Toplumun özellikle batıda yaşayan bir kısmı güvenlikli sitelerinde, binalarında yaşıyor. Çocukları her gün rahatça okula gidebiliyor. Hafta sonu gelince bale kurslarına, basketbol antrenmanlarına, sinemalara gelen vizyon filmlerine götürüyorlar. Çocuklarını arkadaşlarının doğum günü partilerine götürmek en büyük yorgunluk nedenlerinden biri.
Buraya kadar kimsenin bir itirazı olamaz. Modern hayatın geldiği bu aşamada herkesin çocuğunu donanımlı bireyler olarak yetiştirmesi hakkıdır. Dileyen dilediği şekilde yapar. Ama eleştirilmesi gereken nokta tüm bunları yaparken, diğer çocukların hayatlarını kaybetmeleri karşısında hiç bir şeyin yapıl(a)maması.
Çünkü, aynı toplumun üyesi olan ve yürütülen savaşın doğrudan hedefi durumundakilerin çocukları ölüyor ya da yaralanıyor. Bırakın kurslara, antrenmanlara, doğum günlerine gitmeyi, okula bile doğru dürüst devam edemiyorlar. Çünkü sürmekte olan bir savaş var.
Türkiye’nin çocuklarının yaşadığı bu vahşi gerçek, Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi adına Hümanist Büro’nun yayımladığı raporla gözler önüne serildi. Silahlı Çatışmaların Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu isimli raporda, 26 Temmuz 2015 ile 30 Kasım 2015 tarihleri arasında Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkari ve Adana’dan oluşan toplam 9 ilde çocukların başına gelenler açıklandı.
Rapora göre, en küçüğü 3,5 aylık, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk geçen 4 aylık sürede hayatını kaybetti. Yine aynı yaş aralığında 52 çocuk da çatışma durumuna bağlı olarak yaralandı. Bunların bir kısmı da uzuvlarını kaybetti. İç parçalayan bir başka gerçek de, ölen çocukların bir kısmının sokağa çıkma uygulamaları nedeniyle bir süre gömülemeyerek, cenazelerinin evde bekletilmiş olması.
Rapora göre çocuklar:
- Operasyon veya çatışmalar sırasında vurularak,
- Gösteriler sırasında vurularak,
- Bomba patlaması sonucu,
- Sivil alanlarda bulunan mühimmatın patlaması sonucu,
- Hasta olup hastaneye götürülemediği için,
- Sokağa çıkma yasağı sırasında parkta veya evin önünde oynarken vurularak,
- Eve isabet eden kurşun veya patlayıcı ile vurularak,
- Polisten kaçarken apartmandan düşerek,
- Polis tarafından dövülerek,
- “Dur” emrine uyulmaması sonucu açılan ateşte vurularak ölmüş veya yaralanmış.
Peki ya hayata kalabilen ya da yaralanmayan çocuklar? Şiddete maruz kalma/tanık olma, göç, gündelik hayatını devam ettirememe ve –bunların yanında belki ayrıntı ama önemli- oyun oynama hakkından mahrum kalmaları nedeniyle travma yaşamaktalar.
Rapor, tespit edilmesi ve sonrasında giderilmesi gereken zararları şöyle sıralamakta:
- Sokağa çıkma yasağı ilan edilen mahallelerde ve bunların bulunduğu ilçe ve illerde okula devam oranları ve okula devam edemeyen veya sınavlarına giremeyen çocuk sayıları
- Sokağa çıkma yasağının bulunduğu mahallelerde aile hekimlerinin hamile ve bebek takibi hizmetinden yaralanamayan nüfus
- Evde doğum sayıları, doğum sırasında ölüm sayıları
- Gözaltına alınan, tutuklanan çocukların sayıları
- Göçe maruz kalan çocuk nüfusu
- Çatışma ortamının, göçün ve yakınlarını kaybetmenin çocukların ruh sağlığına ve gelişimlerine etkileri
- Çatışma ortamının ve göçün ailenin sosyo-ekonomik ve psikolojik durumunda yarattığı değişimin çocuk üzerindeki etkileri
- Çatışma ortamı ve göçün çocuklara hizmet vermesi gereken sağlık, eğitim, sosyal hizmet personeli üzerindeki sosyo‐ekonomik ve psikolojik etkileri.
Tabi, yapılması gerekenlerin başında çocuk ölüm ve yaralanmalarının sorumlularının ortaya çıkartılıp, cezalandırılması gelmekte.
Kısaca, rapor yok sayılan, görülmeyen bir gerçeği olanca çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor. Bu insanlık dışı durum karşısında, savaşın Türk-Kürt demeden tüm taraflarına güçlü bir dur demekten başka çare yok. En çok da devlete. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusunda Seçmeli Protokolü’ne imza atmış durumda. İçinde bulunduğumuz durum da, devletin bu anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini göstermekte. Yurttaşlar olarak bizim sözleşmemiz devletle. Bizim “güvenliğimiz” için yaratıldığı söylenen uygulama ve politikaların çocukların ölümüne neden olduğunu söylemek de hakkımız. Savaşın kayıtsız, şartsız sonlandırılmasını ve sivil Kürt hareketinin üzerindeki baskıların bitirilmesini istemek de.
Barışı talep etmenin gereği sadece naif bir hümanizma ilkesine dayanmıyor, dayanmamalı. Vicdan kadar bir varoluş meselesi de. Çünkü eğer savaşa karşı sesimizi topyekûn çıkartmazsak ve ortaya kesin bir itiraz koymazsak, yazının başında bahsedilen o tüm çocuklarımızı daha donanımlı bireyler hâline getirme çabaları boşa çıkacak. Çünkü çocukların öldüğü ya da yaralandığı her geçen gün, insanlığımızdan kaybediyoruz. Sonrasında diğer çocuklar keman çalmış, spor yapmış neye yarar.
Önemli not: Böylesine karamsar bir tablo karşısında umut vadeden barış girişimleri de yok değil. Mesela Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Derneği,
Gündem Çocuk Derneği, İnsan Hakları Derneği, Türk Psikologlar Derneği ve Çocuk Hakları Merkezi bölge halkıyla dayanışma göstermek ve karar vericileri etkilemek amacıyla önümüzdeki günlerde ortaklaşa bir dizi eylem ve etkinlik yapma kararı aldı. Faaliyetlerini sürdüren Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi’ne de grup linkinden ve e-posta adresinden ulaşılabilinir.