Çocuk aklı saf, duru, yalın, meraklı, korkusuz, benzersiz…
Bir zamanlar hepimizin içinde durduğu o gökkuşağı gerçekliği anlatmaya, yetişkin kalemi yetersiz.
Dur durak bilmeyen bir öğrenme hali, ucu bucağı olmayan bir hayal gücü ile şekerleniyor. Çocuklar dünyayı nasıl görüyorsa, aynen öyle kabulleniyor. Toplumsal kurallardan, yargılardan, hesaplardan arı biçimde, algılarınca benimsiyor. Bu yalın kabulleniş halinin özgürlüğüyle çocuklar, her türlü ayrımcılıktan alabildiğine uzak oluyor.
Ta ki öğretilene, yetişkinliğin keskin kavramlarıyla kirletilene kadar… “Eti senin kemiği benim” sistemler içinde, eğitilirken örselenene kadar…
Okuma yazma öğrenirken resimlere bakarak öyküler uydurmayı unutuyor. Boyama tekniklerini ve perspektifi öğrenirken rengârenk resimleri mekanikleşiyor. Kesin keskin bilgiler, “sus bakayım ne ayıp”lar, “el kadar çocuğun sorduğu soruya bak”lar arasında, yaratıcı ve doyumsuz merakını yitiriyor.
Büyüyor sonunda büyümesine de, her çocuk büyürken dört bir yandan eksiliyor.
0-6 yaş arası, yaşamın en sihirli yılları. Kişiliğimiz, inançlarımız, tüm gerçekliğimiz en çok o yıllarda şekilleniyor. İlgi ve sevgi kadar anlaşılmaya da ihtiyaç duyan her çocuğun gelişiminde, okul öncesi eğitim ve ilköğretim, aileden alınan temel sosyalizasyondan sonra en etkin rolü oynuyor.
Durum böyle olunca, kısa vadeli hükümet politikalarıyla cart diye değiştirilen eğitim sistemleri; çocuğun elinden inanılmaz değerli ve önemli olan oyun yıllarını almak istercesine, bir an önce onu “eğ(it)meye” nasıl da meraklı politika değişiklikleri; kesintisiz eğitim diye yola çıkıp, üç parçaya ayrılmış abuk formüllerle sistemi “iyileştirme” projeleri; insanın fena halde kanına dokunuyor.
Çocuğunuz Okula Hazır mı?
(Bence değil, ya sence?)
Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, on binlerce veli, eğitimci ve psikolog tarafından dillendirilen “66 ay ilkokul için çok erken” serzenişlerine tümüyle kulak tıkayarak ortaya konulan, “4+4+4” yasası ve genelgeyle ilkokulda okumasını uygun gördüğü 60-72 aylık çocuklardan beklenen ve olması gereken gelişimsel özellikleri sıralamış.
"Bilişsel Gelişim", "Dil Gelişimi", "Motor Gelişimi", "Özbakım Becerileri", "Sosyal ve Duygusal Gelişim" ana başlıklarında sıralanan özelliklere göre, 5-6 yaşları arasındaki bir minnağın, tek ayak üzerinde 10 saniye durabildiği gibi, ayakkabılarını bağlayabilmesi, yeni ve alışılmamış durumlara uyum sağlayabilmesi ve neden sonuç ilişkilerini kurabilmesi gerekiyor.
Listeye göz atınca pek afili görünen, insanın üç yaşındaki yavrusunu tez elden büyütüp ilköğretime teslim edesini getiren bu maddelere bakınca, insanın hınzır aklına yaz çarpmış sorular üşüşüyor.
Onlarca yılın neden sonuç ilişkisini kuramamakta direnen, direndikçe savaşı daha yakına çağıran “büyükler”, düşüncelerini doğru bir şekilde, açıkça ifade edebilme yeti(sizlik)lerini, gün be gün tartışma programlarında kulak tırmalayarak çığıran yetişkinler, özbakım becerilerini ilkokul öncesinde bırakmış görünen, kekre kokulu erişkinler…
“4+4+4” sistemiyle, çok şükür, bütün okulları imam hatip okullarına dönüştürme şansı yakaladıklarını kürsülerden haykıran milletvekilleri…
Erdemi dinden, bilgiyi ezberden, geçmişi şanlı (ve yanlı) tarihimizden ibaret sayan, hunhar “büyüteç”ler…
Çocukken bir an önce büyümek isterdik ya, büyümek biraz da büyüyü yitirmekmiş. Biz büyüdük ve kirlendi dünya.