30 Haziran 2012

Yurda dönen bir gurbetçinin ilk izlenimleri

Yepyeni bir evin pirüpak mutfağında, nasıl da özlediğim güneşin sımsıcak ışığında, yemyeşil bir Ankara parkına bakan...

Bir koskoca yılın yarısı bugün geride kaldı. Bu güzel gazetenin yaramaz bir yazarı, araya müthiş bir koşturmalı tempo karışıp da, iki aydır dokunamadığı emektar klavyesinin, itinayla tozunu aldı. Kartpostallarını Amsterdam’dan değil, Ankara’dan yazmaya hazırlandı.

Cebinde nasıl da birikmiş heveskâr cümleler, içinde acemi bir heyecan, aklında oyuncaklı fikirler vardı.

Geçen süreye sıkışmış kilometrelerce yol, dolup dolup boşalan yüzlerce eşya kolisi, burnundan kıl aldırmaz gümrük memurları, boya kokulu ferah evler… Vedalarla vuslatlar, sılayla gurbet birbirine karışırken, iki ülke arasında yer değiştiren özlemler… Neylersin sevgili okur, alışmak yaşamanın yarısıdır derler.

Yepyeni bir evin pirüpak mutfağında, nasıl da özlediğim güneşin sımsıcak ışığında, yemyeşil bir Ankara parkına bakan penceremin kedi gibi kıyısında, söze nereden başlayacağımı düşünüyorum şimdi.

Aklıma geçen gün kuaförde dinlediğim, çok yaşlı pek tatlı teyzenin öyküsü düşüyor. Manikürcü Ayfer’in, hüzünlü bir şefkat ile inceden dalga geçer bir mizah arasında gidip gelen anlatımıyla dinlediğim üzere; bu teyzecik, iki sokak ötedeki yaşlılar evinden özel izinle haftada bir gün çıkıyor. İnci kolyesini şık döpiyeslerine, sedefli pembe rujunu en az 80 takvimin gölgesi vurmuş gül yüzüne yakıştırıp, tini mini kuaföre geliyor. Beyaz saçlarına platin röfleler attırmak, bazen kesim, bazen fön yaptırmak, bazense salt muhabbet için uğradığında, ne içersiniz diye sorulunca, “rakı içerim evladım” deyiveriyor. “Aman teyzecim, kuaförde ne rakısı, hem daha öğlen bile olmadı” demeye kalmadan, “ne içersiniz denince gönlümden geçeni söyledim, ince belli bir çay verin bari” diye güzel gözlerini deviriyor. Sonraki gelişlerde pizza sipariş edilmesini, yandaki bakkaldan fıstıklı çikolata alınmasını, hiç olmadı, az şekerli kahvesinin yanında bir tanecik sigara tutulmasını arzu ediyor. Sonunda kuaför endişeye düşüp, teyzeyi almaya gelen huzurevi görevlisine durumu çaktırmadan anlattığında, “aman ne olur ikramda bulunmayın, sağlığına zarar verirsiniz” uyarısını alıyor. Bir sonraki sefer, yeme-içme taleplerini kibarca geri çevirdiklerinde, teyzecik derin derin içini çekiyor; “…unutmayın evladım, mevcut koşullar ne olursa olsun, yaşanan anların tadına varmak elzemdir” gibi bir şey söylüyor. Küsmüş müdür, yakınlarda başka bir kuaför mü bulmuştur bilinmez, arada huzurevinin bahçesinde dinlenirken ya da bir görevlinin kolunda sokakta yürürken görülse de, bir süredir bizim kuaföre uğramıyor.

Bugünlerdeki med-cezirli ruh halimden midir bilmem, bu öykü beni çok etkiledi. Çocukluğumun dingin kentinde yeni bir hayata alışırken, gazeteleri okuyup içim bulanırken, sıklıkla aklıma düşüyor.

Bu süreçte insanlar, ağız birliği etmişçesine, neden medeni diyarları bırakıp da döndünüz, gele gele Ankara’ya mı geldiniz gibi, gereksiz ve duyarsız sorular sormaktan bir türlü yorulmuyor. Başlarda hevesli, sonradan bıkkın, ifadesiz bir yüzle, aile ve memleket özlemimizden, Avrupa’da yükselen ırkçılık nedeniyle zorlaşan iş şartlarından, kutu gibi evlerden, kuzeyin bitmek bilmez soğuğundan, finansal krizden, ortaya karışık bir şeylerden söz ederken, artık, “aklıma Kuğulu Park’taki süt mısırcı düştü, kalktım geldim” gibi cevaplar veresim geliyor!

Polislerin sokak ortasında adam döverken elleri ağrımış, vatandaştan şikâyetçi olmuş. Koruyan ve kollayan rollerini, kontrol eden ve kısıtlayan olarak temize çeken yüce devlet, kadınların bedenleri ve ruhları dilediği şekilde bir çocuğu doğurup doğurmama, ne şekilde doğurma, ne şekilde aldırma, hamileliğini ailesine ne şekilde duyurma haklarına karışır olmuş. Eğitim sistemi arapsaçı, köprü ve yol onarım çalışmaları sırasında trafik rezalet, yetkililer çözüm üretmek yerine vatandaşa cümleten tatile gitmeyi önerir olmuş. Kör gözle yaklaşılmakta olan uğursuz savaşın ürkütücü tamtamları uykuları iyice kaçırır olmuş.

Doğruya doğru. Sabah kapıya gelen çıtır çıtır ekmekle gazete, canım Akdeniz havası, aile kavuşmalarıyla dost buluşmaları, ıhlamur kokulu serin gölgeliklerde, mangal cızırtısı buz şıkırtısına karışmış keyif akşamları, simitçiyle mısırcı… Siz de olmasanız, buralara kolay kolay alışılmaz olmuş.

Yazarın Diğer Yazıları

Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor

Kral Çıplak!

Bir varmış, bir yokmuş. Dört mevsimin birden yaşandığı cennet bir diyarda çelişki her şeyden çokmuş...

Seks Köleliği ve Grinin Ellibirinci Tonu

Türkiye medyasının en libidosuna kuvvet kalemlerinin “ay bayıldım!” çektiği...