“Artık silahlar sussun fikirler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Kürd’üne, Türk'üne, Laz'ına, Çerkez'ine bakmadan bu coğrafyanın ta bağrına akıyor. Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki, artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor…”
Abdullah Öcalan, 2013 Newrozu’nda Diyarbakır’da yüzbinler karşısında okunan mektubunda işte bu sözlerle Türkiye ve dünyaya yeni bir dönemin kapılarının aralandığını ilan etmişti.
Türkiye, son 90 yıldır ilk kez “barış” mevhumuna bu kadar yaklaşıyordu. Erdoğan ve Öcalan, umutların tam da körelmeye başladığı bir dönemde 30 yıllık düşük yoğunluklu savaşın sona ermesi ve Kürtlerin eşit vatandaşlık bağı ile Türkiye’ye bağlanması için “süreç”e start vermişti. Sonrasında geçen 2 yılda Paris cinayetlerinden Lice olaylarına kadar barış sürecini zora sokacak pek çok olumsuz gelişme yaşandı. Her seferinde Öcalan’ın sürecin devamına yönelik mesajları, bu gelişmelerin barış umutlarını boşa çıkarmasını engelledi.
Öcalan, demokratikleşme takvimi ve barış sürecinin çok yavaş ilerlediğine dair eleştirilerinden hiç vazgeçmese de özünde Erdoğan ve AK Parti’nin sürece bağlılığını onaylayan ve kendi kitlesini buna göre yönlendiren bir pozisyon aldı. Hükümet de Öcalan’ın bu tavrını gördü ve birçok farklı ağızdan “Öcalan iyi çevresi kötü” mealinde açıklamalar yaptı. Bu gerilimli ilişki, son 2 yılda inişli çıkışlı da olsa bir şekilde devam etti.
Bugün ise barış sürecinde bütün kartlar yeniden karılıyor gibi…
47 gün önce IŞİD’in Kobani’ye saldırmasıyla Türkiye’de siyaset allak bullak oldu. 6-8 Ekim olayları ile birlikte çözüm süreci hiç olmadığı kadar ağır bir dönemden geçti. Sonrasında Bingöl, Yüksekova ve en son Diyarbakır’da güvenlik güçlerine yönelik karanlık suikastler bölgede yeniden 90’lar paranoyası yaşanmasının önünü açtı.
Ancak Öcalan’ın 21 Ekim’de kendisini ziyarete giden HDP heyetine yaptığı açıklamalar süreç açısından karamsarlık değil, aksine yoğun bir umudun izlerini taşıyordu:
“15 Ekim itibariyle yeni bir aşamaya geçtiğimizi ve süreçte başarılı bir pratik umudumun bu anlamda arttığını ifade etmek isterim…”
“Bu yaşanan olaylardan tarafların ders çıkartması, bu temelde demokratik çözümün hayatiyetinin öneminin kavranarak müzakere temelli çabalara hız vermesi önemlidir…”
“Taraflara düşen görev birbirleriyle olan hukuklarını sağlam ve güvenli bir temele oturtmalarıdır. Bu yapılmadığı zaman içinden geçmekte olduğumuz sürecin derin bir darbeyle sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır…”
Tüm bu gelişmeler yaşanırken hükümetten, Kandil’den, HDP cephesinden birbirini suçlayıcı onlarca açıklama duyduk. İmralı’ya sekreterya konusunda hükümetten çelişkili açıklamalar gelirken, devlet kanadında ilk kez “Çözüm sürecine mecbur değiliz” sözleri işitilmeye başlandı.
Tuğluk: IŞİD’i AKP sahaya sürdü
Ancak bu yazıyı yazmamıza sebep olan şey, çoğu konjonktürel gözüken ve tribünlere sarfedilmiş laf kalabalığı değil; Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un 29 Ekim’de T24’e yazdığı “Kobanê'den sonra çözüm süreci ve AKP'nin tükenişi” başlıklı yazı oldu.
Zira bugüne kadar Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin kamuoyuna yansıtılmasında önemli işlevi olan Tuğluk’un yazısı, AK Parti ile Kürt siyaseti arasında iplerin koptuğuna işaret eden nüveler taşıyor.
Tuğluk yazısında, IŞİD-Türkiye ilişkisi konusunda Kandil’den yapılan açıklamaların bile ötesine geçen tespitler yapıyor:
“IŞİD… yıllara dayanan ilişkiler sonucu Davutoğlu/Erdoğan çizgisi tarafından Ortadoğu’da ‘oyun kurucu ülke olmak’ stratejisinin bir gereği olarak sahaya sürüldü.”
“ IŞİD, Suriye’nin işgali ve Kürt kantonlarının etkisizleştirilmesi amacına ulaşıldığı anda devre dışına sürülür ve Anadolu’da ‘insani yardım kuruluşu’ olarak hayatına devam eder.”
'AKP partner olmaktan çıkmıştır'
Aysel Tuğluk yazısında eleştirinin dozunu daha da yükselterek AKP’nin barış sürecinin taraflarından biri olma özelliğini kaybettiğini ve diktatörleştiğini söyleyerek, sürecin devamı için “devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler”i göreve çağırıyor:
“Ne zaman AKP’ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen ‘öyleyse süreç bitecek mi?’ diye soruluyor. Hayır, kesinlikle barış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki, AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır.”
“…AKP’nin Türkiye’deki demokrasinin gelişimine ciddi bir engel oluşturduğu, demokrasiyi kafa saymaya ve seçim oyunlarına indirgediği göz önüne alındığında, artık ciddi olarak diktatörlükten söz etmek gerekiyor.”
Tuğluk’un bu sözlerinin Erdoğan ve Davutoğlu hükümeti nezdinde nasıl değerlendirileceğini tahmin etmek zor değil. Tuğluk’un sözleri, siyasal pazarlığı içeren taktiksel bir manevradan çok Kürt siyasetine AKP’ye ilişkin yeni bir stratejik pozisyon almayı öneriyor.
“DEVLETİN GELECEĞİNİ DÜŞÜNENLER VE SEKÜLER GÜÇLER”E ÇAĞRI
Peki Tuğluk, halihazırda ülkeyi yöneten AKP yerine barış sürecinin “devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler” tarafından sırtlanması çağrısı yaparken kimleri kastediyor?
Tırnak içindeki ifadenin Türkiye’de hangi kesimleri tarif ettiğini herkes pekala görebilir. Tuğluk, asker de dahil AKP dışı devlet aklını temsil edenler ile CHP’nin barış sürecinin AKP tarafından heba edilmemesi için sorumluluk alması gerektiğini vurguluyor. Bu minvalde yaklaşık 1 yıl önce KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık’ın “Başbakan Erdoğan’ın kalması da gitmesi de çözüm sürecini etkilemez” sözlerini hatırlamak gerek. Ve bu arada aldığımız duyumlara göre, Kandil şu günlerde Türk basınına kapılarını tekrar açmaya hazırlanıyor.
AB’de “terör örgütü” listesinden çıkarılması tartışılan, Suriye’deki uzantısı PYD’nin ABD nezdinde neredeyse ‘müttefik’ sayıldığı, düne kadar ‘eli kanlı terörist’ denilen gerillalarının batı medyasında kahramanlaştırıldığı PKK ve liderlerinin açıklamaları, artık yalnızca Türkiye değil tüm dünya için büyük önem taşıyor.
Peki tüm bu gelişmeler ışığında, daha 10 gün önce “Yeni bir aşamaya geçtik, umudum arttı” diyen Öcalan nasıl bir tutum sergileyecek?
“Biz asla Öcalan ile görüşülmesini tasvip etmiyoruz” diyen bir CHP ile nasıl sürece ilişkin ortaklaşma sağlanacak?
AKP’nin çözüm sürecini askıya alması halinde Öcalan’ın dışarıyla teması kesilirse, ne olacak?
Sorular ağır; yanıtlarıysa şimdilik kimsede yok.