26 Mart 2022

Deprem riskini azaltmak için ayrılan 'Rezerv Alan' nasıl 'Kanal İstanbul Alanı' oldu?

İBB'nin İstanbul Metropolitan Plânlama Bürosu'nda, Rahmetli Hüseyin Kaptan'ın yönetiminde İstanbul'un geleceği plânlanırken, birileri de başka mahfillerde Kanal İstanbul'u plânlıyormuş!

18.373 vatandaşımızın hayatını kaybettiği 17 Ağustos 1999 tarihindeki 7.4 büyüklükteki Kocaeli, Gölcük depremi İstanbul'dan uzaktaydı, ancak 454 can kaybı oldu ve 1880 kişi yaralandı. Depremde, 41 bine yakın konut ve iş yerinde hasar oluştu, 18 bin 162 konut orta ve ağır şiddetteki hasar yüzünden oturulamaz hale geldi. Bu büyük deprem, göçlerle nüfusu artan ve denetimsiz yapı yoğunlaşmaları oluşan sanayi şehri Kocaeli ve çevresinde büyük can ve mal kayıplarına neden oldu. Deprem şehrin içerisinden geçen Kuzey Anadolu Fayı'nın bir parçası üzerindeydi. Kuzey Anadolu Fayı Marmara Denizine girerken kollara ayrılır. Bu kollardan kuzeyden geçen ve İstanbul'a en yakın olan Ana Marmara Fayı son 2000 yıldır çok sayıda yıkıcı deprem üretmiştir. Üniversiteler ve resmi/özel kurumlar Ana Marmara Fayı dahil Marmara'daki aktif faylarda olacak büyük deprem tehlikesi, yaratacağı riskler ve risklerin azaltılması ile ilgili çok yönlü bilimsel ve teknik çalışmalar yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Bu konuda çok zengin bir yazılı kaynak dağarcığı oluştu.

İstanbul'un maruz kalacağı deprem tehlike ve riskleri belirlendi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), üniversiteleri ve ilgili kurumları bir araya getirerek 2002, 2003, 2007, 2009, 2010 ve 2019 yıllarında İstanbul İli ve çevresinin karşılaşabileceği deprem tehlikesi ve deprem risklerinin* anlaşılması ve olası risklerin azaltılmasına** yönelik çok sayıda bilimsel ve teknik araştırmalar yapılmasını sağladı ve raporlar yayımladı. Ana Marmara Fayı'nın ürettiği depremlerin 2.000 yıllık tarihine baktığımızda bu fayın büyük deprem oluşturma olasılığı oldukça yüksek. Günümüzde olası bir depremin büyüklüğü, yeri ve tarihi konusunda kesin bir bilgi verilemiyor. Ancak, Marmara'da bugüne kadar yapılan jeolojik, jeofizik ve sismolojik araştırma bulgularını baz alan gelişmiş olasılık (ihtimal) hesaplarına göre İstanbul dahil çevresinin büyük bir depremle karşılaşma olasılığı yüzde 65'e ulaşmış durumda. 

İBB'nin İstanbul'un deprem kaynaklı kayıpları azaltma strateji ve eylemlerini belirlemek amacıyla yaptırdığı en önemli çalışmalardan biri, İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden katılan çok sayıda uzman tarafından hazırlanan ve 2003 yılında İBB tarafından yayınlanan 1.334 sayfalık İstanbul Deprem Master Plânıdır. Plân, o tarihlerde dünyada örneği belki de bulunmayan ve toplumun bir çok kesimini etkileyecek ve ilgilendirecek bir deprem risk yönetim plânıydı ve eyleme yönelik kurgusu ile bünyesinde üç temel paketi barındırmaktaydı. Birinci paket, İstanbul'un bütünü için hazırlanması gereken ve farklı sektörel önlemlerin eşgüdümünü sağlayan sakınım plânını** içeriyordu. Bu kapsamda risk analizleri yapılacak, sakınma standartları ve uygun risk yönetimi biçimleri belirlenecek, her sistem ya da sektörün ilgili tarafları ve bu tarafların yükümlülükleri belirlenerek program içerisindeki görevlerine ilişkin taahhütler yer alacak ve uygulamayı denetlemekle sorumlu taraflar belirlenecekti. İkinci paket, yüksek riskli bölgeler olarak tanımlanan alanlarda toplu dönüşüm süreçlerinin başlatılması amacıyla alt proje ve uygulama paketlerinin hazırlanması ve ivedilikli eyleme geçilmesi işlerini tanımlayan yerel eylem plânıydı. Üçüncü paket ise, ilk iki paket grubunun gerçekleştirilmesi için gereken ortamların, ya da çerçeve koşullarının sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla araştırma ve etkinlik programlarını ve projelerini belirleyecekti. 

Deprem odaklı kentsel dönüşüm için İstanbul'un Avrupa yakasında rezerv alan ayrıldı

İstanbul Deprem Master Plânı'nda yapılan önerileri, strateji ve eylem planları uygulamaya geçirilmedi ve raflarda unutuldu. Benzer bir davranış, 2009 yılında İBB'de oybirliği ile onaylanan 100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Plânı için de sergilendi. 'İstanbul'un Anayasası' olarak adlandırılan ve yaşanabilir ve güvenli bir İstanbul'un geleceğine dair bilimsel dayanakları olan kararlar alınan bu plân da uygulanmadı. İstanbul'un deprem dahil diğer olası doğal afet risklerinin azaltılması için tespitler ve çözüm reçeteleri ile ilgili bir çok çalışma yapılmıştı ama arşivlerde kapağı açılmadan bekletiliyorlardı. 

'İstanbul'un Anayasası' 2009 yılında onaylandıktan bir yıl sonra İstanbul'un tüm plânlarını ve dengelerini alt üst edecek bir 'Çılgın Proje' konusu gündeme geldi. Sabah Gazetesi'nde 23 Eylül 2010 tarihli bir yazısında Hıncal Uluç şöyle yazıyordu: 'Telefon elimde dondum kaldım.. Bu İstanbul konusunda bugüne dek duyduğum en çılgın proje.. Biri bana 'Bin proje say' dese, bin gün izin verse aklıma gelmez. Öyle çılgın'. Hıncal Uluç'a Kanal İstanbul'un o konuşmada yeri tarif edildi mi bilmiyorum. Öyle anlaşılıyor ki bu 'Çılgın Proje' 2010 yılından çok önce, bir ihtimalle 'İstanbul'un Anayasası' İBB'de oybirliği ile onaylanmadan çok daha önce plânlanmış. Hıncal Uluç projeyi anladığını ama 'kamuoyuna açıklamak Başbakanın hakkı' diyerek açıklamıyordu. Demek ki, halkın vergilerinden milyonlarca lira harcanarak yüzlerce uzmanın gece gündüz çalışarak hazırladığı, rahmetli Topbaş'ın 2009'da 'İstanbul'un Anayasası' diyerek övündüğü İstanbul Çevre Düzeni Plânı, bazı kimselerin hiç umurunda değilmiş. Demek ki, İBB'nin İstanbul Metropolitan Plânlama Bürosu'nda, Rahmetli Hüseyin Kaptan'ın yönetiminde İstanbul'un geleceği plânlanırken, birileri de başka mahfillerde Kanal İstanbul'u plânlıyormuş!

12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimleri öncesi propaganda konuşmaları sırasında bir animasyon eşliğinde 'Çılgın Proje' adı takılan Kanal İstanbul projesi hükümet tarafından ballandırılarak halka tanıtıldı. Kanal nereye kazılacak bilmiyorduk ama daha sonraki gelişmelerden öğrendik ki birileri biliyordu. Avrupa yakasını ortasından yararak Marmara Denizi ile Karadeniz'i birleştirecek bu kanalın yapılmasına dair açıklanan gerekçelerden biri, İstanbul Boğazı'nı gemi trafiğinin yaratacağı tehlikelerden koruyacak iddiasıydı. Halbuki, 2009 yılında İstanbul Boğazı'ndan geçen gemi sayısı 51.422, 2019 yılında 41.112 olmuştu. Ayrıca son yıllarda geliştirilen akıllı manevra sistemleriyle son 15 yılda yaşanan kaza sayısı yüzde 39 azalmıştı. En dar yeri 698 metre olan İstanbul Boğazı çevresinin büyük gemi trafiğinden dolayı tehlike altında olduğu iddia ediliyordu. Ama, İstanbul Boğazı'ndan daha uzun ve çevresine milyonlarca kişi yerleşecek 300 metre genişlikteki, 20.7 metre derinlikteki kanaldan, 350 metre uzunluğu, 50 metre genişliği ve 17 metre su çekimi olan tanker geçerken tehlike oluşmayacaktı! Bu inandırıcı mı? 

14 Ocak 2012 tarihinde yabancıların da katıldığı bir toplantıda MÜSİAD İnşaat Sektör Kurulu Başkanı şunları söylüyordu: '2011 yılında Avrupa'daki mali krize rağmen inşaat sektörü büyüdü. Ancak, 2012 yılı için özellikle Avrupa'daki krize bakarak büyüme rakamlarında 3-4 puanlık düşüş bekleniyor. İnşaat sektörünün büyümeye devam etmesi için Kanal İstanbul gibi projelerin hayata geçirilmesi bekleniyor. Öte yandan, kentsel dönüşüm yasasının bir an önce çıkmasını bekliyoruz. Çürük binaları bir an evvel yıkıp yenilerini yapmalıyız. İstanbul tüm Anadolu'yu besler ama tüm Anadolu İstanbul'u besleyemez'. Düşünce tarzı, vizyon ve niyet gayet açık. Hatırlarsınız, Tanıl Bora 2021 yılında bir kitap yayınlamıştı, adı 'İnşaat Ya Resulullah'.

2012 Şubat ayının sonunda 6306 sayılı 'Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun' teklifi TBMM'ye geldi, 48 saat içerisinde aceleyle ilgili komisyondan geçirildi ve 16 Mayıs 2012 tarihinde yürürlüğe konuldu. Kanun uyarınca başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde kentsel dönüşüm uygulamaları için seçilen riskli alanlar ilan edilmeye başlandı. Bugüne kadar, İstanbul'da farklı ilçelerde kentsel dönüşüm yapılacağı belirtilen toplam 1.213 hektarı (12 milyon metrekare) kapsayan 60 riskli alan ilân edildi. Bunların en büyükleri sırasıyla Gaziosmanpaşa'da 158 hektar, Sarıyer'de 140 hektar ve Kadıköy'de (Fikirtepe) 134 hektarlık alanlardı. Fikirtepe'deki toplu dönüşüm süreci 15 yıl önce başlamıştı ve halen çözülemeyen sorunlar nedeniyle dönüşüm süreci aksamış, çok sayıda hak talebi davalık olmuş ve bir çok hak sahibi konutlarına kavuşamamıştır. Bazı ilçelerde, birkaç riskli alanda (Esenler Havaalanı Mahallesi, Zeytinburnu Sümer Mahallesi) bir çok sorunlarla karşılaşılmasına rağmen toplu dönüşüm yapılabilmiş ancak hak sahiplerinin kaçının mağdur olduğu, yeni konutlarından memnun olduğu ve oralarda halen mesken tuttukları konusunda bir bilgimiz yok. 

Türkiye'de ilan edilen toplam riskli alanın beşte birini yüklenen İstanbul'daki 60 tane deprem riskli alanda ikamet eden milyonlarca insan için hakkaniyete uygun, alt ve orta gelir grubu hak sahibini mahrum etmeyecek, güven duygusunu sağlayan, hak sahibini müşteri gibi görmeyen, yaşanabilir mekânlar oluşturan ve sürdürülebilir bir toplu dönüşüm nasıl yapılacak? 6306 sayılı kanun bu soruların yanıtlarını verecek bir içerikte değildi. Kanun iki kez Anayasa Mahkemesi iptali, beş kez kanun değişikliği, bir kez KHK değişikliği ve sekiz kez uygulama yönetmeliği değişikliği gördü. Bu durumdan dolayı kentsel dönüşüm alanlarında hak sahipleri bakanlığa, belediyeye ve müteahhitlik düzenine nasıl güvenecek? 

Riskli alanlarda toplu dönüşüm yapılacaksa uygulama yapılacak alanlarda ikamet edenlerin istekleri doğrultusunda bir yerlere taşınması ve yeni yapılacak konutlarda ikametinin sağlanması gerekiyordu. Bu durumda bir yeni yerleşim alanı veya rezerv alan gereksinimi ortaya çıkıyordu. Belirlenecek bir rezerv alanda önce konutlar yapılacak, bu konutlara riskli alanlardaki hak sahipleri taşınacak ve boşalan riskli alanlara yeni imar düzenlemeleri ile yaşanabilir ve deprem güvenli binalar yapılacaktı. Hükümet bu stratejiye dayanarak, 6306 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği tarihten üç ay sonra, 8 Eylül 2012 tarih ve 3573 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Küçükçekmece Gölü-Terkos Gölü arasında kalan 38.400 hektarlık alan 'olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacı' için rezerv alan olarak ilan edildi. 6306 sayılı kanun, değişik Madde 2c'ye göre 'rezerv yapı' alanını şöyle tanımlıyordu; 'Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ'nin veya İdarenin (Belediye) talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar'. Buna göre, ilan edilen 38.400 hektarlık rezerv alan, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından deprem tehlikesi altında olduğu beyan edilen toplam 1.213 hektarlık riskli alandan 'tasfiye' edilen binalardaki halkın barındırılması için inşa edilecek yapıların alanı olacaktı. Ancak bu karada bir tuhaflık vardı. Bu ilanla, İstanbul Çevre Düzeni Plânı'nın İstanbul'un kuzeyindeki su toplama havzalarının, ekolojik koridorlarının, tarım, mera ve orman alanlarının imara açılmaması konusunda sınırları ihlal ediliyordu. Küçükçekmece Havzası zaten heyelanları, sıvılaşma alanları, tsunami tehlikesi ve deprem sırasında yüksek zemin büyütmesi nedeniyle yapılaşmanın yoğunlaşmaması gereken bir yerdi. Sazlıdere Barajı ve Terkos Gölü dahil su havzaları mutlak koruma alanlarıydı. İstanbul'da deprem için rezerv alan açılacak başka yer yok muydu? İstanbul'un bir çok yerinde hazineye veya diğer kamu kurumlarına ait boş alanlar vardı, ancak buralar üst gelir grubuna yönelik iş kuleleri, rezidanslar ve AVM'ler için imara açılıyordu. 

Deprem için yeni yerleşim (rezerv) alanı iptal ediliyor ve Kanal İstanbul projesine dahil oluyor

Küçükçekmece Gölü ve Terkos Gölü arasında kalan ve deprem riski altındaki halkın yeni yerleşim alanı olacağı beyan edilen 38.400 hektarlık rezerv alan ilanından sonra İstanbul'da deprem, tsunami vb afet riski altında olan halkın buraya yerleştirilmeleri konusunda toplu kentsel dönüşüm plânlanması için hiç bir girişim olmadı. Ama başka bir şeyler olmaya başladı. Rezerv alandaki arsalara yerli ve yabancı kişilerce talepler başladı ve metrekare fiyatları hızla yükseldi. Halkı deprem riskinden koruma amaçlı kentsel dönüşüm için ilan edilen 38.400 hektarlık rezerv alanın kuzeyindeki 9.000 hektarlık arazi 3 Mayıs 2013'te İGA yatırımcılarına 3. Havaalanı inşaat işi için ihale edildi. Sonra ilginç bir şey daha oldu. Bu ihaleden 6 ay sonra, 2014 tarihinde, Bakanlık deprem riskli alanlarda bulunan halkın yerleştirilmesini sağlamak amacıyla ilan ettiği rezerv alan uygulamasına kısmi olarak son verdi. Kanal İstanbul projesinden etkilendiği belirtilen ve ÇED raporuna göre toplamda 735.297 kişinin yaşadığı bu bölgede Arnavutköy'de 12 mahalle, Başakşehir'de 6 mahalle, Küçükçekmece Atakent'teki mahallenin tümü ve Avcılar'da Tahtakale mahallesi dahil rezerv alandan çıkarıldı. Bakanlık neden böyle bir karar aldı? Rezerv alanlar iptal olunca, afet riski altında olduğu bilinen ve rezerv alanda yapılacak deprem güvenli yeni yerleşimlere taşınacak halk kitleleri ne olacaktı? Bu sırada İstanbul'da bir çok mahalle için riskli alan ilan edilme işlemleri sürdürülüyordu, ama yeni rezerv ilan edilmiyordu. Getirisi yüksek ve üst gelir grubunun bulunduğu alanlarda 'yık-yap' yoluyla 6306 sayılı kanun hükümleri kullanılarak lüks inşaatlar yükseliyordu. Özellikle sahillere yakın ve deniz gören alanlar müteahhitler için en cazip gayrimenkul geliştirme alanlarıydı. Kentsel dönüşümü parsel bazında yenileme ve gayrimenkul geliştirmeye dönüştürenler, inşaatlarının yüzde 40'ını İstanbul'da, bunun da yarısını Kadıköy sınırları içerisinde yaptılar. Acaba neden? 6306 sayılı kanundaki amaç maddesindeki 'afet riski altındaki alanlarda' ve özellikle orta ve alt gelir grubu halkın yaşadığı alanlarda toplu dönüşüm işi yapmak cazip değil miydi?

Meğerse, deprem için ayrılan rezerv alanın ortası Kanal İstanbul olacakmış!

Deprem için ayrılan rezerv alan iptalinden sonra hükümet Kanal İstanbul'u tescil eden bir adım daha attı. Nisan 2016'da bir torba kanun maddesiyle İmar Kanunu'nun 5. maddesine ek yapılarak 'Su yolu; imar plânı kararıyla yapay olarak oluşturulan ve deniz araçlarıyla ulaşımın sağlandığı su geçididir' tanımı eklendi. Böylece, Kanal İstanbul Projesi'ne yasal bir dayanak daha kazandırılmış oldu. Bu değişiklikten hemen sonra Kanal İstanbul Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) çalışmaları için pazarlık usulü ile ihale açıldı. İhale gerekçesi 'Kanal İstanbul Projesi'nin Türkiye'nin jeopolitik durumuna etkisi, tehlikeli madde taşıyan gemilerin İstanbul Boğazı için risk oluşturması ve Türkiye'nin milli güvenliğini tehlikeye atması ve ülkemizin OHAL kapsamında olması gibi sebepler' olarak açıklandı. İstanbul Boğazında bir kaza 'milli güvenliği tehlikeye atmak' bakımından önemli bir gerekçe olabiliyor ama Kanal İstanbul 'Montrö Boğazlar Antlaşması' bakımından bir hükümranlık sorunu olmuyor mu?

Kanal İstanbul ÇED çalışması için tek bir şirket teklif verdi ve 3 Ağustos 2017 tarihinde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile yapılan sözleşme ile ÇED raporu çalışması 34 milyon 990 bin TL'ye şirkete ihale edildi. Üç ay gibi oldukça kısa bir sürede hazırlanan Kanal İstanbul Projesi ÇED başvuru raporu, Kasım 2017'de ilgili bakanlığa sunuldu. Proje için 5 farklı güzergah seçeneği üzerinde çalışma yapıldığı ve sonucunda Marmara Denizi kıyısı, Küçükçekmece Gölü, Sazlıdere Baraj Havzası, Sazlıbosna Köyü, Dursunköy'ün doğusu, Baklalı Köyü, Terkos Gölü'nün batısı ve Karadeniz kıyısı şeklinde oluşturulan alanın Kanal İstanbul Projesi için en uygun güzergâh olduğu belirlendi. 3 ay gibi kısa bir sürede böyle büyük bir coğrafyada ne kadar ayrıntılı bir bilimsel çalışma yapılmış ki en iyi güzergahın Terkos Gölü ile Küçükçekmece Gölü arasındaki güzergah olduğu anlaşılmış! Böylece Eylül 2012'de deprem risklerinin azaltılmasına yönelik kentsel dönüşüm için yeni yerleşme (rezerv) alanı olarak seçilen, ancak 2014 yılı başında iptal edilen rezerv alan ilçeleri ve onlara ait 20 mahalleye ait alan Kanal İstanbul güzergahı için 'en uygun' bulunmuş oldu. 

Süreç içerisinde tarihlere baktığımız zaman gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz: Eylül 2010'da bir köşe yazarı çılgın projeden bahsediyor, Nisan 2011'de Başbakan seçim propagandasında Kanal İstanbul projesini duyuruyor, Mayıs 2012'de kentsel dönüşüm için kanun çıkıyor, Eylül 2018'de deprem için 38.400 hektarlık alan rezerv alan ilan ediliyor, 2013'de rezerv alanın bir bölümü 3. Havaalanı için ihale ediliyor, 2014'de kentsel dönüşüm için rezerv alanın tümü iptal ediliyor, 2016'da rezerv alanın ortası Kanal İstanbul'un yasal adı olan su yolu olarak yasallaştırılıyor ve Ağustos 2017'de ÇED çalışması ihale ediliyor ve üç ay gibi bir sürede ÇED Başvuru raporu hazırlanıyor ve son tahlilde rezerv alanının tam ortası İstanbul Kanalı için en uygun (!) güzergah olarak belirleniyor. Rastlantının böylesi az görülür. Böylece amaç hasıl olmuştu. Kanal İstanbul manzaralı yeni bir inşaat furyası başlayacaktı. Ne demişti MÜSİAD 'İnşaat sektörünün büyümeye devam etmesi için Kanal İstanbul gibi projelerin hayata geçirilmesi bekleniyor'. Anlaşıldı ki, deprem odaklı kentsel dönüşüm için ayrılan rezerv alan bahane, Kanal İstanbul güzergahı oldu şahane.

Rezerv alanın kuzeyine 3. Havaalanı yapıldı. Atatürk Havaalanı ne olacaktı? Haziran 2019'da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Atatürk Havaalanı'nın yerinde 14 milyon metrekare alanda 'millet bahçesi' yapılacağını açıkladı. Kovid-19 salgını başlayınca salgınla mücadele etme adına, Nisan 2020'de, Atatürk Havaalanı'nın pisti dahil 125 bin metrekaresine 71 bin metrekare kapalı alanı olan tek katlı bir acil durum hastanesi yapılmasına karar verildi. Hastanenin 'dönemsel değil, kalıcı bir hastane olacağı' ifade edildi. Hastane 31 Mayıs 2020'de törenle açıldı. Kovid-19 salgını bütün hızıyla sürerken 28 Ekim 2021'de Cumhurbaşkanı kapatılan Atatürk Havaalanı'nın Millet Bahçesi olarak düzenleneceğini söyledi. Kasım 2021'de, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Atatürk Havaalanı'nın millet bahçesi ihalesinin yıl sonunda yapılacağını açıkladı. Bu yazı yazıldığı tarihte sözü edilen millet parkına dair bir ihale duymadık. Acaba, önce millet bahçesi, sonra kalıcı hastane ve tekrar millet bahçesine dönüşen proje plânı, acaba daha başka bir inşaat projesine dönüşecek mi?

Yetmedi, Kanal İstanbul Katar'da fuarda görücüye çıktı!

18 Ocak 2018 tarihinde medyada şöyle bir haber yer aldı; 'Katar'da Kanal İstanbul rüzgârı esti. Medya City'nin organizasyonunda Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) ana partnerliğiyle gerçekleşen 2. Expo Turkey by Qatar'a Kanal İstanbul damgasını vurdu. Fuarda, güzergahı yeni belli olan Kanal İstanbul rüzgarı esti. Proje güzergâhında 4.6 milyon metrekare arsa stoku bulunan Emlak Konut ortak yatırım için teklif götürdü'. Meğerse rezerv alan, ortasındaki Kanal İstanbul ve çevresi ile üst gelir grubuna yönelik inşa edilecek villalar, rezidanslar ve AVM'lerden oluşan bir 'yeni şehir' yaratmak için kullanılacakmış! Böylece, deprem risklerini azaltma adına kentsel dönüşüm için ilan edilen rezerv alan; 2009 yılında kabul edilen 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Plânı'nda korunması gereken su havzalarını, ekolojik koridorları, tarım ve orman alanlarını ortasından yaran Kanal İstanbul adlı bir rant alanına dönüştürüldü. 2012 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile kentsel dönüşüm için rezerv alan ilan edilen bölge, yurtiçinde ve yurtdışında inşaat rantına sunuldu. Şirketler ve yabancı yatırımcılar bölgede arazileri satın almaya başladılar. 2011-2019 yılları arasında bölgede 30 milyon metrekare büyüklüğündeki arazi el değiştirdi. Arazilerin yeni sahiplerinden en büyük alana sahip ilk 10 şahıs/şirketten 3 tanesinin Arap yatırımcılar olduğu belirtiliyordu. Bu arada yatırımcıları cezbetmek için 8 Haziran 1994 tarih ve 3996sayılı 'Bazı yatırım ve hizmetlerin yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılması hakkında kanun' madde 2'ye, 26 Temmuz 2018 tarihinde yapılan bir değişiklikle 'Kanal İstanbul ve benzeri su yolu projeleri' ibaresi eklendi. 

Dünya ve Türkiye, Ukrayna'daki savaşla ilgili konulara yoğunlaşmışken, 2 Mart 2022'de Türkiye'nin en büyük gayrimenkul yatırım ortaklığı Emlak Konut'un Kanal İstanbul güzergahında 5.785 konut ve 437 ticari birim inşa edileceği haberleri çıktı. Emlak Konut yüzde 50.6 oranındaki hissesi Borsa İstanbul'da işlem gören, yüzde 49'u Toplu Konut İdaresi'ne (TOKİ) ait olan bir ortaklık yapısına sahip. TOKİ 14 Mart 2022 tarihinde Arnavutköy İlçesi Baklalı Mahallesi'nde 1. Etap olarak 40 bloktan oluşan 844 adet konut, 10 adet dükkân ve 1 adet cami inşaat etmek ve çevre düzenlenmesi için ÇED raporu başvurusu yaptı. Proje alanı Kanal İstanbul'a 259 metre, İstanbul Havalimanı'na 4 kilometre uzaklıkta. Bu konut projesinin maliyeti 250 milyon 583 bin TL. Bölgede 30 milyon metrekare arazi yerli ve yabancı yatırımcıların eline geçmiş durumda. Yatırımcılar bu arazilere ne tür projeler yapmayı plânlanıyor? Bu koşullar altında, Emlak Konut ve TOKİ konutları hangi arazilere ve hangi amaçla yapacak ? Hazine mülkiyeti olduğu belirtilen arazilerdeki projede, bölgede deprem riski altında yaşayan ailelere depreme dayanıklı konutlara kavuşması için öncelik verilecek mi? Yerli ve yabancı yatırımcıların sahiplendiği Kanal İstanbul Projesi etkilenme alanında bulunan ve 2014 yılında rezerv alan statüsünden çıkarılan 20 bölgedeki deprem riskli yapılar için TOKİ kentsel dönüşüm projeleri yapacak mı, yapacaksa nereye yapacak? 

Yazımı bitirirken Kanal İstanbul olayının nasıl bir duruma dönüştüğüne örnek olması için 'Kanal Sürgünü' başlıklı bir haberden şu alıntıyı yaptım: 'Arnavutköy Karaburun'da evim vardı. Şimdi tüm mal varlığıma el koyarak beni Hacımaşlı'ya göndereceklermiş. 3 katlı bir evim, bahçem, ağaçlarım var. Yaz aylarını geçirmek için yıllarca emek vererek yaptığım bir yer. Şimdi bunların hepsi hiçe sayılacak, beni kuş uçmaz kervan geçmez bir yere gönderecekler. Listeler açıklanmış bu doğrultuda da bir an önce evlerimizden gitmemizin bizler için daha iyi olacağına dair söylemlerde bulundular. Denizi gören ve Kanal İstanbul projesine yakın yerleri alıyorlar. Oralara kimleri getirecekler bilmiyorum. Bizleri mağdur edip başkalarını zenginleştirecekler. Tam 25 yıl emek verdiğim evim, emeğim hiçe sayılacak. Biz oraya gittiğimizde orada hiçbir şey yoktu. Her şeyi kendimiz emek vererek inşa ettik. Nereden buldular, kimden aldılar bilmiyorum ama telefonum susmuyor, emlakçılar sürekli arıyor. Karaburun'daki evimi satın almak istiyorlar. Orasının yıkılacağını söylesem de ısrar ediyorlar. Demek ki bir rant kapısı açıldı. Kimler için açıldı bunu bilmesem de birilerini yine zengin edecekler'



*Risk, herhangi bir olayın oluşturacağı tehlike olasılığını ve tehlikenin gerçekleşmesi durumunda kaybedilecek değerleri birlikte tanımlayan soyut bir kavramdır. Matematiksel olarak risk, kayıplar toplam değeri ile kayıp olasılığının çarpımıdır (Balamir, 2018). Felsefi açıdan risk, geleceğin yönetimi olarak tanımlanır. Riskleri azaltma ile ilgili literatürde “risk” sözcüğünü içeren 50'ye yakın tanım vardır. Örneğin risk türleri, risk yönetimi, risk etkenleri, risk azaltma, risk havuzu, risk kültürü ve risk paylaşımı vb bir çok tanım, afet yönetimi dahil farklı konu ve disiplinlerde sıkça kullanılmaktadır. Afet risk yönetimi afet yönetiminin iki ana unsurundan biridir. Buna göre afet yönetimi, acil durum yönetimi ve risk yönetimi konularında uzmanlıkların ayrı kurumsal birimler ile, ancak bağlantılı olarak örgütlendiği, merkezi ve yerel yetkilendirme ve sorumlulukların yasal düzenlemeler ile belirlenerek yürütüldüğü etkinlikleri kapsar (Balamir, 2018).

**Afet riskinin azaltılması, afete neden olacak unsurları anlamak ve azaltmak için sürdürülebilir çabalar yoluyla kayıpları en aza indirme eylemlerini ve uygulamalarını kapsar. Afete dönüşme olasılığı yüksek tehlikelere maruz kalmanın azaltılması, insanların ve mülkün savunmasızlığının azaltılması, arazi ve çevrenin akıllıca yönetilmesi ve olumsuz olaylara karşı hazırlıklı olunmasının tümü afet riskinin azaltılması sürecine ilişkin eylemler olarak sıralanabilir. Balamir (2018), afet ve risk yönetimi alanında plânlama etkinliklerini şöyle tanımlıyor; 'mekânsal plânlama yanı sıra ekonomik ve yönetsel konuları da kapsayan, dört farklı kapsamda ayrı uzmanlık çalışma alanı oluşturur. Bunlar iyileştirme, acil durum, sakınım ve dirençlilik plânlarıdır'. Burada adı geçen sakınım plânı, 'ülke, bölge, büyükşehir ve kent bütünü, ya da yerleşim alanı düzeylerinde, her tehlike ve risk türüne karşı hazırlanan mekânsal, sosyal, ekonomik, yasal ve yönetsel önlemlerin eşgüdümünü sağlayan, farklı risk sektörlerine ilişkin risk azaltma projelerini bütünleştiren kapsamlı plândır'. Örneğin, İstanbul Deprem Master Plânı bu tanım ve kapsamda ele alınmıştır. Balamir (2018)'e göre Risk Azaltma Eylem Plânı 'herhangi bir risk sektöründe, ya da bir mekânsal birim bütününde, paydaşların katılımı ile risk yönetimi için hazırlanan ve kapsamında çok sayıda alt projenin eşgüdümünün sağlandığı sosyo-ekonomik, mekânsal ve fiziksel plândır'. 

Yazarın Diğer Yazıları

7.1 büyüklüğünde iki deprem: Miyazaki (Japonya) depremi ve Van (Türkiye) depremi

Bir şey eksik kalmıştı bu coğrafyada; afet risklerini azaltmaya odaklanmış bütünleşik bir afet yönetim ve yönetişim düzeni ve kent planlama düzeni kuramamış, yerelde örgütlenememiş, yerel-merkezi yönetim işbirliklerini geliştirememiştik. Şehircilik bilimini umursamadık. Başta deprem olmak üzere afetlere dayanıklı, yaşanabilir, çevre ve iklim dostu inşaat işlerini ve şehirciliği gerçekleştiremedik

6 Şubat 2023 Türkiye ve 1 Ocak 2024 Japonya depremlerinin muhasebesi

Türkiye’deki can kaybı oranı Japonya’dakine oranla yaklaşık 32 kez daha fazla oluyor

“Deprem korkuttu” ve “depremi bildi” ile sorunlar çözüldü mü?

Deprem tehlike haritalarımız ve deprem bina yönetmeliklerimiz var olmasına rağmen şu soru akla geliyor: Bu tehlike ve kurallar biliniyorsa neden depremlerde yıkılıyoruz ve canları kaybediyoruz?

"
"