O kadar kıyıda köşede yaşıyorum ki kırk yılda bir sosyalleşince her şey bana absürt geldi. Geçen hafta epey bir ortalığa düştüm. Cuma akşamı Bebek’te Gratis izdihamını aşıp Kuruçeşme’de Bosphorus Mandarin Otel’de Saki Rakı’nın lansmanına katıldım. İlk şaşkınlığım gecenin düğün gibi organize edilmesine oldu, vay vay derken 40 yıllık gazeteci arkadaşlar ile sohbet muhabbetin rehavetinden Doğa Rutkay ile Ali Sunal’ın sahne alması ile ayıldım. Sahne almışlar ama hiç hazırlanmamışlar gibi, ön sıradakiler ile “şakalaşır işi götürürüz” havasındaydılar. Komedyen diye biliniyorlar ama ortada gülecek bir şey yoktu.
Saki’nin patronu rakı uzmanı Erol Sezer de damat gibi bütün masaları dolaştı, çok kibardı ama onun kibarlığı şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklenmemize (sırf ben değil) engel olamadı. İlerleyen saatlerde önce sahnede Bülent Ersoy neonları yandı, sonra yatak odası kanepesi Josephine taşındı, epey bir zaman sonra da gecelik- sabahlık kombini ile Bülent Ersoy teşrif etti. O da ne? O da olayı ön masadakiler ile geyik yaparak götürüyor, bir şarkıya başlayıp başka bir şarkı ile devam ediyor.
Galiba sahne performansları artık interaktif götürülüyor, biz bilmiyormuşuz deyip çareyi yan masadaki arkadaşlar ile göbek atmakta bulduk. Kendi çapımızda eğlendik de.
Polis Sendikası’nın bilançosu
Geçtiğimiz pazar malum Yenikapı’da Hayvan Hakları için buluştuk. Türkiye’nin dört bir yanından yaklaşık beş bin kişi katıldı, Bursa’dan 20 otobüs kalkmış. Sakarya’dan gelen bir kadının iki bacağı birden protezliydi, zor yürüyordu, bir gölge bulup oturttuk. “Keşke gelmeseydiniz” diyecek oldum, “50 köpeğe bakıyorum, ben, sen, o gelmese kim gelecek?” dedi, mahcup oldum.
“O sadece miyav diyebildi ya siz?’’ “5199 kırmızı çizgimizdir”, “Toplayamazsın, kapatamazsın öldüremezsin, katledemezsin” ve birçok yaratıcı döviz ve slogan ile coşkulu bir mitingdi ama saati çok yanlıştı. Saat 13.00’te toplanmaya başlayan kalabalık 13.30’da dalgalanmaya başladı, güneş hepimizi eritti. İnsan ile zor üretilen sevgi enerjisi hayvanlar ile öyle bir boyuta gelmiş ki eylem boyunca gözümün yaşı dinmedi.
Malum yaşam haklarını savunduğumuz milyonlarca köpek ve kedi aslında yaşamıyor, sürünüyor, kışın donuyor, yazın bir kap su bulamadan genç yaşta ölüp gidiyorlar. Sorunun çözümü de imkansız değil, Prof. Dr. Hasan Alpak’ın çözüm önerisi de bunlardan biri: 300 öğrenci, operasyon alanları ve malzeme maliyetinin karşılanması.
Pankartlardan birinde “Tecavüzcüleri, sapıkları uyutun, köpekleri değil” değil yazıyordu. Değineceğim nokta tam da bu. Miting komşum beyaz takım elbiseli Ali Bütün’dü. Bütün, Emniyet Teşkilatı Sendikası Başkan Yardımcısı olarak gelmişti ve çarpıcı bilgiler paylaştı muhabbetimiz sırasında:
“İçişleri Bakanlığı kayıtlarına göre, 1 yılda içinde içinde hayvana cinsel istismarın da olduğu 6 bin 183 olay yaşanmış. “Haydi” uygulamasını 218 bin kişi indirmiş, tam 20 bin ihbar gelmiş. Jandarmanın elindeki bilgiler ise bilinmiyor.
Hayvanlar 5199 sayılı Kanun ile can oldular, eskiden mal muamelesi görüyorlardı. Zarar verenler yeni yeni tutuklanıyor. 8-9 büyük mama şirketi ihaleleri alıyor, hayvan üzerinden rant elde ediyor. Mama lobisi ticareti bu, polis ile jandarma ile işbirliği yapılmıyor. Kurumlar arası işbirliği de yok.
Kuduz vakaları esas olarak kırsalda ve büyük baş hayvanlarda görülüyor. Büyük baş pahalı olduğu için sahibi kuduz hayvanı öldürmüyor, o şekilde satıyor kuduz olarak.
Sorunun çözümü çok basit: Kısırlaştır, üretimi durdur, 6 ayda biter. Ama siyasiler samimi değil, o yüzden çözülemiyor.”
Ali Bütün milliyetçi, vatansever olduğunun altını çizdikten sonra polislerin de adalet istediğini, birçok polisin tayin dolayısı ile ailesinden ayrı yaşadığını, sıkıntılar olduğunu ve 34 polisin intihar ettiğini söylüyor.
Bütün ve yayındaki genç sivil arkadaşının sanatçı kökenli olduklarını öğrenmek ise şaşırtıyor, Tokat’ta arkadaşları ile tiyatro kurmuşlar, ‘Ekmek arası tiyatro.’ Ekmek arası köfte alan yukarıdaki sahnede tiyatro izleyebiliyormuş ama köfte bile kurtarmamış olacak, tiyatroculuğu bırakıp polis olmuş. Diğer genç arkadaş da hayata Bloomberg TV’de başlamış, oyunculuk ve diksiyon dersleri almış, hayali bir gün oyuncu olabilmek. Tam hayaller Paris, gerçekler Diyarbakır durumu.
Bir başka bilgi bombardımanı da gazeteci Yalçın Şimşek’ten geliyor. Sokak hayvanları Osmanlı döneminde neredeyse insanlarla aynı muameleyi görüyormuş, Şimşek ‘Dostluk’ adlı yeni kitabında can dostlarımızın Osmanlı döneminde ‘Mancacılık’ denilen görevliler tarafından doyurulduğunu, kasapların ödeneğe bağlandığını, soğuktan korumak için kulübüler yapıldığını, Fatih Sultan Mehmed dahil sırf sokak hayvanları için padişahların onlarca ferman yayınladığını yazıyor.
Yıllarca padişah fermanları ile korunan hayvanlar, İttihatçılar döneminde Batılılaşma uğruna gözden çıkarılmış. Köpekler Sivri Ada’ya sürgün edilmiş, bunu izleyen yangınlar, ölümler halk nezdinde köpeklerin ahı olarak kabul edilmiş.
Nazan Kesal: Yaralarım Aşktandır
Geçen haftanın sanat etkinliği ise komşum, arkadaşım Murathan Mungan ile Nazan Kesal’ın Moda Sahnesi’ndeki tek kişilik oyunu ‘Yaralarım Aşktandır’a gitmek oldu.
Kesal, Şebnem İşigüzel’in kaleme aldığı, Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği oyunda İran şiirinin isyankâr sesi Füruğ Ferruhzad’ı tiyatro sahnesine taşıyor.
Toprağa emanet edilmeyi bekleyen, ölüsüne bile tahammül edilemeyen Füruğ kendi arafında ömrünün şiirini yazıyor ve aklımızdan çıkmayacak sözler fısıldıyor.
Füruğ’un kısa yaşam öyküsü az dekor, büyük oyunculukla Nazan Kesal ile yüceltilirken, seyirciyi de es geçmemek gerekiyor. Sıcak havaya rağmen tümüyle dolu olan salonda seyirci sadece alkışlarıyla değil, söz verildiği yerde şarkı ile söz ile de katılıyor oyuna.