLOJISI-VE-DEGISIMLER.pdf
- Artüz, M. İ., 1974. İstanbul Boğazı ve civarı deniz sularının hidrografik verileri, Bölüm II., 1949 - 1973 Dönemi. HBAE yayınları.
- Artüz, M. İ. & Baykut, F., 1986. Marmara Denizi’nin Hidrografisi ve Su Kirlenmesi Açısından Bilimsel Etüdü. İst. Üniv. Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, No:3, İstanbul. https://www.nadirkitap.com/marmara-denizinin-hidrografisi-ve-su-kirlenmesi-acisindan-bilimsel-etudu-m-ilham-artuz-kitap4308193.html
- Artüz, M. L, Artüz, O. B., Gülen., D., Aydemir, A. & Sönmez, B., 2010. Marmara Deni̇zi̇’ni̇n deği̇şen oşi̇nografi̇k şartlarinin i̇zlenmesi̇ projesi̇ 2009 senesi̇ Teki̇rdağ bölgesi̇ çalışma veri̇leri̇, 82 sayfa. http://www.marem.org/HidroGrafi/Web/Trk/Kitap/Tekirdag.pdf
- Artüz, M. L., 1994. Marmara Denizi Araştırmaları Nisan 1994 ölçümleri. (Rapor) İ .T.Ü. Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi. http://docplayer.biz.tr/9977138-Marmara-denizi-arastirmalari-nisan-1994-olcumleri-ilk-bulgular-m-levent-artuz.html
- Artüz, M. L., 2005. Marmara Denizi'nde 06.10.1989 tarihinde meydana gelen kütlesel balık ölüm olayı konusunda rapor, M.B.B. çalışma raporu, 89/2, Nr. 123
- Artüz, M. L., Helvacıoğlu, İ. H., Aydoğdu, H., Akyıldız, H., Kırdağlı, M., Aydın, M., Demir, K. & Sükan, M., 1995. Marmara Denizi ekosisteminde değişen oseanografik şartların araştırılması (ön raporlar) Bölüm: 111. Nisan-Mayıs 1994 dönemi hidrografik istasyon çalışmaları, İ.T.Ü. Gemi İnşaatı ve Denizbilimleri Fakültesi., İ .T.Ü. Araştırma Fonu. İstanbul.
- Atıksu Arıtımı Eylem Planı (2017–2023), 2017. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, 2017, 302 sayfa https://webdosya.csb.gov.tr/db/cygm/dokumanlar/atiksu-aritimi--8230-9458-20180410150458.pdf
- Balkıs-Özdelice, N., Durmus, T. & Balcı, M., 2021. A Preliminary Study on the Intense Pelagic and Benthic Mucilage Phenomenon Observed in the Sea of Marmara / IJEGEO 8(4): 414-422 (2021)
- Bat, L., Öztekin, A., Şahin, F., Arıcıl, E. & Özsandıkçı, U., 2018. An overview of the Black Sea pollution in Turkey https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/480276
- Çevre ve Şehi̇rci̇li̇k Bakanlığ ÇED İzi̇n ve Deneti̇m Genel Müdürlüğü, Deni̇zlerde Bütünleşi̇k Ki̇rli̇li̇k İzleme Programı, 2014-2016 Yılı Marmara Deni̇zi̇ Özet Raporu, 2017, 71 Sayfa. https://www.den-iz.org/Upload/Dosyalar/dosya-pdf/2-sempozyumu-bildiri-ozetleri-3ea0589f-83c9-4a8a-9509-c235cce5d8b9.pdf
- Deniz salyası: Denizin ‘organik başkaldırısı’, 2021. https://sarkac.org/2021/05/deniz-salyasi-nedir/#:~:text=Deniz%20salyas%C4%B1%20ya%20da%20bilimsel,tetiklendi%C4%9Fi%20d%C3%BC%C5%9F%C3%BCn%C3%BClen%20organik%20bir%20olu%C5%9Fum.
- Ediger, D. & Yılmaz, A., 1996. Variability of light transparency in physically and biochemically different water masses: Turkish Seas. Fresenius Environmental Bulletin 5: 133-140.
- Ediger, D., Beken, Ç., Yüksek, A. & Tuğrul, S., 2016. Eutrophication in the Sea of Marmara. In: The Sea of Marmara; Marine Biodiversity, Fisheries, Conservation and Governance (eds., Özsoy, E., Çağatay, M.N., Balkıs, N., Öztürk, B.), TÜDAV), İstanbul, Turkey, Publication No: 42, pp. 723-736.
- Güven K. C. & Öztürk, B. (editörler), 2005. Deni̇z Ki̇rli̇li̇ği̇ Anali̇z Yöntemleri̇-İlgi̇li̇ Uluslararası Sözleşmeler, 2005. Editörler: İstanbul Üniversitesi, Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği, Su Ürünleri Fakültesi Enstitüsü, TÜDAV Yayınları, 2005.
- Güven, K. C., Nesimigil, F., Cumalı, S., Yalçın, A. & Çoban, B., 2010. Oil pollution level in sea water and sediments of Turkish Straits (Bosphorus, Sea of Marmara, Dardanelles) and Golden Horn during 2004-2007, J. Black Sea/Mediterranean Environment Vol. 16 (3): 253- 283(2010)
- Havza Koruma Eylem Planlarının Hazırlanması-Marmara Havzası, 2010. Tübitak MAM Çevre Enstitüsü, 466 sayfa. https://www.academia.edu/13760966/T%C3%9CB%C4%B0TAK_MAM_%C3%87EVRE_ENST%C4%B0T%C3%9CS%C3%9C_%C3%87E
- http://www.blacksea-commission.org/SoE2009-2014/SoE2009-2014.pdf
- http://www.hudutgazetesi.com/yazar/7925/ergene-marmara.html
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1516496
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/227364
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/646355
- https://keyem.marmara.edu.tr/gundem/agustos-2020
- https://lab.csb.gov.tr/denizlerde-butunlesik-kirlilik-izleme-i-5886
- https://marmara.gov.tr/UserFiles/Attachments/2018/05/17/9a366d19-35c6-4d4d-8194-7fac90a73c18.pdf
- https://tudav.org/calismalar/deniz-alanlari/marmara-denizi/marmara-denizi-eylem-plani/
- https://webdosya.csb.gov.tr/db/cygm/dokumanlar/atiksu-aritimi--8230-9458-20180410150458.pdf
- https://webdosya.csb.gov.tr/db/destek/icerikler/aat_eylem_plan--20191127122144.pdf
- https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/ergene-havzasini-kirlilikten-kurtaracak-projede-aritilmis-sular-ilk-kez-denize-desarj-edildi/2043406
- https://www.evrensel.net/haber/435173/hidrobiyolog-levent-artuz-marmara-denizine-yapilan-tum-desarjlar-acilen-durmali
- https://www.indyturk.com/node/359086/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/deniz-salyas%C4%B1-marmara-denizini-tehdit-ediyor
- https://www.researchgate.net/publication/343696142_MARMARA_DENIZI%27NIN_DEGISEN_OSINOGRAFIK_SARTLARININ_IZLENMESI_PROJESI_2017_SENESI_CALISMA_VERILERI
- https://www.slideshare.net/skilic/ergene-havzas-eylem-plani-2011
- https://www.slideshare.net/skilic/ergene-havzasi-koruma-eylem-plani-degerlendirme-toplantisi-20-01-2012?next_slideshow=1
- https://www.tarimorman.gov.tr/SYGM/Belgeler/havza%20koruma%20eylem%20planlar%C4%B1/Marmara_Havzasi.pdf
- https://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/BALIK_BALIKCILIK/1957/57_10.pdf
- https://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/BALIK_BALIKCILIK/1958/58_08.pdf
- https://yesilgazete.org/ergene-nehrinin-kirli-suyu-bosaltilirsa-marmara-denizi-3-ay-icinde-kullanilmaz-hale-gelecek/amp/
- Marmara Denizi Sempozyumu, “Derdimiz, Değerimiz, Denizimiz; Marmara”, İstanbul, Marmara Belediyeler Birliği, Aralık 2012, https://marmara.gov.tr/etkinlikler/marmara-denizi-sempozyumu/
- Ulusal Denizlerde İzleme ve Değerlendirme Sempozyumu, 21 Aralık 2016, https://ced.csb.gov.tr/1.-ulusal-denizlerde-izleme-ve-degerlendirme-sempozyumu-bildiri-ozetleri-kitabi-i-82692
- Marmara Denizi Sempozyumu, 22-23 Aralık 2015, A. C. Kahraman, Editör, Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları, İstanbul, 2016, 219 s. https://mbbkulturyayinlari.com/wp-content/uploads/2020/11/II.-Marmara-Denizi-Bildiri-kitabi.pdf
- Ulusal Denizlerde İzleme ve Değerlendirme Sempozyumu Bildiri Özetleri 11-13 Aralık 2019, Ankara. https://www.den-iz.org/Upload/Dosyalar/dosya-pdf/2-sempozyumu-bildiri-ozetleri-3ea0589f-83c9-4a8a-9509-c235cce5d8b9.pdf
- Marmara Denizi Sempozyumu, 21-22 Kasım 2017, “Bölgesel İşbirliği-Tuna”, Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları, 231 s. https://mbbkulturyayinlari.com/raporlar/iii-marmara-denizi-sempozyumu-bildirileri/
- İşi̇ni̇bi̇li̇r, M., 2010. Marmara Deni̇zi̇ zooplanktonun son yıllardaki̇ deği̇şi̇mi̇ ve müsi̇laj’in etki̇si̇, Marmara Deni̇zi̇ 2010 Sempozyumu Bi̇ldi̇ri̇ler Ki̇tabı, 25-26 Eylül 2010 Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi, İstanbul, 469-482.
- İstanbul’un Su Politikası Sempozyumu, 2008, 26-28 Haziran 2008, CHP İstanbul İl Başkanlığı, İstanbul, 426 sayfa. https://www.krttv.com.tr/images/upload/CHP-%C4%B0STANBUL-UN-SU-POL%C4%B0T%C4%B0KASI-SEMPOZYUMU.pdf
- Koruma Eylem Planı Durum Değerlendirme Raporu, Marmara Belediyeler Birliği, Ergene Havzası, Hazırlayanlar: A. C. Kahraman ve M. Özkul, 2018, 32 sayfa. https://marmara.gov.tr/UserFiles/Attachments/2018/12/28/5b310972-a243-4ad4-b777-d64bf43365a0.pdf
- Marmara Belediyeler Birliği https://marmara.gov.tr/biz-kimiz/
- Marmara Denizi 2000 Sempozyumu Bildiriler Kitabı 11-12 Kasım 2000 Ataköy Marina, İstanbul http://old.ims.metu.edu.tr/pdf/1199.pdf
- Marmara Deni̇zi̇ 2010 Sempozyumu, 25-26 Eylül 2010, Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi, (Editör B. Öztürk), İstanbul. http://tudav.org/wp-content/uploads/2018/04/content_Marmara_Denizi_2010_Sempozyumu.pdf
- MBB-ÇŞB, Marmara Denizi Koruma Eylem Planı, DÇEP (2019-2023), İstanbul.
- Mülga Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 2013. Marmara Denizi Kirlilik Raporu, Su Kalitesi Yönetimi Daire Başkanlığı. https://slideplayer.biz.tr/slide/9751813/ ). https://www.tarimorman.gov.tr/SYGM/Menu/46/Su-Kalitesi-Daire-Baskanligi-Sunumlari
- Okay, A. I., Mater, B., Gürseler, G., Artüz, M.L. & Okay, N., 2007. Bilimsel Açı dan Marmara Denizi, Artüz, M. L. (editör), Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 119 Kültür Serisi: 2, 290 sayfa. http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/bilimsel-acidan-marmara.pdf
- Raymond Hovasse, 1932. Baltalimanı Hayvanat İstasyonu, Darülfünun Fen Fakültesi Mecmuası, sene 9, sayı 1, 1932, s.1409-1421.
- Salihoğlu, B. & Öztürk, B. (Ed.), 2021. İklim Değişikliği ve Türkiye Denizleri Üzerine Etkileri, TÜDAV, Yayın no: 60, İstanbul, Türkiye.
- Saydam, C., 2015. Kanal İstanbul’un Karadeniz’e Olası Etkiler, Kent Akademisi- Kent Kültürü ve Yönetimi Hakemli Elektronik Dergi-Cilt:8, Sayı: 2, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/405856
- Saydam, C., Tuğrul, S., Baştürk, O. & Oğuz, T., 1993. Identification of the oxic/anoxic interface by isopycnal surfaces in the Black Sea. Deep Sea Research 40, 1405–1412. https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/096706379390119N
- Shiganova, T.A., Tarkan, A.N., Dede, A. & Cebeci, M., 1995. Distribution of the ichthyo-jellyplankton Mnemiopsis leidyi (Agassiz, 1865) in the Marmara Sea (October 1992). Turkish J Mar Sci 1: 3-12.
- The Sea of Marmara Marine Biodiversity, Fisheries, Conservation and Governance, TÜDAV, Publication No: 42, 2016, (Editors: Özsoy et. al), 986 sayfa. https://tudav.org/wp-content/uploads/2018/04/THE_SEA_OF_MARMARA_2016_low.pdf
- Ulusal Atık Yönetimi Eylem Planı, 2016. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, 120 sayfa. https://yalova.csb.gov.tr/ulusal-atik-yonetimi-ve-eylem-plani-2016-2023-yayinlandi-haber-221261
- Yüksek, A. & Sur, H. I., 2010. First observation of the mucilage formation in the Sea of Marmara in October 2007. Report of the Workshop on Algal and Jellyfish Blooms in the Mediterranean and Black Sea. İstanbul, Turkey, 6-8 October 2010; S9-10. GFCM: SAC13/2011/ınf.17.
- Zaitsev, Yu. P., Alexandrov, B. G., Berlinsky, N. A. & Zenetos, A., 2002. The Black Sea: an oxygen-poor sea. In: Europe's biodiversity-biogeographical regions and seas. Environmental issue report, Published by EEA (European Environment Agency) Copenhagen, 24 sayfa.
Bir şey eksik kalmıştı bu coğrafyada; afet risklerini azaltmaya odaklanmış bütünleşik bir afet yönetim ve yönetişim düzeni ve kent planlama düzeni kuramamış, yerelde örgütlenememiş, yerel-merkezi yönetim işbirliklerini geliştirememiştik. Şehircilik bilimini umursamadık. Başta deprem olmak üzere afetlere dayanıklı, yaşanabilir, çevre ve iklim dostu inşaat işlerini ve şehirciliği gerçekleştiremedik
Türkiye’deki can kaybı oranı Japonya’dakine oranla yaklaşık 32 kez daha fazla oluyor
Deprem tehlike haritalarımız ve deprem bina yönetmeliklerimiz var olmasına rağmen şu soru akla geliyor: Bu tehlike ve kurallar biliniyorsa neden depremlerde yıkılıyoruz ve canları kaybediyoruz?
© Tüm hakları saklıdır.