06 Mart 2025

Her Türk bir gün Silivri’yi tadacak

Ataerkil bir sistemin kurbanı Eileen görünmez oluyor ama ‘Görünmez Bayan Orwell’ ile İngiliz edebiyatına bir kadın figürü katılıyor ve Virginia Woolf’un ‘Bayan Dalloway’inden hiç de aşağı kalır yanı yok bu figürün

Evliliğimin ilk haftalarında yazma alışkanlığımı kaybettim, kocam ile o kadar çok, o kadar şiddetli kavga ediyorduk ki, evliliğim cinayet ya da ayrılıkla tamamlandıktan sonra herkese tek bir mektup yazıp durumu anlatarak zaman kazanacağımı düşündüm” diyor Eileen O’shanghnessy bir arkadaşına yazdığı mektupta.

İtilip kakılan bir kadının kocasını öldürmeyi planladığı ancak sonunda vazgeçip ikinci seçeneği seçip boşandığı bir gerilim filmi için iyi bir başlangıç olabilir ama öyle de olmuyor. George Orwell ve Eileen’ın 1936-1945 yılları arasındaki evliliği, bahtsız kadın 39 yaşında rahim kanserinden ölene kadar devam ediyor.

Tam da Eileen’ın öldüğü yıl Orwell ‘Hayvan Çiftliği’ni yayınlıyor, bunu dört yıl sonra ‘1984’ izliyor. Yoksullukla geçen yıllardan sonra bu iki roman yazarına büyük bir şöhret ve refah sağlıyor. Kadının kısmetsizliğine bakın ki yazarın daha önce yayınlanan iki kitabı ne yankı yapıyor ne de dolayısı ile para sağlıyor.

George Orwell biyografisi en çok yazılan yazarlardan biri olmasına rağmen hayatını paylaştığı kadın ile ilgili hemen hemen hiçbir şey bilinmiyor. Bu boşluğu ‘Bir Zamanlar Doğu Almanya’ kitabının yazarı Anna Funder doldurdu, 2015’te yayınlanan ‘Görünmez Bayan Orwell’ 2023’te Times Of London ve NYT tarafından yılın kitapları arasında seçildi. Kitap şimdilerde Latin dillerine de çevrildi ve geçtiğimiz haftalarda birçok ülkede eş zamanlı yayınlanmaya başladı.

Durum her büyük adamın arkasında güçlü bir kadın vardır klişesinden öte, büyük bir yeteneğin resmi tarihten tamamen gizlenmesi desek abartı olmaz. Eileen evlilikleri boyunca kocasının yazılarına eşlik etmiş, onu etkilemiş, pratikliği ile hayatını kolaylaştırmış, zaman zaman düzeltmeler yapmış, yönlendirmiş.  Funder’ın anlatımından Eileen’ın büyüleyici, karmaşık, modern bir kadın olduğu anlaşılıyor.

Eileen Oxford’da okuduktan sonra George Orwell ile evleniyor ve kocasının sükunet içinde yazabilmesi için dondurucu bir kulübede yaşamayı kabul edip edebi ortamdan vazgeçiyor. Bu total bir vazgeçiş oluyor, yazmayı bırakıyor, bahçelerinde sebze yetiştiriyor, kocasına destek olmak için bulduğu işlerde çalışıyor, evlatlık oğullarına bakıyor. Hiç boş durmuyor yazmasa da kocasının yazdıklarının düzeltmenliğini yapıyor, Orwell İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyet ordusunun POUM milisleri için savaşırken verem olunca onun tedavisini de üstleniyor, kurtarıyor bir anlamda.

Eillen Orwell

Eilleen yaşamı ile de ilham oluyor büyük yazara, örneğin yarattığı hayvan çiftliği aynı adlı romana konu oluyor. Bakanlıkta çalışırken anlattıkları Goeorge’un Baskıcı Büyük Birader’i hayal etmesine yardımcı oluyor.

Bu bazen çatışmalı, bazen mutlu, karşılıklı ihanetlerin yaşandığı yoğun bir evliliktir, bu mektuplarla da doğrulanır, yazar bir arkadaşına: “Eileen’a bazen sadakatsizlik ediyorum. Bazen o bana bazen ben ona kötü davranıyorum ama bizimki gerçek bir evlilik ve o mesleğimle ilgili her şeyi anlıyor.”

Ataerkil bir sistemin kurbanı Eileen görünmez oluyor ama ‘Görünmez Bayan Orwell’ ile İngiliz edebiyatına bir kadın figürü katılıyor ve Virginia Woolf’un ‘Bayan Dalloway’inden hiç de aşağı kalır yanı yok bu figürün.

Israrla görülmemiş bu kadından dem vururken derdim feminist bir yaklaşım değil, her zaman kadın silinmiyor, erkeklerin hırpalandığı hatta sonunda yok olduğu nice evliliğe de şahit olduk bu hayatta.

İbn Arabi, “Evet ile hayır arasında ruhlar maddelerinden uçar” demiş…

Her Türk bir gün Silivri’yi tadacak

Basın camiası hüzünlü günler yaşıyor, Ahmet Sever ayrıldı aramızdan, aniden. Hazırlıksız yakalandık.

Doğan Akın başta olmak üzere hakkında o kadar güzel şeyler yazıldı ki, Ahmet’i anlatmaya yeltenmeyeceğim. Ama cenaze töreni için iki laf etmek istedim, tüm o seçilmiş yalnızlığına ve suskunluğuna rağmen Sever’in ne kadar çok sevilmiş olduğunu gördük Zincirlikuyu’yu dolduran o muazzam kalabalıkta. Hayatımda gördüğüm en hüzünlü, en sahici cenaze törenlerinden biriydi.

Etrafımız bunca hokkabaz ile doluyken, bunca manevra çevrilirken, basın kendi eliyle kendini imha etmişken bunlara tenezzül etmeyen bir adamın hayatına duyulan saygı içimizde bir umut yeşertti.

Birçok şeyi yitirmiş olabiliriz ama ‘saygı kıstası’nı henüz yitirmemişiz demek ki.

Ahmet Sever

Hüznün bir diğer adresi salı günü Çağlayan’dı diyeceğim ama diyemiyorum, zira hüzünden ziyade yorucu ama komik olaylar silsilesi gibiydi…

Bir katta, insan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu için toplanılmıştı, 24. Ağır Ceza’nın önü bayağı kalabalıktı. Ömrünün uzunca bir bölümünü hapiste geçiren eşi Celalettin Can her zamanki gibi mütebessimdi, Tayland’dan bile dayanışma mesajları geldiğini söyledi. Nimet’in illegal bir hayatı yoktu zaten, dolayısı ile salıverilmesi bekleniyordu, öyle de oldu.

Nimet’i 30 yıldır tanırım, İHD’deki toplantılarda, aile cenazelerinde, nikahında hep ağırbaşlı ve sükûnet içindedir. Yine öyleydi.

Sebepsiz alınmıştı. Tahliye edildi.

Bir diğer katta Halk TV’nin tutuklu yöneticisi ve tutuksuz yargılanan diğer dört gazeteci için toplanılmıştı. O kat da bayağı kalabalıktı, sadece gazeteciler değil, izleyiciler de sahip çıkmıştı davaya.

Sebepsiz alınmışlardı. Tahliye edildiler.

Bir diğer kattaki kalabalık en öfkeli olanlardı, İstanbul Barosu avukatları. Sık sık sloganlar attılar, “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” diye. Biz ‘doldu’ diye salona alınmayınca bir kenarda durduk. Onlar durmadılar barikatları yıkıp geçtiler, yurt dışından destek için gelen hukukçular da vardı aralarında.

İstanbul Barosu Başkanı Prof. İbrahim Kabaoğlu ve yönetim kurulunun görevden alınması talebiyle açılan davanın ilk duruşması bu gürültü içinde gerçekleşti. Mahkeme, davanın Anayasa Mahkemesi’ne taşınması ve baroların müdahillik taleplerini reddetti.

Öğleden sonra Adliye’den çıkarken İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ifade vermek için Adliye’ye giriyordu…

Oyuna geldik

Oturduğumuz ilçenin Belediye Başkanı Alaattin Köseler ‘ihaleye fesat karıştırılmış’ diye tutuklandı, gülmek için izlemeye hazırlandığımız film ise yasaklandı. 45 yıl sonra, 12 Eylül’den bu yana ilk defa bir film yasaklanıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kazım Öz’ün ‘OY’una Geldik’ filmini yasakladı. Oysa benzerlerini gülerek izlediğimiz bir konusu var filmin: Çoğu sol görüşlü olan Ovacık kasabasında sol partinin adayları bir türlü uzlaşamaz ve sağ görüşlü bir belediye başkanı seçilir. Ve malum şeyler olur. Başkan Hıdır Diri, koltuğunu korumak için türlü numaralara başvurur.

Başrolünde İlyas Salman’ın oynadığı film Bakanlığa bağlı Telif Hakları Genel Müdürlüğü İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü tarafından gösterime uygun görülmedi.

Bakanlık, Kazım Öz’ün yönettiği ‘Zer’ filminin de bazı sahnelerini yasaklamış, Öz hakkında da ‘örgüt propaganda’sı gerekçesiyle dava açılmıştı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘onay verdiği otelde kalan vatandaşlarını ölüm’den koruyamıyor ama bizi Kazım Öz’den koruyor.

Dönen Oy’unlara şöyle bir ağız dolusu güleceğiz o da YASSAK…

Özetle: Bu çağ, yaşadığımız riske uyanma çağı.

George Orwell ile başladık, onunla bitirelim. 1984’teki distopik olaylardan çok daha fazlası, çok daha sertleri ile karşı karşıyayız.

Sınırlar yeniden belirleniyor hem devletlerin hem de düşüncelerin…

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni bir dizi: ‘Tüm polisler piçtir’

Çevik kuvvet, dünyayı kurtarmak isteyen çevreciler için, öğrenci hakları için, tuttukları takım için, Batı ırkçılığının kurbanı göçmenler (bu kez korumak) için karşılarında bulduklarını ‘dövmek’ zorunda kalan bir üniformalı çeteye dönüşüyor...

'Aşk’sızlıktan muzdarip

Dostoyevski’nin ‘Beyaz Geceler’ romanı 50 binin üzerinde satış ile 2024 yılında 25 yaş altı gençlerin en çok okuduğu kitap olmuş. Gençler güdük romantizmden bıkmış olsa gerek…

Serenay aşık mıydı gerçekten?

Rekabet Kurumu, gerçekten dizi sektöründeki mağduriyete sebep olanları ortaya çıkarmak istiyorsa soruşturmayı 21 teşebbüs ile, Serenay’ın aşkı, Ayşe’nin işi ile sınırlı kalmaması gerekiyor. Sektörün tekelcileri belli zira, tüm kanallardalar

"
"