11 Ocak 2025

Selim İleri'nin 20 yaşına yazdığı mektup: Yalan söylemiyorum, o aşk dinmedi; öyle sanıyorum ki tek tutamağım oldu

Japonca bir kelimeden Selim İleri mektubuna uzanan sürpriz bir kitaplık seyahati…

Japonların medeniyet seviyesi kesinlikle dünyadaki tüm ülkelerden farklı bir boyutta. Hızlı trenlerinden tutun da umumi tuvaletlerine kadar.  

2015 yılında manyetik raylı tren dedikleri bir sistemde yaptıkları test sürüşünde, trenleri saatte 603 kilometrehıza ulaşarak dünya rekoru kırmıştı. Umumi tuvaletler ise Türkiye’de özellikle kadınların korkulu rüyasıyken Japonya’da adeta beş yıldızlı bir otel konforunda. İnanmayan, Wim Wenders’in ‘Mükemmel Günler’ filmini izleyebilir. Film, Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü göğüsledi ve Oscar adayları arasında yer aldı.

‘Mükemmel Günler’ filmi umumi tuvaletler hakkında genel kültürümü artırmak dışında, bir de yeni bir Japonca kelime öğretti: Komorebi

Filmde, başkahramanın neden her gün aynı banka oturup, aynı ağacın fotoğrafını çektiği en çok merak edilen sahnelerden biriydi. Dikkatli ve sabırlı izleyiciler bunun cevabını bulmuştu. Zira film bitip, jenerik aktıktan sonra bir sahne daha görüyorduk.

'Mükemmel Günler'den bir sahne

Ekrana gelen görüntüde ağaç yapraklarının arasından sızan ışığın olduğu siyah beyaz görselin üzerinde "'Komorebi', rüzgârda sallanan yaprakların yarattığı ışık oyunu anlamına gelen Japonca kelimedir. Sadece o anda bir kereliğine var olur" ifadelerine yer veriliyordu.

Yani aslında filmin başkahramanının her gün aynı yerde fotoğraf çekerek 'komorebi'yi fotoğraflamak istediği anlaşılıyordu.

Japonlar gerçekten ilginç insanlar. Bu olay için bir kelimeleri olmasını oldukça romantik buluyorum. Buna benzer başka kelimeleri de var. Mesela: Tsundoku

Tsundoku; okunmamış kitapları biriktirme alışkanlığını ve bunları bir yığın olarak bir arada tutmayı ifade ediyor. Genellikle kişinin hevesle kitaplar satın alıp, biriktirip, onları okumaya zaman bulamaması ya da okumayı sürekli ertelemesiyle ortaya çıkıyor.

Tsunde (積んで): Üst üste yığmak ya da biriktirmek.

Oku (置く): Bir şeyi bir kenara bırakmak.

Doku (読): Okumak.

Ben de tam anlamıyla tsundoku’ya yakalanmış bir kitaplığın arasında küçük bir temizlik, ayrıştırma yaparken, elime Doğan Kitap’tan çıkmış ‘20 Yaşıma Mektup’ isimli kitap geçti. Sunuş bölümünde şu yazıyor:

“1999 yılında Doğan Kitap adını alan yayınevimiz, şimdi 20. yaşını kutluyor. Bir insan ömrü için kısa, sürekli zorluklarla sınanan yayıncılık dünyamız için hatırı sayılır bir süre bu.

… 20. yaşımızı kutlamak adına hazırladığımız bu kitap için ulaşabildiğimiz edebiyatçı yazarlarımıza bir davetiye gönderdik.… Duygu dolu, yazma uğraşının, tutkusunun tohumlarının nasıl atıldığına dair çok değerli ipuçları içeren, yakın tarihimizin önemli zamanlarına tanıklık eden pek çok metin geldi.

Güzel bir 20 yaş seçkisi oldu.”

Kitapta 20 yaşına mektup yazan 33 edebiyatçı arasında henüz kaybettiğimiz Selim İleri de var.

Sözü daha fazla uzatmadan -tsundoku kelimesine teşekkürü borç bilip- Selim İleri’nin ‘Geri dönmeyeceksin!’ başlığını koyarak 20 yaşına yazdığı mektupla sizi baş başa bırakıyorum:

Selim İleri
Fotoğraf: Kutup Dalgakıran

Dokuz yüz kırk dokuz doğumlu olduğuma göre, dokuz yüz altmış dokuz: 20 yaş. İster istemez Ingeborg Bachman’ın sisli öyküsünü hatırlıyorum; gerçi Bachman “Otuzuncu yaş” diyordu.

Ne zaman okumuştum, Yankı Yayınları, Kâmuran Şipal çevirisi ve çarpılıp kalmıştım. Otuzuncu yaş mı yalnızca dönüm noktası? Bachman “Korkma; bir şey olmadı, sapasağlamsın!” diyor.

Bazan sapasağlamken de bir şeyler, çok şeyler oluyor.

Otuzdan çok önce oluyor. Sözgelimi on birinizdeyken. İlkokulu bitirme sınavları. Annem “Ayakkabılarını boyat, öyle git” demiş. Firuzağa İlkokulu’na inen yokuşta, yaşlı boyacımız gözyaşlarını tutamıyor; Namık Gedik intihar etmiş! Dahiliye vekili.

Adını galiba ilk kez işitiyorum. Tanımıyordum. İntihar ise, biliyordum, çok acı bir eylem. Boyalı, pırıl pırıl ayakkabılarımla okula gittim.

Bizim kuşağın, yani ben yaştakilerin, 20’lik çağları neresinden baksan yıkık yıpraktır. 20’yi geçince, üstelik, her şey biraz daha çatallaşır. Deniz Gezmiş’in fotoğraflarına bakmak yeter, öldürücü tarih sizi ilgilendiriyorsa.

Ama 20 yaşın bilinçsiz sevinçleri, düşleri, ülküleri olabiliyor; 20 yaşa gidişin. Benim ülküm yazar olmaktı.

İstanbul Radyosu’nun yayını -perşembe gecesi saat yirmi bir- Radyo Tiyatrosu’nda Tenessee Wiliams’ın Sırça Kümes’ini dinlemiştim. Ben de insan acılarını yazacağım diyordum.

İnsan acıları ilk kez “Kirazlar”la çıktı, Reşat Nuri Güntekin’in hikâyesi, ilkokul üçüncü sınıf, okuma kitabımızda.

“Kirazlar” ve Sırça Kümes… İnsan acılarına söz vermiştim…

Yalnızca insan acıları mı? Hayır, daha mutlu bir dünya için yazacaktım. Yarın yeni bir gün…

Söylemem gereksiz, Conrad’ın Zafer’ini henüz okumamıştım.

O düşlere, o ülküye garip bir iç sızısıyla bakıyorum. Hiçbir şeyi değiştiremedim.Yine de! Geri dönebilseydim, Oktay Akbal’dan, Nezihe Meriç’ten -çünkü ilk onlar!-, Sait Faik’ten, Sabahattin Ali’den herhalde asla vazgeçmezdim.

Ne var ki, kim bilir hangi yaralanmışlıklarla. Fakat bugün de herkesle paylaşmak isteyerek.

Sonra Necatigil diye bir şair girecekti hayatıma: Okul kitabımızda “Kır Şarkısı”. Sonra -sözcüklerinin yarısını anlayarak- Ahmet Haşim, sonra Oktay Rifat, Gülten Akın, bütün şairlerimiz.

20’me bir zaman kala Edip Cansever. O Cumartesi Yalnızlığı’nı okuyacaktı. Hikâyeciydim artık! Öyle sanıyordum…

Ne yarar bütün o zamanları hatırlamak? Yadsımıyorum; büyük coşkulardı.

Yaşlılık yaklaştıkça, kalp ağrısı oluyorlar. Geri dönülecek bir “20’ler” olmadığı açık seçik duyumsanıyor.

Çok sevdiğim Peride Celal, 1960’larda yazdığı Gecenin Ucundaki Işık’ı, otuz yıl sonra Gecenin Ucunda yapmıştı. Sormuştum. O yanıt: “Işık sönükleşerek uzaklaştı bizden…”

İleri yaşına veriyordum; o zamanlar hâlâ.

Umudun kısalması mı oluyor, bilmiyorum; şimdi bu ad değiştirimini bambaşka anlamlandırıyorum.

Çoktan beri “yolun başı”nı boş yere kurcalıyorum. Çok sevdiğim birçok dostumu kaybettim.

Dostum Ahmet Cemal’in çevirisiyle, Hölderlin’den şu dize:

“Nasıl da akıp gitti bütün bir gençlik?”

 Yeniden başlasaydım, kırık dökük bir şeyler, yine yazmaya çalışırdım. Yalan söylemiyorum: O aşk dinmedi. Öyle sanıyorum ki tek tutamağım oldu.

‘20 Yaşıma Mektup’ta yer alan yazarların tam listesi şöyle:

Ahmet Ümit, Aslı Perker, Barış Müstecaplıoğlu, Canan Tan, Çağnam Erkmen, David Mitchell, Defne Suman, Doğan Hızlan, Elif Şafak, Enver Aysever, Eric-Emmanuel Schmitt, Gülseren Budayıcıoğlu, Günhan Kuşkanat, Hakan Günday, Haruki Murakami, İbrahim Yıldırım, İsmail Güzelsoy, Liz Behmoaras, Mario Levi, Mehmet Coral, Nazlı Eray, Nedim Gürsel, Nermin Bezmen, Rıza Kıraç, Selim İleri, Shari Lapena, Şebnem İşigüzel, Tahir Musa Ceylan, Tess Gerritsen, Tuna Kiremitçi, Üstün Dökmen, Yavuz Ekinci, Zülfü Livaneli

TIKLAYIN | Selim İleri kimdir?

TIKLAYIN | Sevdiğimiz romanları ‘sırlarıyla’ anlatan bir kılavuz ve Selim İleri - Esra Yalazan'ın yazısı

 

Yazarın Diğer Yazıları

Alkolik bir beygirin komik hayatı diye geldik, altı sezon depresyondan çıkamadık: BoJack Horseman

Hayatınızda her şey bir felakete doğru yuvarlanıyorsa belki de berbat olan başkaları değil, sadece sizsinizdir?

Beyoğlu Belediye Başkanlığı yapan Osman Hamdi Bey’in yerine de kayyım atanmış olabilir mi?

Osman Hamdi Bey'in belediye başkanlığı sırasındaki icraatı arasında Galata, Zürafa Sokağı’nda ilk Kadın Hastalıkları Hastanesi’ni açmak da var

Tarihte Türkler nasıl yemek yiyordu; Osmanlı padişahlarından romantik ‘kaşık’ detayı ve Meze Festivali

"Gözdesinin adını taşıyan kaşıkla, sultanın yemek yiyor olması da bayağı ince bir hareket."

"
"