Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında, yıllardır devam eden vize sıkıntısı, “kriz” diyebileceğimiz bir boyuta ulaşmış bulunuyor. Sorunun iki tarafında da reddedemeyeceğiniz gerekçeler öne sürülüyor. Ancak reddedilemeyecek bu gerekçelerin ardında, kabul edilmesi imkânsız ve “eziyet” diyebileceğimiz boyutlara varmış ayrımcı bir Schengen vizesi uygulamasının inşa edildiği de bir gerçek. Diğer bir gerçek de; 64 sene önce AB’ye (o zamanki adıyla AET) üyelik başvurusu yapan, 27 yıl önce AB ile Gümrük Birliği kuran Türkiye’nin, giderek katılaşan vize rejimine muhatap olan tek aday ülke olduğu.
Türkiye-AB ilişkilerinin seyri, Türkiye’den göçmen ‘sızdırılmaması’ karşılığında Avrupa değerlerinden yer yer uzaklaşan AB’nin yaklaşımları, Türkiye’nin ağırlaşan demokrasi, insan hakları, hukuk, diplomasi sorunları malum. Bu sorunları gözden uzak tutmamakla birlikte, gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, başka bir ülkeye kaçak geçiş yapmayacağı açık olan insanlar açısından bir vize rejimi dertleşmesi yapmak istiyorum. Schengen ülkelerinin kurumsallaştırdığı vize uygulamalarının yanı sıra bunun karşısında gazetecilerin, gazeteci örgütlerinin ne yapmadığına da uzanan bir dertleşme.
Yaklaşık 15 yıldır -tamamı kısa süreli olmak üzere- yaptığım Schengen vizesi başvurusu toplamının beşi bulmadığını, yani kişisel bir sıkıntıdan hareket etmediğimi not etmekle başlayayım.
Önce örnek olarak, T24’ün karşılaştığı üç vize başvurusu tecrübesini paylaşmak istiyorum. Üç örneği; dokuz yıl önce, dört yıl önce ve geçen yıl olmak üzere bir kronoloji temsiliyetiyle seçtim. Ülke isimlerini de paylaşacağım, ancak bu örneklerin o ülkelerle sınırlı olmadığını vurgulamak istiyorum. Ülke isimlerini paylaşmamın nedeni; bir rivayetmişcesine teyidi imkânsız soyut örnekler yerine, muhataplarının reddedemeyeceği somut olaylar paylaşarak AB başkentlerini, AB ülkelerinin Türkiye’deki temsilcilerini ve temsilciliklerini ne yaptıkları konusunda bir nebze de olsa düşündürme ihtimali.
Desen: Selçuk Demirel
“Hangi parklara ve restoranlara gideceksin?”
İlk örneği, yaklaşık dokuz yıl önce, İsveç Başkonsolosluğu’nun her programına davet ettiği, ortak programlarda konuşma yapmasını istediği kıdemli bir yazarımızın acil bir vize ihtiyacı üzerine yaşadık. Acil ihtiyaç olması nedeniyle ilk adımda vize için bilgi almak üzere sözlü olarak başkonsoloslukla temas kurduk. Davetlere, çeşitli programlarda konuşmacı olmalara çağrılan yazarımız aniden başkonsolosluğun adeta tanımadığı biri oldu. Bu tavır üzerine resmi başvuruyu İsveç Başkonsolosluğu’na yapmadık, ancak bu olaydan sonra İsveç Başkonsolosluğu’nun hiçbir programına katılmadık. (Bazılarının öne sürdüğü gibi İsveç’ten -ve elbette başka hiçbir ülkeden- fon almadığımız gibi, görüldüğü üzere vize bile almakta zorluk çekiyoruz:)
İkinci örneği, yaklaşık dört yıl önce T24 Dış Politika Editörü’nün, Federal Almanya’nın resmi yayın kuruluşu Deutsche Welle’nin daveti üzerine yaptığı Schengen vizesi başvurusu sürecinde yaşadık. Editörüm, bir sabah erken saatte beni arayarak, “talep üzerine bir araya getirdiği bütün evraka ilave olarak, Alman makamlarının T24’ün bütün banka hesaplarının dökümünü de istediğini” söyledi. Editörümle birlikte, vize başvurumuzu o noktada durdurmaya karar verdik.
Bu tavır üzerine dönemin Almanya Başkonsolosu’na “vize politikası kapsamında dile getirilen sorunların farkında olduğumuzu, ancak ülkesinin resmi kurumunun davetini belgeleyen yazıya rağmen onlarca evrakı içeren rutin vize dosyasının hazırlandığını, buna karşın son dakikada T24’ün bütün banka hesaplarının dökümünün istenmesini yadırgadığımızı, böyle bir taleple ilk kez karşılaştığımızı, karşı karşıya kaldığımız davranışın vize uygulamasının amacı dışında kalan bir kötü muamele olduğunu, bu tavrı kabul etmeyerek vize başvurumuzu geri çektiğimizi” belirten bir mektup gönderdim. Vize başvurumuzu geri çekmemize rağmen, mektubu, bir diplomat olarak, temsil ettiği başkentin ve misyonun davranışını reddettiğimizi bilmesini istediğim için gönderdiğimin de altını çizdim.
T24 Editörü o seyahate gitmese de, mektubun ardından o vize iki hafta gibi bir süreyle verildi. Dört yıldır Almanya diplomatik misyonlarının nazik davetlerine icabet etmiyor, hiçbir programlarına katılmıyoruz.
Üçüncü örneği, yıllardır olan biten her şeye rağmen yine de inanılması güç bir vize sorgulamasıyla yaşadık. Bu kez Danimarka’dayız. T24 Editörü, geçen yıl Kopenhag’a özel bir seyahat için Danimarka’dan vize talep etti. Ücretini ödeyerek, kabarık vize evrakını tamamlayarak yaptığı başvurunun ardından sonucu beklerken bir telefon geldi. Arayan Ankara’daki Danimarka Büyükelçiliği’ydi. Büyükelçilik görevlisi, “Kopenhag’da ne yapacaksınız” diye soruyordu. Editörüm, “Arkadaşımın nikâhına katılacağım” yanıtını verdi. Büyükelçilik görevlisi bu yanıt üzerine “Başka ne yapacaksınız” sorusuyla devam etti. Editörüm anlamadığını söyleyince, büyükelçilik görevlisi sorusunu açtı:
“Mesela hangi restoranlara, hangi parklara gideceksiniz?”
Danimarka, bu soruların ardından, -pasaport kayıtlarında da gördüğü üzere- yüksek öğrenimini ABD ve Almanya’da yapmış, yıllarca bu ülkelerde yaşamış -ama hiçbir ülkeye kaçmamış- T24 yöneticisi editörümüze, üç hafta vizeyi uygun gördü.
Vize tekeli olmuş şirketlerin önündeki kuyruklarda ömür tüketen binlerce insanın binlerce hikâyesi var kuşkusuz, ama örnekleri uzatmayayım, durum bu.
“Vize bizim işimiz değil, o bölüm ayrı”
Peki, Türkiye’deki yabancı diplomatlar, rutin ve önemli bir mesai yaptıkları gazeteciler ve yazarlar bu durum kendilerine iletilince ne yanıt veriyorlar, onu da paylaşayım. Neredeyse şaşmaz yanıt aynı:
“Vize bizim işimiz değil, o bölüm bizden ayrı.” Nokta.
Doğru, diplomatik misyonlarda vize bölümleri ayrı. Hatta işler aracı şirketlere devredildi, o kadar ki, büyük bir vize sektörü oluştu.
Doğru da, Türkiye’de örneklerini verdiğim tuhaflaşan ölçülerde amacı dışına çıkarılan vize uygulamaları; kendi ülkelerini bulundukları ülkede dostane, barışçı, yapıcı bir şekilde temsil etme misyonları da bulunan diplomatları hiç mi ilgilendirmiyor? Bir yandan “Vize işleri bizim dışımızda” diyerek sırtlarını döndükleri Türkiye’deki gazetecilerle diğer yandan yakın ilişkiler kurma çabası daha ne kadar bir arada sürdürülebilecek?
AB kurumlarından ve Schengen ülkelerinden yapılan açıklamalardaki ortak vurguyu, “Türkiye, AB ülkelerine en fazla sığınmacı başvurusu gelen beşinci ülke. İncelemeler o nedenle de uzun sürüyor” şeklinde özetleyebiliriz.
Evet, sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Büyük bir insani sorun yaşanan Türkiye, şu anda dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülke konumunda. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? Mehmet Y. Yılmaz’ın T24’teki yazısında sorduğu üzere, Deniz Türkali’nin 78 yaşında ülkesinden kaçıp Almanya’da dönerci falan mı açacağı düşünülüyor?
AB ülkelerinin varsaydığı en kötü ihtimal üzerine de bir soru; Deniz Türkali gibi bir sanatçı -evlerden uzak- iltica talebinde bulunsa kabul edilmeyecek mi?
Reddedilmeyen vizeler neden birkaç hafta?
Randevu almanın bile aylar sürebildiği vize başvurularına karşı hoyratça ve nüanssız tavırda diğer önemli sorun süreler. Türkiye’deki insanlar için “dünya kadar para” haline gelmiş ücretler ve onlarca evrakla yapılan başvuruların ardından ret kararı çıkmadığında, bu kez çok kısa sürelerle verilen vizeler ne anlama geliyor? Örneğin beş yıl vize isteyen bir gazeteciye sadece birkaç hafta/ay vize verince, o gazetecinin iltica başvurusu yapma ihtimali bertaraf mı edilmiş oluyor?
Meslekleri gereği daha sık ülke dışına gitmek zorunda olan gazetecilere, yazarlara, sanatçılara, iş insanlarına, yasa dışı göç ihtimali bulunmadığı ayan beyan ortada olduğu halde seyahat özgürlükleri ihlal edilen bilcümle insanlara bu eziyet neden?
Gazeteciler ve meslek örgütleri neden sessiz?
Diplomatların görev yaptıkları ülkelerde en yoğun mesai içinde oldukları meslek mensupları arasında gazetecilerin de bulunduğu bilinir. Gazeteciler ve yayın kuruluşları sık sık yabancı diplomatlar tarafından ziyaret edilir, gündemdeki konulara ilişkin olarak görüşleri, yorumları, yaklaşımları sorulur. Yabancı misyonların en sık davet gönderdikleri, zaman zaman ortak programlara/konferanslara çağırdıkları meslek mensupları arasında gazeteciler de yer alır.
Her ülke için geçerli bu ilişkinin, Türkiye’de hiçbir nüans gözetilmeyen vize uygulamasındaki hoyratlık nedeniyle adeta şizofrenik bir hâl aldığını söylersem abartmış olmam. Bir taraftan diplomatların “mesleki” olarak bu kadar hedefinde bulunan gazeteciler, diğer taraftan vize talepleri söz konusu olduğunda aynı diplomatlar tarafından tanınmamakta, bu şekilde son derece tuhaf bir ilişkiyi sürdürmekteler.
Türkiye’de görev yapan Schengen ülkeleri ve AB diplomatlarının, bu tavırlarıyla adeta “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” demiş oldukları gazeteciler ve meslek örgütleri neden sessiz? Neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar? Ne kaybedeceklerini düşünüyorlar?
Neden yıllardır devam eden kötü muameleye maruz kalmak, ya ret yanıtı ya da birkaç hafta/ay koklatılan vizeler eşliğinde ısrarla itilip kakılmak gazetecilerin, yazarların, sanatçıların ve hepsinin meslek örgütlerinin ağırına gitmiyor?
Konuştuğum her gazeteci bu durumdan yakınmasına rağmen, bazılarıyla temas da kurduğum meslek örgütleri bu konuda adım atmamakta, bu eşitsiz ilişkiyi sineye çekerek sürdürmekte kararlı görünüyor. Gazeteciler ve meslek örgütleri, sürekli “hiçbir şey kazandıkları” bu kayıtsızlıktan vazgeçecek olurlarsa, örnek olabilecek bir çağrı metnini aşağıda paylaşıyorum.
Son olarak, Türkiye’de görev yapan diplomat dostlarımızın yanlış anlamalarını istemem, hepsinin başkentlerinden aldıkları talimatları uyguladıklarını elbette biliyoruz. Amacım böylesine eşitsiz bir ilişkiyi reddettiğimizi bu şekilde kayda geçirmek olsa da, yüksek olmamakla beraber umudum AB ülkeleri diplomatlarının, başkentlerine bu satırlarla da seslenmesi.
Gazetecilerin de diplomatların da, mümkün olanı yeniden tarif etmelerinin artık kaçınılmaz olduğu bu sorun konusunda herkesin ama herkesin söylendiğini biliyorum. Ben söylenmedim, muhataplarımıza daima söyledim ve burada bir kez daha söylüyorum.
Meslek örgütlerine çağrı metni önerisi
"Türkiye'nin de milyonlarca insanla muhatabı olduğu sığınmacı sorunlarını anlamakla beraber vize rejiminin uzun süredir amacı dışında kullanıldığı ortadadır. Kaçak giriş/kalış yapmayacağı açık olan insanlar, sanatçılar, yazarlar, iş insanları, gazeteciler ya vize retleriyle ya da reddedilmemekle birlikte çok kısa süreli vizelerle sistematik biçimde mağdur edilmektedir.
Bu tavır, vize başvurularında talep edilen onlarca evrak ve başvuru ücretlerine rağmen yıllardır bir 'kötü muamele' şeklindedir ve giderek daha da kötüleşen muamele seyrinde devam etmektedir.
Türkiye'deki yabancı diplomatların, rutin mesailerinde sürekli olarak mesai içinde oldukları gazetecilere, ‘Bizim için sadece Türkiye sınırları içinde gazetecisiniz' anlamına gelen tavrını yadırgıyor, eşit olmayan bu ilişkiyi reddediyoruz.
Üyelerimizi, meslektaşlarımızı; yıllardır devam eden bu kabul edilemez ayrımcı tavır düzeltilene kadar, haberciliğin elzem kıldığı istisnalar dışında, Schengen ülkelerinin Türkiye'deki temsilci ve temsilciliklerinin davetlerine/programlarına katılmamaya, rutin görüşme taleplerine yanıt vermemeye davet ediyoruz."
|
Doğan Akın kimdir?
Doğan Akın, Ankara'da doğdu. Ankara'da Necatibey İlkokulu, Anafartalar Ortaokulu, Anıttepe Lisesi'nde ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1987 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi.
Gazeteciliğe, 1987 yılında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda başladı. Gece muhabirliği, belediye muhabirliği, Başbakanlık muhabirliği ve parlamento muhabirliği görevlerinin ardından Cumhuriyet Ankara Haber Müdürlüğü'ne getirildi.
1997 yılında Milliyet Dergi Grubu Ankara Temsilcisi oldu. 1998'de Milliyet Gazetesi Ankara Haber Müdürlüğü'ne, 1999'da Milliyet Haber Merkezi Müdürlüğü'ne getirildi.
Milliyet Haber Merkezi'ni sekiz yıl yönettikten sonra 2008'de Doğan-Burda Dergi Grubu Yayın Direktörü oldu. Grubun ilk haber portalı Tempo24'ü kurup yayına geçirdi.
1 Eylül 2009'da; hiçbir kişi, kurum, şirket, dernek, devlet, fon ve benzeri bir oluşumdan herhangi bir destek almadan bağımsız internet gazetesi olarak kurduğu T24'ün yayınına başladı.
Yaptığı çalışmalar, Sedat Simavi Vakfı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Bülent Dikmener, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik haber ödüllerine değer görüldü.
"Uçuran Holding - Tansu Çiller'in Can Sıkıcı Belgeseli" ve "İki Gözüm Ayşe - Sabahattin Ali'nin Yayımlanmamış Mektupları" adlı iki kitabı yayımlandı.
Halen, kurucusu olduğu T24'ün genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
|