15 Şubat 2025

Yeni bir dizi: ‘Tüm polisler piçtir’

Çevik kuvvet, dünyayı kurtarmak isteyen çevreciler için, öğrenci hakları için, tuttukları takım için, Batı ırkçılığının kurbanı göçmenler (bu kez korumak) için karşılarında bulduklarını ‘dövmek’ zorunda kalan bir üniformalı çeteye dönüşüyor...

ACAB dizisinden bir kare

Gençliğimin önemli bir bölümü mitinglerde geçti, 70’li yıllarda neredeyse her hafta sonu bir miting olurdu, çoğu işçi hakları ile ilgiliydi, ama kreş, çocuklara süt gibi yaşamın olağan akışına uygun şeyler için bile küçük çaplı protestolar yaptığımızı bilirim. Kadıköy iskelesinden başlayarak hemen her yer eylem alanıydı. Sonra İstanbul ‘da valilik izin vermemeye başladı bir süre İzmit’e gittik.

Oya Baydar ve Aydın Engin bazı mitinglerde konuşmacı olurlardı, bizim Simone De Beuvoir -Sartre’ımız gibilerdi. Ama Sartre Oya Abla’ydı sanki…

Her şeyden ve kendimden çok emin olduğum yıllardı, işçi hakları/insan hakları için yapılacak düzenlemeler ile hayatın daha güzel olacağına inanıyordum, iyi niyetliydik, halkımız için en iyisini istiyorduk, bunun için canımızı feda etmeye bile hazırdık. Bu işin bir cephesi de polisti, barikatlarında beklerlerdi. Şanslıydım hiç yasa dışı bir gösteriye katılmadım, karşı karşıya gelmedim, coplardan payımı almadım.

Polisin hemen her ülkede ne kadar gaddar olabileceğini Atina ve Varşova’da öğrencileri  acımasızca döverlerken gördüm, New York’a ilk gittiğim 1984 yılında ise havaalanında adeta George Floyd olayı ile karşılaştım, yanımdaki hemen dürttü ‘Atlama, seni değil gazeteciliğin büyükelçi bile kurtaramaz, burada böyle’ dedi…

Polis her yerde polisti işte…

Polisin barikatların ötesindeki hayatını zamanla izledim de gördüm de (Aslı Öge ‘Köprüdekiler’ belgeseli), şefkat gördüğüm de oldu. Beşiktaş’ta birkaç yıl önce iskelenin önünde bir hareketlilik sezmiştim, merak bu ya beklemeye başladım ne olacak diye, resmi bir polis geldi ‘Hanımefendi uzaklaşın güvenliğiniz için’ diye uyardı.  Artık ‘hanımefendi’ olmuştum demek. İskeleye çekildim, meğer korsan eylem yapılacakmış, tazyikli suyla püskürtüldü, ben yaşta ‘hanımefendi’ olmayan kadınlar yerlerde süründü…

Gazeteciliği, tiyatroculuğu bırakıp ekmek parası için emniyet güçlerine katılan polisler ile de tanıştım ama çevik kuvvet ayrı bir olay tabii…

Netfilx’te 2025 yapımı bir dizi yayınlanmaya başladı: ACAB. Roma’daki bir Çevik Kuvvet Birimi’nin bir gösterinin ardından çıkmaza giren iş hayatları ve hiç de yolunda gitmeyen özel hayatlarını anlatıyor.

ACAB dizisinden bir kare

Dizide ‘devlete çalışmakla’ övünen Roma Polis Merkezi’nin mobil birimi adeta bir suç örgütüne benziyor, belli kurallar, baskı, sessizlik yemini ve korku ile şekillenmiş bir suç örgütü.

ACAB kısaltmasının ne anlama geldiğini kaç kişi biliyor bilmiyorum ama dizi sayesinde daha çok kişinin öğreneceği kesin.

ACAB, kökeni İngiltere’ye dayanan, yetmişli yıllarda dazlaklar tarafından stadyumdaki çatışmalar için kullanılan ve zamanla sokaklarda, gerilla savaşlarında vs. evrensel bir çağrı haline gelen ‘All Cops Are Bastards’ (Tüm polisler piçtir) anlamında bir karşı slogan.

Dizide İtalyan polisler öfkelendikçe, haksızlığa uğradıkça marş gibi söylüyorlar bunu, ellerini, ayaklarını vura vura…

Son yıllarda bu slogana bir kardeş de geldi, siyahi Amerikalı George Floyd’un süpermarket çıkışında polis tarafından boğularak öldürülmesinin ardından doğan ‘Black Lives Matter’ (Siyahların hayatları önemlidir.)

Floyd’u öldüren polis Derek Chavvin 22 yıl hapis cezası aldı ama bu ne ABD’de kolluk kuvvetlerine duyulan öfkeyi dindirdi ne de yeni cinayetleri.

ACAP’a gelirsek: Genova’da 2001 yılındaki çatışmaları konu alan bir kitap yazmıştı İtalyan La Republica gazetesinin Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Carlo Bonini. Dizi bu kitaptan uyarlanmış, Roma Polisi’nin Çevik Kuvvet Ekibi’nin hayat hikayesi aslında. Neredeyse hepsi özel yaşamlarında mutsuz ve haksızlığa uğramışlar, ekibin tek kadın görevlisi eşinden şiddet görüp kızından saklıyor, çoğu boşanmış, yaptıkları işin tam güne yayılması bir özel hayat seçeneği bırakmıyor zaten ne eş ne baba olabiliyorlar, kırgınlar, yalnızlar, duygusal olarak kandırılmaya müsaitler, yılbaşı gecesi patlayan havai fişekleri bile yaralı halde kurtuldukları tünelden kaçıp çıktıkları bir caddede görebiliyorlar ancak, herkes eğlenirken onlar hep iş başında...

Çevik kuvvet, dünyayı kurtarmak isteyen çevreciler için, öğrenci hakları için, tuttukları takım için, Batı ırkçılığının kurbanı göçmenler (bu kez korumak) için karşılarında bulduklarını ‘dövmek’ zorunda kalan bir üniformalı çeteye dönüşüyor...

Öyle ki gizli yasaları da var, suskunluk yemini etmişler, aralarından biri sebepsiz yere bir göçmene işkence yapsa da bir eylemciyi öldürse de ele vermiyorlar, vereni de affetmiyorlar. Ancak beraber olunca neşeleniyorlar, kapıdan çıktıktan sonrası hüzün, sizi de saran koyu bir hüzün.

Dostoyevski bir yazısında ‘Kapalı bir yere girerken etrafını dikkatlice süzen ya devrimcidir ya sivil polis’ diye yazar, buna korku ve gerginliği de eklemek lazım. Bir eyleme giderken doluştukları araçtaki gerginlik, bekleyiş ve artan cinayetlerle giderek hedef haline gelmeleri…

Bu gidişatta somut önemli olan tek şey klanın yasası oluyor o kadar ki şiddet karşıtı birisini bile sonunda şiddet yanlısı yapabiliyor bu üniforma, birbirlerinin aynadaki yansıması gibi oluyorlar.

Dizinin yapımcı ve yönetmeninin İtalya’nın belki de en muhalif gazetecisi olarak bilinen Roberto Saviano’nun dizisini çeken ekip olduğunu da belirtmeliyim.

DEVLET KORUMAYI DEĞİL KORKUTMAYI SEÇİYOR.

Devletin koruyup kollamayı değil korkutan olmayı seçmesi, dini de kullanarak bir suç örgütüne dönüşmesi, barış ve huzur içindeki bir kasabayı bölerek kana bulaması bir başka Netflix dizisi olan ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ta da çok güzel işlenmiş.

Tatlı mı tatlı herkesin birbirini tanıdığı, kolladığı bir kasaba, palmiyelerin gölgesinde rengarenk evler, tahta işlemeli klasik mobilyalar, dantelli örtüler, yemyeşil otlarla çiçeklerle dolu bahçeler, şekerleme yapan kadınlar, hep yemek pişen mutfaklar, kavga nedir bilmeyen küçük bir topluluk yasa dışı işlere eğilimli (seçime hile karıştırmak gibi ) bir vali ile bölünüp kana bulanıyor, kardeş kardeşe düşman olurken kasabanın en efendi en entelektüel delikanlısı gözü dönmüş bir anarşiste dönüşüyor...

Carl Segan, ‘İçinde bulunduğumuz günahlarla dolu bu gürzde bizi bizden yine biz kurtaracağız. Başka kurtarıcı yok’ diyor.

Kurtarıcı beklemesek mi, kendimizden mi başlasak, hiçbir şeyden korkmayarak mesela…

Yazarın Diğer Yazıları

'Aşk’sızlıktan muzdarip

Dostoyevski’nin ‘Beyaz Geceler’ romanı 50 binin üzerinde satış ile 2024 yılında 25 yaş altı gençlerin en çok okuduğu kitap olmuş. Gençler güdük romantizmden bıkmış olsa gerek…

Serenay aşık mıydı gerçekten?

Rekabet Kurumu, gerçekten dizi sektöründeki mağduriyete sebep olanları ortaya çıkarmak istiyorsa soruşturmayı 21 teşebbüs ile, Serenay’ın aşkı, Ayşe’nin işi ile sınırlı kalmaması gerekiyor. Sektörün tekelcileri belli zira, tüm kanallardalar

Le Pen’in eşi Playboy’a poz vermişti

Geçtiğimiz günlerde yaşamını kaybeden Avrupa sağının öncülerinden Jean -Marie Le Pen’in hayatı romanlara konu olabilecek kargaşada geçmişti ve kızları ile ilişkisi Ferdi Tayfur’dan beter durumdaydı

"
"