11 Ağustos 2024

Maduro ve Latin Amerika solu

Maduro, otoriter politikalarını Amerikan emperyalizmine karşı mücadele temelinde meşrulaştırmaya çalışıyor. Sadece Venezuela’da değil Latin Amerika genelinde ABD’nin solcu iktidarlara karşı rejim değiştirme politikası uyguladığı ve darbecileri desteklediği ortada. Ancak Maduro’nun giderek otoriterleşen rejimi, Amerikan emperyalizmine karşı Bolivarcı Devrim’in kazanımlarını korumaya çalışmaktan çok kendi kişisel iktidarını devrim pahasına konsolide etmeye yarıyor

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro

Venezuela’da başkanlık seçiminin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen siyasi kriz sona ermiş değil.

28 Temmuz’da yapılan seçimde Ulusal Seçim Konseyi (CNE), Maduro’yu yüzde 51 oyla galip ilan etti. Ancak henüz oy verme merkezlerine göre ayrıntılı sonuçlar yayınlanmadı. Gecikmeye gerekçe olarak gösterilen “siber saldırı” ile ilgili detaylı bilgi de mevcut değil. Muhalefet ise Edmundo González'in oyların yüzde 65’ten fazlasını alarak seçimi kazandığı iddiasında.

Nihai sonuçların gecikmesi ve sürecin şeffaflıktan yoksun olması, protesto ve çatışmalara yol açtı. İki tarafın da birbirini iç savaş çıkarmaya çalışmakla suçladığı süreçte en az 24 kişi öldü, onlarcası yaralandı, iki binden fazla kişi gözaltına alındı.   

Venezuela, politik şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke ve her seçim döneminde iç savaşa varan şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Bugünküne benzer şiddet olayları, önceki başkanlık seçimlerinde de yaşanmış, Nicolas Maduro’nun iktidara geldiği 2013 seçimi ve muhalefetin boykot ettiği 2018 seçimi yine çatışmalara neden olmuştu.

Bu seçim de en başından beri şiddet yüklü bir süreçte gerçekleşti. Maduro, seçimleri kazanamaması durumunda ülkenin bir kan banyosuna dönüşeceğini ve iç savaşa sürükleneceğini söylemişti. Bu şiddet söylemine içeriden ve dışarıdan sert tepkiler gelmiş, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva ve Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro gibi solcu liderler de Maduro’ya itiraz etmişti.  

Bu noktada vurgulamak gerekir ki seçimin meşruiyetine gölge düşüren unsurlar, sonuçların açıklanma süreciyle sınırlı değil. Seçimin galibi kim olursa olsun başkanlık yarışının adil olmayan bir süreçte gerçekleştiğini unutmamak lazım.

Bir yandan Donald Trump döneminden bu yana süren ABD yaptırımları ve Bolivarcı hükümete karşı antidemokratik yollara başvuran ABD destekli muhalifler, ülke siyasetinde belirleyici bir unsur olarak öne çıkıyor.

Diğer yandan silahlı kuvvetler, emniyet güçleri, seçim konseyi ve yüksek yargıyı kontrol altında tutan Maduro’nun seçim öncesinde iç savaş tehdidinde bulunması, yurtdışındaki (büyük ölçüde muhalif) 4,5 milyon seçmenin yeterince konsolosluk yetkilendirilmediği için oy kullanmakta zorlanması ve muhalefetin yoğun baskı altında tutulması mevcut durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Ülkede son olarak X/Twitter’a 10 günlüğüne erişim yasağı getirildiğini de belirtelim.

Maduro, otoriter politikalarını Amerikan emperyalizmine karşı mücadele temelinde meşrulaştırmaya çalışıyor. Sadece Venezuela’da değil Latin Amerika genelinde ABD’nin solcu iktidarlara karşı rejim değiştirme politikası uyguladığı ve darbecileri desteklediği ortada. Venezuela’da muhalefetin seçim kampanyasının arkasındaki esas kişi olan María Corina Machado, ABD’ye en yakın isimlerden biri ve Hugo Chávez döneminden bu yana antidemokratik eylemlerin çoğunda etkin rol oynadı.

Ancak Maduro’nun giderek otoriterleşen rejimi, Amerikan emperyalizmine karşı Bolivarcı Devrim’in kazanımlarını korumaya çalışmaktan çok kendi kişisel iktidarını devrim pahasına konsolide etmeye yarıyor.

Dahası Maduro, bütün Latin Amerikalı solcuları “diktatör” olarak yaftalamaya çalışan ABD’nin ekmeğine yağ sürüyor. Soğuk Savaş sonrasında Amerikan kimliğinin ve ulusal çıkarlarının yeniden inşa sürecinde komünizm yerine uyuşturucu kaçakçılığı ve düzensiz göçe dayalı tehditler öne çıkarıldı. Demokrasi ve insan haklarıyla ilişkilendirilen Amerikan kimliğine karşı yeni “öteki”ler oluşturulması gerekiyordu. 2000’lerde yükselen Latin Amerika solu tam da bu işe yaradı. Solcu liderler, Amerikan değerlerine karşıt, ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit eden ve müdahale edilmesi gereken “caudillo”lar (Latin Amerika’da 19. yüzyılda askeri diktatörlere verilen ad) olarak sunuldu.

CNN ve Fox gibi ABD merkezli küresel medya grupları, iktidara geldiği ilk günden beri Chávez’i diktatör olarak lanse etmişti. Buna rağmen Chávez’in posterleri, dünyanın birçok yerinde hak mücadelelerinde boy gösterdi, özellikle 2000’li yılların sonlarında Ortadoğu’da Filistin yanlısı gösterilerde sıkça kullanıldı. Bugün hiçbir Filistin eyleminde Maduro’nun posterini göremiyorsak bunda ABD’den ziyade Maduro’nun bizzat kendisinin payının olduğunu görmemiz gerekiyor. 

ABD Başkanı Joe Biden ile Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva

Pembe dalgadan tepkiler

Maduro’nun bu seçimlerde ilk defa bölgedeki sol hükümetlerin tepkisiyle karşılaşması boşuna değildi. “Pembe dalga” liderlerinin hepsini aynı kefeye koymak doğru olmasa da bölge genelinde ağırlıklı olarak solcu/ilerici hükümetlerin iktidarda olması, Venezuela için her zaman ABD’ye karşı bir denge unsuru oldu. Bugünkü süreçte ise Latin Amerika solunda Maduro’ya koşulsuz bir destekten ziyade ayrıntılı seçim sonuçlarının açıklanmasına yönelik bir çağrının öne çıktığını görüyoruz. 

Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, seçim sonuçlarının “profesyonel bir uluslararası denetimden” geçirilmesi çağrısında bulundu. ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda görüşen Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva ise “Venezuelalı yetkililerin tam, şeffaf ve ayrıntılı verileri derhal yayınlanması gerektiği konusunda Biden ile anlaştıklarını” söyledi.

Brezilya, Kolombiya ve Meksika hükümetleri ortak bir açıklama ile dış müdahalelere karşı Venezuela’nın egemenliğini desteklediklerini ve oy sayım sürecini yakından takip ettiklerini belirtirken Maduro’ya Latin Amerika solundan en sert tepki Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric’ten geldi.

İlk günden itibaren seçim sonuçlarıyla ilgili şüphelere dikkat çeken Boric, geçtiğimiz günlerde Maduro’nun zaferini bu haliyle tanımayacaklarını açıkladı. Seçimin ardından Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın diplomatik personelini geri çektiği ülkeler arasında Şili de yer alıyor. Maduro, Boric hükümetini Venezuela’nın içişlerine karışmakla ve Washington’a tabii olmakla suçladığı sağcı iktidarlarla bir tutuyor.

Venezuela Yüksek Adalet Mahkemesi (TSJ), resmi seçim sonuçlarının tasdik edilmesi amacıyla adayları bizzat mahkemeye çağırdı. Maduro da ellerindeki tüm tutanakları teslim etti

Venezuela solundan tepkiler

Soldan gelen tepkiler, pembe dalga liderleri ile sınırlı değil. Sesleri daha az duyulsa da Maduro’yu ilk günden itibaren sosyalist bir bakış açısıyla eleştiren aktörler de var.    

Venezuela’nın en eski partisi olan Venezuela Komünist Partisi (PCV), Maduro hükümetini “neoliberal bir dönüş” yapmakla suçluyor. PCV ile Maduro hükümeti arasındaki gerilim özellikle partinin Kasım 2022’deki kongresinden sonra iyice artmış, Ağustos 2023’te Venezuela Yüksek Adalet Mahkemesi (TSJ), PCV’ye müdahale ederek partiye geçici bir yönetim kurulu atamıştı. Gerekçe, partinin mevcut liderliğinin “yasadışı” görülmesiydi.

PCV’ye göre Maduro’nun ülkeyi uluslararası piyasalara eklemlemeye çalışması, işçilerin ücretlerini baskı altına alması ve toplu sözleşme hakkını kaldırması Bolivarcı Devrim’in kazanımlarına ters düşüyor.

PCV, Maduro hükümetinin işçi sınıfındansa ulusal burjuvazinin belirli bir kesimini temsil ettiğini öne sürüyor. Buna göre, Maduro hükümeti işçilerin haklarını elinden almakla kalmıyor, sendikal mücadeleleri kriminalize etmek için şiddetli bir baskı politikası uyguluyor.

PCV’ye göre, mevcut siyasi kriz, “petrol rantının kontrolü için burjuvazi fraksiyonları arasında süren tarihi anlaşmazlığın şiddetli bir tezahürü”.

Krizi “iki hegemonik ulusal burjuva kesimi arasındaki çatışma” olarak tanımlayan PCV, iki kutba karşı işçi sınıfı ve halk örgütlenmesine dayalı bir alternatif oluşturma çağırısında bulunuyor.

Venezuela’da da görüldüğü gibi liderlerin fazla öne çıkması, rejimlerin kişiselleşmesine ve devrim sürecindeki radikal seslerin kısılmasına yol açıyor.  

Latin Amerika solunun liderlere değil halklara dayandığını artık görmek gerekiyor. 

Esra Akgemci kimdir?

Esra Akgemci, lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu.

Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doçent olarak görev yapıyor. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kutsal bitkiden endüstriyel ürüne: Tekila üretimi agaveyi bitirecek mi?

Endüstriyelleşen agave tarımı, sadece yarasalar için değil agaveler için de büyük bir tehdit oluşturuyor. Zira bitkinin çoğalmasını sağlayan yarasalar olmazsa agave de olmaz. 10 milyon yıldır birlikte evrimleşen bu iki türün kaderi birbirine bağlı

Kızlarının içindeki anneler

Annelerinin kaderinden kaçmaya çalışan, onların yaptığı hataları kendi çocuklarında tekrarlamamaya özen gösteren ve her şeye rağmen annelerini anlamak için çabalayan kadınların hikâyeleri hiç bitmez. Açılan yaralar kapanmayabilir, yine de her hikâyede mümkün olan bir şey vardır

Benjamin Arditi ile söyleşi: "Popülizm diye bir şey var mı?"

Aşırı sağın popülist olduğunu söylemekte herhangi bir risk görmüyorum. Ancak aşırı sağı nitelemek için "popülist" sıfatının kullanılmasında da herhangi bir katma değer görmüyorum. Daha iyi anlaşılmasına ne gibi bir katkısı var ya da seçimlerdeki olağanüstü büyümeyi ne kadar açıklayabiliyor? Ben başka şeylere odaklanmayı tercih ederim. Örneğin, Ruth Wodak'ın kamusal söylemde utanmazlığın normalleşmesi olarak adlandırdığı şey

"
"