Polisin gaza boğduğu, iki insanı ölümün eşiğine getirip bir diğerini kör ettiği 1 Mayıs’ın öncesinde Başbakan Erdoğan, Taksim’i isteyen sendikacılara şunları söylemişti:
Kutlamayın demiyoruz, sizden ricada bulunuyoruz. Biz (…) bu tür törenlerimizi Kazlıçeşme'de yapıyoruz da siz niye yapmıyorsunuz? Geçin orada yapın, gayet rahat, müsait bir yer (…) İstanbul'a sadece bu tür mitingler için Avrupa ve Anadolu yakasında iki yer inşa ediyoruz.
30 yıl bu ülkede 1 Mayıs törenleri yapılamazken, sizin illa da Taksim Meydanı demeniz, bana şunu hatırlatıyor; AK Parti iktidarına karşı biz bunu yapıyoruz. Buradan bu anlaşılır, başka bir şey anlaşılmaz (…) Gelin Taksim Meydanı'nda anıta, Kazancı Yokuşu'nda çelenginizi koyun, basın toplantısını yapın. Oradan da gidip Kazlıçeşme'de mitinginizi yapın. Size miting yapmayın demiyoruz. Ama bunu, bu şekilde bir gündemle yaparsanız bizi de mutlu edersiniz, hakikaten bu işi bayram, şölen havasında kutlamış olursunuz.
Her ne kadar iktidar sözcüleri 1 Mayıs gününe kadar Taksim yasağını meydandaki “çukur” üzerinden gerekçelendirdiyse de, o gün devlet terörünün emekçileri büyük oranda dağıtmayı başardığı saatlerde canlı yayına çıkan Çalışma Bakanı Faruk Çelik, bundan sonra Taksim’de mitinge müsaade edilmeyeceğinin işaretini veren sözler sarf etmişti.
Bol çocuklu itaatkar vatandaşların rezidanslarda kalıp AVM’lerde gezdiği bir Türkiye tasavvur eden AKP rejiminin lideri Erdoğan, dün (Cumartesi) yaptığı konuşmada ise bundan böyle Taksim ve Kadıköy’ün miting alanı olmayacağını, “sana neresi gösterilirse orada miting yapmak zorunda” olduğunu, uygun yerin de Kazlıçeşme olduğunu söyleyip ekledi: “Burası hukuk devleti”.
Biliyorum Erdoğan’ın sözlerini okumaktan sıkıldınız ama şunları da alıntılamadan edemeyeceğim: “[Dertleri] bağcıyı dövmek. Şimdi de bağcı AK Parti. Çünkü onların ideolojisine ters AK Parti’yi nasıl döveriz derdindeler ama dövemeyeceksin. Yargı sapanla taş atanları bırakıyor. O taşları, demir bilyeleri kullananları bu kadar rahat bırakırsanız bu ülkede terörle mücadele zorlaşır, çözüm süreci de zora sokulur”
Sayın Başbakan gerçekten de yüce gönüllü bir insan. O kadar işi gücü arasında mitinglerin nerede yapılması gerektiği meselesini dert ediniyor ve insanlara bir miting alanı da gösteriyor. Pratik olmak, sorunlara somut çözümler önermek, icraatçı olmak işte böyle bir şey. AK Parti işte bu sayede milletin gözbebeği olmayı başardı.
Şimdi bazı marjinaller diyecekler ki; Kazlıçeşme yalıtılmış bir alan, şehirle, şehir yaşamıyla alakası yok. Öyle bir yerde miting yapmanın ne anlamı var falan filan.
Bu kafa İstanbul’u bir cazibe merkezi yapan, Gezi Parkı’nı yok edip yerine kışla görünümlü AVM ve rezidans yapmayı planlayan, kent kültürü açısından simgesel ve tarihsel değeri olan bir sinemayı yıkıp onu bir AVM’nin beşinci katına taşımayı tasarlayan vizyonerliği anlayabilir mi? Anlayamaz. Bu kafa zaten üçüncü Boğaz köprüsü ve nükleer santrallere de karşı çıkıyor. En son ecdadımız bu kadar vizyoner olmuştu.
Milletin değerlerine uzak duran, ayran içmeyen, polise sapanla bilye atan teröristleri himaye eden (evet onlar teröristtir), Sayın Başbakan’ın 2008’deki deyişiyle baş olmayan soyunmuş ayaklar, şimdiki ifadesiyle ise marjinaller muhtemelen şunu diyecektir: Nerede miting yapılacağına devletin karar vermesinin demokrasiyle alakası yoktur, gösteri yapmak için ve yapılacağı yer için izin alacak değiliz, devletin görevi gösteriye katılanların ve çevredeki insanların güvenliğini sağlamaktan ibarettir vesaire.
AK Parti milletin temsilcisidir. Milli iradenin şeysidir. Erdoğan’ın da dediği gibi 1 Mayıs’ta yürümek isteyenler aslında ideolojik olarak AK Parti’ye karşılar. Dertleri AK Parti’yi eleştirmek. Üstelik çok hassas günlerden geçilirken (evet, CeHaPe zihniyetinin asimilasyonculuğunun bu ülkenin başına bela ettiği terör soruna yönelik çözüm sürecinden, kısaca “süreç”ten bahsediyorum) AK Parti’yi bağcı dövercesine dövmek istiyorlar. Yani milli iradeye meydan okuyorlar. Bunlar demokrasiden nasibini almamış.
Ancak buna rağmen, hükümet o kadar ileri demokratik bir bilince sahip ki, miting yapmayın demedi. İstese diyebilirdi, zira AK Parti milletin partisidir ve bilhassa hassas bir süreçten geçilirken AK Parti’yi eleştirmek milleti eleştirmektir. Ancak buna rağmen hükümet “miting yapmayın” dememiş, gidin Kazlıçeşme’de bayram, şölen havasında işçi bayramını kutlayın demiştir. Aslında işçileri asıl bayram ettirecek şey, çok çalışmaları ve böylece ekonominin büyümesidir. Buna rağmen AK Parti hükümeti yüce gönüllülük göstererek 1 Mayıs’ı tatil yapmıştır.
Bu koşullarda, kimin nerede hangi amaçla, hangi şekilde ve hangi konuda miting yapacağına karar vermek aslında Erdoğan’ın uhdesinde olmalıdır. Demokrasi kurallar rejimidir, başıboşluk istikrara zarar verir. Ecdadımız da başıboşluğa göz yummazdı. Dolayısıyla Başbakan’ın “artık size Taksim’de, Kadıköy’de miting yok” sözlerini kimse eleştirmeye kalkmasın.
Demokrasilerde çareler tükenmez. 1 Mayıs günü Avrupa yakasında marjinaller ve teröristler demokrasinin güvencesi olan polis kuvvetlerinin gazını yerken Kadıköy’de miting yapan arkadaşlar da gelecek yıl söz gelimi Büyükçekmece Gölü’nün batısındaki geniş yeşil arazilerde miting yapabilir. Oralar ferah fezadır, göstericiler dilerse analarını babalarını da yanlarında getirebilir. Büyükçekmece Gölü’nün yanında piknik de yapabilirler. Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmaya hazırlanan Yeni Türkiye’ye de bu tür manzaralar yaraşır.
Neyse, bu kadar cıvıklık yeter…
Faruk Çelik’in 1 Mayıs günü işaretini verdiği, Tayyip Erdoğan’ın ise Cumartesi günü net bir şekilde ortaya koyduğu üzere; Taksim yasağının inşaatla çukurla hiçbir ilgisi yok. Şehrin merkezi yerlerini mitinglere kapatarak siyasi gösteri yapmak isteyenleri anlamsız/izole yerlere yönlendirmeye çalışmak, iktidarın tasavvurundaki “itaatkar insanların yaşadığı, sermayenin açık egemenliği altındaki İstanbul” yolunda bir adım. Ve bu adım Türkiye’nin git gide daha da anti-demokratik bir ülke olma yolundaki yürüyüşüyle paralel.
Bu konuyu uzun uzadıya işlemeye yer yok. Bitirmeden önce; kimi AKP’ye oy veren, kimi vermeyen sokaktaki vatandaşa, sıradan vatandaşa seslenmek istiyorum.
Medyanın tek sesliliğinin gerçekliğe takla attırdığı, gerçekliği yeniden kurguladığı bir düzende gözlerinize eli sapanlı, taş atan, yüzleri maskeli gençlerin fotoğrafları sokuluyor. Halbuki o görüntüler, polisler sendika ve siyasi parti kortejlerini, kısaca emekçileri yoğun gaz bombardımanıyla dağıtıp örseledikten sonra yaşandı.
Polisin bulaşmadığı, barışçıl bir ortamda gerçekleşen mitinglerde, provokasyon amacıyla gelen ve çantalarında sapan, demir bilye taşıyan insanlar bile provokasyon yapacak ortamı bulamazlar. Durup dururken olay çıkarmaya çalışsalar zaten ilkin mitingdeki insanlar müdahale eder. 2010, 2011 ve 2012’deki 1 Mayıslara yüz binlerce insan katıldığı halde kayda değer hiçbir olay çıkmaması bundandır. Toplumsal tecrübe ile sabittir ki, olaylı mitingler her zaman “güvenlik” güçlerinin eseridir.
Beşiktaş’ta çıkmaz bir sokakta kıstırılıp gaz yüzünden kusana kadar öksüren, boğulma tehlikesi geçiren 15-20 kişiden biri olarak, “taş atılması da yanlıştı” politik doğruculuğuna gönül indiremeyeceğimi de belirtmek isterim. Devlet şiddetinin yanında sivillerin şiddetinin esamisi okunmaz. Bu evrensel bir kuraldır. “Terör”, “terörle mücadele” vs. söz konusu olduğunda da böyledir, devlet şiddeti her zaman en azından bir adım öndedir. Karşılıklı kan gövdeyi götürürken dahi böyledir. ABD, İsrail, Türkiye gibi devletler bunu defalarca kanıtlamıştır.
“Sokaktaki vatandaş”ı ikna etmeye çalışacağım ikinci konu ise ifade özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün, toplantı ve gösteri özgürlüğünün, kısacası demokrasinin gerilemesinin sadece iktidar partisine oy vermeyen değil, oy veren yurttaşlar için de kötü bir şey olduğudur. Demokrasinin zayıflaması küçük bir azınlık hariç herkesin zararınadır. Ve gün gelir o azınlığın bile zararına olur.