24 Kasım 2012

Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor.

“Öleceksek adam gibi ölelim”ler, “yaşayacaksak insan gibi yaşayalım”lar havada uçuşuyor. “Ölümü kutsayan Ortadoğu”, “hayatı kutlayan Batı” ile çarpışıyor.

Büsbütün normalize edilmiş ve fena halde içselleştirilmiş bir şiddet dili ekranlardan, sayfalardan, nursuz kürsülerden taşıyor.

Bunca savaş, bunca şiddet, bunca cinnet etrafta kol gezerken, içimde büyüyen can oğlum pıtır pıtır karnıma vuruyor. Hele bu özel zamanlarda, elimde değil, gelecek günleri düşündükçe fikrim şaşıyor.  

“Merak isyan adalet, kaygı korku cesaret, içimde ne kabarıyorsa sarıp sarmalayıp saklama kaplarına koydum. Doğmamış çocuğumla akıl sağlığımı itinayla korumaya çalışıyorum” demiştim, bir önceki yazıda.

Maalesef insan gündemden bir yere kadar kaçabiliyor.

Gazeteleri hiç açmasan, haberlere hiç bakmasan olmaz. Yılların alışkanlığı, bu sefer bünyeyi merak sarıyor. Serde iş güç kariyer de var, belli başlıkları izlemek gerekiyor. Dost meclisleri, sosyal medya filan derken, gündemin inatçı yükü, ille de sırtına biniyor.

Hele o bir türlü anlayamadığım ölme ve öldürme hevesi yok mu, nedense hep başkalarını ölüme göndereceklerin riyakar rahatlığında bileniyor.

Gelgiti kendinden menkul zamanlar...

Bu dünyaya çocuk vermenin ağır ve yorucu muhasebesi, gül çocuğuna dünyaları verme dileğinin eflatun ışığıyla aydınlanıyor.

 

Zurnanın Zırt Dediği Yer

 

Şu hayatta en sevdiğim deyimlerden biridir. Alemin tüm seslerine vakıf, olgun, ehlidil zurnanın, dayanamayıp of çektiği o anın tahayyülü, nedense hep güldürür beni.

İşte o bildik ve her dem serin rüzgarlar esen Zırt durağında, ay artık bunu da yazmazsam vallahi çatlarım sapağında, oralarda bir yerlerde, az ötedeki marketi geçip de taksi durağını görünce solda, bana bir haller geldi.

İdris Naim Şahin Alevi evlerini işaretleyenlerin Counter Strike video oyunundan etkilenen yaramaz çocuklar olduğunu söylediğinde mi hatlar karıştı anımsamıyorum.

Yoksa Ali Ağaoğlu’nun zinhar tahammül edemediğim o sevimsiz fetih reklamı rüyama girdiğinde miydi?

Salih Memecan denen, ne Sizincity’sine ne o horozlu ailesine gülmenin bugüne dek nasip kısmet olmadığı komikimsi beyefendinin, açlık grevlerinin üçüncü aya girişini pastayla kutlayan karikatürünü gördüğümde de balatalarım yanmış olabilir. Dedim ya, tam olarak bilmiyorum.

Zurnanın zırt dediği yer her neresiydiyse sevgili dostlar, başımı gömdüğüm kumdan çıkarıp klavyeme sarılmak istedim.

İnsanı sağaltan tüm anlara, filmlere müziklere kitaplara yazılara; sütlü ve çikolatalı o canım tatlılara; aşkla, bereketle, sağlıkla, güzellikle doğup büyüyesi uçurtma çocuklara; bir bütün olarak her şey için ve her şeye rağmen güzel ve kutsal, “O Muhteşem Hayatımıza”; bir de aman eksik kalmasın, delidolu cumartesi ruhunu coşkuyla paylaşanlara kucak dolusu selam ederim.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kral Çıplak!

Bir varmış, bir yokmuş. Dört mevsimin birden yaşandığı cennet bir diyarda çelişki her şeyden çokmuş...

Seks Köleliği ve Grinin Ellibirinci Tonu

Türkiye medyasının en libidosuna kuvvet kalemlerinin “ay bayıldım!” çektiği...

Daha karpuz kesecektik

Yaz ve bütün çağrışımlarına her dem pür heves hazırım ama, her sabah kapıma gelip de elimde hışırdayan gazetelerden...