Seçimin galipleri belli.
En başta HDP. Başarısı, barajı geçip, AKP’nin tek başına iktidar olmasını -dolayısıyla da başkanlık sistemini- engellemekten ibaret değil. Öncelikle, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’liler siyasete akıl, mizah ve sağduyu kattı. Kadın ve ekoloji gibi daha önceki seçimlerde esamisi bile okunmayan konuları gündeme taşıdı. Barışı, kendi gücünü pekiştirmenin pazarlık malzemesi yapmadan, “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek telaffuz etti. Başörtülü-başörtüsüz ayrımı yapmadan kadınları; Kürt-Türk-Ermeni-Süryani ayrımı yapmadan adaylarını meclise taşıdı.
Bir diğer galip ise Oy ve Ötesi. Tanımı gereği iktidara doğrudan talip olmayan bir sivil toplum örgütü Oy ve Ötesi. Ama en az bir siyasi parti kadar etkili oldu. Oy ve Ötesi’nin başarısı da, seçimlerin şeffaf ve kitabına uygun şekilde yürümesine sağladığı araçsal katkının çok ötesinde. Bir önceki seçime göre daha fazla il ve ilçeye yayılarak varlık gösterirken, güçlenen yurttaş iradesinin sembolü oldular. Hani, 1999 Depremi’nde AKUT bir sivil toplum kahramanı olarak ortaya çıkmıştı. Kapasitesinin çok ötesinde, sembolik de olsa devletin yetersizlikleri karşısında sivil bir umut hâline gelivermişti. İşte benzer bir şekilde, Oy ve Ötesi gönüllüleri de yurttaşların kendilerine ait bir sistemi yine kendi ayakları üzerinde durarak korumalarının sembolü oluverdi. Demokratik bir sistemde seçim denince olması gereken ama bir türlü sağlanmayanları hatırlattı. Yurttaş sorumluluğuyla müdahale etti.
Elbette, bu seçimin sonucuna etki eden birçok faktör var. En önemlilerinden bir tanesi de her iki galibin de kesişim noktası olan Gezi.
Seçim, HDP’nin Gezi sürecini en iyi okuyan ve bu süreçten en doğru dersleri çıkaran siyasi parti olduğunu gösterdi. Gezi Parkı’nda olduğu gibi, ortak paydalar üzerinden bir arada tutulan bir çeşitliliğin temsiliyetini mizah dolu bir dille üstelenerek yoluna devam etti.
Öte yandan, Oy ve Ötesi Gezi’nin içinden çıkan bir oluşum. Gezi boyunca temsili demokrasinin yeterince işlemiyor olmasına yapılan vurgunun ete kemiğe büründüğü sivil bir oluşum. Demokrasi oyununun kurallarının hakkıyla uygulanmasını sağlamak amacıyla –aynı HDP gibi- farklılıkları bir araya getirmekte.
AKP’nin otoriter neoliberalizmine karşı bu iki aktörün önderliğinde başarılı bir seçim sınavı verildi. Fakat iş asıl şimdi başlıyor.
Belli ki uzun bir süre seçilmişler arasında hükümeti oluşturma, koalisyon kurma/kurmama tartışmaları sürecek. Ancak geleceğin yol haritasının çıkacağı bu demir leblebi dönemde, yurttaşların aktif görevi devam edecek. Başka bir ifadeyle, Gezi ve sonrası bizlere kenara çekilmemeyi, “görevimiz yaptık , top artık seçilmişlerde” dememeyi öğretti. Böylelikle, seçilmişleri ana aktör ya da asıl söz sahibi sayan temsili demokrasinin sınırları genişletilebilir ve aksaklıkları giderilebilir.
Bunun imkanını da yine seçim sonuçları üzerinden okuyabiliriz.
Genel kanı, HDP’nin oylarındaki artışın büyük oranla bir paradoksun sonucu olduğu yönünde. AKP’nin beklentilerinin aksine anti-demokratik bir barajı dayatan adaletsiz seçim sistemi, önündeki engeli aşan HDP’ye yaradı. Bunda, HDP’ye “emanet” olarak verildiği söylenen oyların rolü büyük. Henüz bir saha araştırması olmasa da, diyelim ki bu oyların bir kısmı AKP’nin iktidardan gitmesi için HDP’ye “emanet” olarak verildi. Yine de bu oyların önemi sadece bir taktiksel tercih olmaktan çok daha fazla.
Öyle ya, herhangi bir şeyi emanet etmek için karşınızdakine az ya da çok bir güven duymanız gerekir. Emaneti geri almak üzere verirsiniz. Evet, bir sonraki seçimde de oyları başka partiye verirsiniz. Ama “emanet” bir oyla iradenizin temsil hakkını en azından bir dahaki seçime kadar vermiş oluyorsunuz. Ki dört sene hiçte fena sayılmayacak düzeyde bir güveni gerektirecek kadar uzun bir süre.
Oysa, Gezi öncesindeki döneme baktığımızda, Kürt kimliği üzerinden ortaya çıkan siyasi ayrım ve çatışmalar aşılamayacak kadar derin gözükmekteydi. Büyük bir kesimin, HDP gibi bir partiye -“emanet” ya da değil- oy vermesi söz konusu bile değildi. Hatta AKP’nin gitmesi için olsa bile.
Ama Gezi’de ortaya çıkan tanışıklıklar ve birliktelik bu durumu ortadan kaldırmaya başladı. Mağduriyetlerin ortaklaşmasıyla bir araya gelen Gezi koalisyonun aktörleri, karşısındakinin derdini, fikrini, tecrübelerini öğrendi. Aynı alanda ortak bir hedef uğruna bir arada olmayı pratiğe döktü. Mesela, bunlarca yıl Kürtlere yapılan adaletsizlikleri anladı. Ya da –erkek egemen bir dille de olsa- LGBTİ bireylerin “delikanlı” olduğunu keşfetti.
Hemen sonrasındaki park forumlarıyla ise, ortaya çıkan tanışıklar üzerinden kurulan ilişkilerin derinleşmesi ve yoğunlaşması sürecine girildi. Katılımcı ve müzakereci demokrasinin gereği olarak her bir mağduriyet enine boyuna konuşuldu ve tartışıldı. Kimseyi dışlamayan uzlaşmalar yoluyla çözümler üretilmeye çalışıldı. Forumlar belki bir noktada sönümlendi. Ama olsun, Gezi ruhu baki kaldı.
Özetle, Gezi boyunca Türkiye önce toplumsal düzeyde koalisyon kurmayı öğrendi. Sonra da bu koalisyonu müşterekler üzerinden içerisinde farklılıkları barındıran bir bütüne dönüştürmenin yollarını denedi.
HDP’nin başarısında da Gezi’de ortaya çıkan duygu ve anlam birlikteliğinin payı büyük.
Seçimin sonrasında da, yine Gezi’de olduğu gibi, ortak bir hedef için bir araya gelme durumunun karşılıklı güven ve dayanışmayla tamamlanması, derinleştirilmesi ve yoğunlaştırılması gerekmekte.
Henüz aşılması gereken, üzerine konuşulması, düşünülmesi gereken çok konu bulunuyor. Nasıl bir ortak yaşam istiyoruz sorusunda düğümlenen yığınla yerel ve küresel konunun listesi oldukça uzun: Bize “bahşedilmeyen” ya da muktedirlerin elinde araca/oyuncağa dönüşmeyen ama hava gibi, su gibi hakkımız olan kalıcı barış; başörtülü- başörtüsüz demeden kadınların hayatın hemen her alanındaki sorunları; LGBTİ bireylerin dışlanmışlığı; çeşitli dini ve etnik kimliklerin ezilmişliği; yaşamı ve doğayı tehdit eden mega-projeler, nükleer enerji ve iklim değişikliği; iş cinayetleri; büyümeye dayalı ekonomi; ekonomik eşitsizlikler...
Özetle, seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan durumu daha anlamlı ve kalıcı kılacak olan birlikte ve katılımcı şeklide saptanacak müşterek noktalar. Bunlar üzerinden beraber üretilecek çözüm önerileri, AKP’nin otoriter-neoliberalizmine karşı çıkanları daha da güçlü bir alternatif yapacak; “emanet” oyları da daha kalıcı hâle getirmenin imkanını açacaktır.
Her ne kadar HDP bu yönde belirli bir yol kat etmiş olsa da, bu iş sadece seçilmişlere havale edilemez. İşte o yüzden, seçimin hemen sonrasında Gezi sürecinde yarım kalan forumların tekrardan canlandırılması, ortaya çıkan yurttaş girişim ve örgütlenmelerinin genişletilmesi çok önemli.
Ne dersiniz? Yurttaşlar olarak “biz görevimizi yaptık” diyerek seyirci mi olacağız? Yoksa hazır bir kez daha fırsat çıkmışken siyasetin öznesi olarak daha da derinleştirilen güven ilişkileri üzerinden gündemi belirlemeye devam mı edeceğiz?
Söylenenleri Gezi’nin diline çevirirsek “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”