2010 referandumuna kadar Türkiye’nin hâkim entelijansiyası liberaller ve sol liberallerdi.
AKP’nin organik aydınları, yani İslamcılar ve İslamcı kökenliler sivil toplumda, iktidarın hegemonyasına denk bir yeri tutacak entelektüel sermayeden yoksundu. Kısıtları, yetersizlikleri ve açmazları vardı.
Kemalist aydınlar ise entelektüel bir bunalım içindeydi. Tükenmiş ve başat yerini kaptırmış eski hegemon siyaseti yenilemekten acizdiler. Topluma ve dünyaya dair analizleri bazı sabit fikirler, hatta saplantılarla örselenmişti. Olan biteni gerçekçi şekilde açıklamakta dahi zorlanıyorlardı. Tükenmişlerdi.
İktidarın sosyoekonomik ve kurumsal alanlardaki egemenliğini siyasal alandaki egemenlikle bütünlemesine liberal ve sol liberal aydınlar katkıda bulundu. AKP’nin siyasal alandaki hâkimiyeti elbette liberallerin eseri değildi, ancak özünde laik olan fakat laiklikten bahsetmemeye çalışan, bahsederken de bunu adeta iğrenerek yapan liberaller söz konusu hâkimiyete katkıda bulundu.
AKP’nin ikinci iktidar dönemiyle beraber Atatürkçülük / laik cumhuriyetçilik Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi olmaktan çıktı. Eski resmi ideoloji ve eski resmi tarihin mahkûm edilip yerine yenilerinin konmasında liberaller ve sol liberaller iktidara büyük bir fikrî cephanelik sağladılar.
Bu kesimler Cumhuriyet, Atatürk, İttihatçılık, Türk milliyetçiliği, Kemalizm gibi konularda hâlihazırda düzen-dışı sağın tezlerinin etkisi altındaydı, ama Cumhuriyetin kurucu unsurlarının bütünlüklü eleştirisi ve mahkûm edilmesi konusunda İslamcıların tek başlarına yapamayacakları sistematizasyon da liberal çevrelerden geldi.
Liberal çevrelerin gıdasının bir kısmı hâlihazırda düzen-dışı (ve çok büyük oranda İslamcı) sağın tarih paradigmasından geliyordu. Bu çevreler söz konusu gıdayı işleyip bütünlüklü, derli toplu bir hale getirdi ve iktidara sundu. Liberaller ve sol liberaller yağı düzen-dışı sağdan aldı, şekerle unu kendileri kattı, ve hegemonik AKP iktidarının sonuna kadar faydalandığı helvayı üretti.
İslamcılar müttefik, Kemalistler ise sürekli hırpalanan kolay rakipti. Liberal ve sol liberaller ideolojik hegemonyayı inşa yolunda, toplumsal/siyasal bir gücü olmayan ama entelektüel düzlemde mevziini başarıyla koruyan sola, sosyalistlere saldırdı. Güçsüz sol paradoksal olarak en güçlü rakipti.
Bilhassa 2008-2010 yıllarında bu saldırı yoğundu. Taraf gazetesindeki kimi yazarlar bu taarruz dalgasında kumandanlar olarak yer aldı. Özellikle 2010 referandumundan önceki yaz aylarında taarruz doruğa çıktı. Türkiye devrimci hareketi tarihten bugüne gizli milliyetçi olmakla, ulusalcı olmakla, Kemalizmin uzantısı olmakla, özgürlükçü olmamakla vs. eleştirilip durdu.
Bu saldırıda tutarlı liberaller ve sol liberaller, eskiden sosyalist olup zamanla liberalleşen samimi aydınlar vardı elbet. Ancak hem liberal cenahtan, hem de bir zamanlar bir şekilde devrimci hareket içinde yer almışlar arasından son derece pespaye insanlar ve gruplar da piyasaya çıktı.
Başbakan Erdoğan 2012’nin son günlerinde ODTÜ’de devrimci öğrenciler tarafından protesto edildiğinde ve -AKP döneminde standartlaşan- polis şiddeti sonucu çok büyük olaylar çıktığında, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik protestocuları ulusalcılıkla itham etmişti. Çelik’in dimağındaki bu “bilgi”nin oluşumunda, 2007’den itibaren kafa ütülercesine “Türkiye’de sol ulusalcıdır” deyip duranların katkısı yadsınabilir mi? Acaba eserlerinden rahatsızlık duymuşlar mıdır? (Bence duymamışlardır)
Sola yönelik bu entelektüel taarruzun sebebi tekti ve basitti: Solun AKP hegemonyasına eklemlenmeyi reddetmesi.
Ve zaman pek çok defa olduğu gibi yine sosyalistleri haklı çıkardı. Türkiye solu devletin değişen iktidar yapısı, AKP’ye içre gericilik, Türkiye’nin demokratikleşmediği, tam aksine rejimin otoriterleşeceği gibi hususlarda haklı çıktı. Olanca deterministliği, mekanikliği ve aslında kuruluğuyla liberal tezler yanlışlandılar.
Eylül 2010’dan bu yana geçen 3 yıla yakın sürenin her ayında, her haftasında, hatta her gününde referandumda evet demeyen sol (yani Türkiye solunun tamamına yakını) tahlil ve öngörülerinde haklı çıktı.
Türkiye’nin ilerici toplumsal kesiminin referandumda evet diyen yüzde 58 olduğu, hayır diyen yüzde 42’ninse değişme kapalı, statükocu ve tutucu olduğu tezleri hayat tarafından yanlışlandı. Hayatın sillesini yedi. 31 Mayıs 2013’te.
31 Mayıs’ta başlayan isyan bir halk ayaklanmasıydı. Halkın laik bölümünün ayaklanması. Devrimci Müslümanların, Antikapitalist Müslümanların daha 31 Mayıs öncesinde başlayan kıymetli dahlini asla yadsıyamayız. Ama bu isyan büyük oranda laiklerin isyanıdır. Sokaklara dökülen Kürt emekçilerinden bağımsız değerlendirmek gerekirse, Gezi eylemliliğine “temsili” olarak katılan BDP’de de sol ve ilerici unsurlar bu ayaklanmaya gönülden destek verdi. Kürt milliyetçileri kayıtsız kaldı.
Haziran 2012’deki “Laiklik neden önemlidir?” başlıklı yazımın sonunda “Toplum olarak tabandan laiklik mücadelesi vermeye pek alışık değiliz. Dolayısıyla devletin laiklikten vazgeçmesi halkımız için bir olgunlaşma, bir rüşt ispatı olanağını da beraberinde getiriyor. Bakalım bu sınavı geçebilecek miyiz?” demiştim. Şimdi mutlulukla söyleyebilirim ki, bu sınavı alnımızın akıyla geçtik.
Hepimiz biliyoruz ki bardağı taşıran son damla polisin 31 Mayıs sabahındaki vahşi saldırısıysa, bir önceki damla da hükümetin içki yasağı adımıdır.
Daha eşitlikçi ve özgür bir ülke kurma yolunda ilerici atılımın yüzde 58 içinden değil, yüzde 42 içinden geleceği ortaya çıkmıştır. Geleceği ne kelime, geldi bile.
Bugüne dek –ama isteyerek ama kerhen– genelde CHP’ye oy vermiş olan, ama çoğu kendini CHP’yle de pek özdeşleştir(e)meyen eylemciler; CHP’nin seçmen tabanını elitist, tutucu, Beyaz Türk, hali vakti yerinde, Nişantaşılı Cihangirli Çankayalı Alsancaklı vs. diye olumsuzlayarak stereotipleştiren yargıları paramparça ettiler. Cihangir ve Nişantaşı sokaklarında barikatlar kuruldu. Mühim olan CHP tabanı değil AKP tabanıdır diyen liberal ve sol liberal görüşler çürüdü gitti.
Ukalalık addetmezseniz, “Ana muhalefet partisinin toplumsal tabanı” yazımda ileri sürdüğüm “CHP tabanı, ilerici (“progressive”) bir siyaseti savunanlar için kayıtsız kalmak şöyle dursun, güç alınacak bir tabandır” görüşümün haklı çıkmasından da egoistçe bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.
31 Mayıs’tan beri Türkiye eski Türkiye değil. Gericiliğin ve onun müttefiklerinin özellikle de AKP’nin 3. seçim zaferiyle beraber daha bir özgüvenle ilan ettikleri “Yeni Türkiye” asıl şimdi doğdu.
Bu Yeni Türkiye’nin saygın entelektüelleri, başat aydınları liberaller ve sol liberaller olmayacak. Yer yer AKP’yi eleştirmiş olabilirler, son zamanlarda git gide daha çok eleştirmiş olabilirler, gazetelerdeki köşelerini dahi kaybetmiş olabilirler, Akil İnsanlıktan istifa ettiklerini duyurmuş olabilirler, kimileri de yüzde 42’yi mütemadiyen aşağıladıktan sonra 31 Mayıs’ı müteakip mahcup mahcup Gezi Parkı’na gelip çadırlarını dikmiş olabilir…
Kusura bakmayın ama sizler Yeni Türkiye’nin en saygın aydınları arasında yer almayacaksınız.
Ama şu niyetle ama bu niyetle, diyelim ki son 5 yılda AKP’nin değirmenine su, yelkenine yel taşımış olanlar biraz geri duracak.
Ve kusura bakmayacak. Çünkü tekkeyi bekleyen çorbayı içer.